40. yılında dünyada 1968 (İşçi Mücadelesi gazetesi #31 - 22-05-2008)
68 ruhu: isyan!
Mayıs 2008. Dünyayı ve Türkiye'yi bir isyan dalgasının kapladığı 1968'in 40. yılı. 1968 isyanının en simgesel odağı olan Paris'te öğrenci olayları ve genel grev Mayıs ayında patlak vermişti. 1968 Türkiye'ye ise Haziran ayında üniversitelerdeki boykot ve işgal ile geldi. İşçi Mücadelesi, 20. yüzyılın en önemli anlarından biri olan 1968'i iki sayı üst üste kutlayacak. Bu sayımızda Paris'teki Mayıs 1968'in yıldönümünde dünya çapında 1968'i ele alıyoruz. Gelecek sayımızda ise Haziran 1968 boykot ve işgalinin 40. yıldönümü vesilesiyle Türkiye 1968'ini ele alacağız. Kimileri 1968'in bambaşka bir dünya ve Türkiye'de yaşanmış olduğunu, bugünün gerçekleri için pek az şey ifade edebileceğini söylüyorlar. Kimileri 1968'de ortaya atılan düşüncelerin, verilen mücadelelerin hepsinin sistemle bütünleşmiş olduğundan dem vuruyorlar. Kimileri, 1968'in önderlerinin, mesela Yeşillerin Avrupa Parlamentosu üyesi, Türkiye'ye sık sık gelen Daniel Cohn-Bendit gibilerinin düzen politikacısı haline geldiğini, 1968'e katılan gençliğin de bugün düzenin başlıca temsilcileri olduğunu hatırlatıyorlar. Bunların bir kısmı doğru. Ama bu bir gerçeği ortadan kaldırmıyor. 1968 isyandı. İsyan olmadan devrim olmaz. Devrim olmadan bütün bu kirli dünya ortadan kaldırılamaz. 2008'in işçilerinin, gençlerinin, kadınlarının, bütün ezilenlerinin 1968'den öğrenecekleri hiçbir şey olmasa bir şey var ki dünyaya bedel: isyan etmek!
Mayıs 1968 Fransa
"Gerçekçi ol, imkânsızı iste!" Bu cümle yaygın olarak Che Guevara'ya atfedilir. İçerdiği çelişkiyle var olan düzenin reddine işaret eden böyle bir cümlenin büyük asi Che'ye atfedilmesini anlamak mümkün. Ama burada unutulan bir şey var: Che Marksistti ve dolayısıyla tarih yapan insanın maddi koşulları göz önüne alması gerektiğine inanıyordu. Burada ise gerçekliğe meydan okuyan bir yaklaşım görülüyor. Bu hayalci, hayalci olduğu kadar da devrimci slogan 68 Mayısında Fransa'nın başkenti Paris'in duvarlarını hayal gücünün çiçekleriyle bezeyen nice slogandan biriydi. 68 Mayısı, ABD ve Avrupa'nın burjuva toplumlarında İkinci Dünya Savaşı sonrasında yirmi yıl hüküm süren muhafazakârlığın gençliğin yeni düşleriyle delik deşik olduğu bir hayal gücü isyanıdır. 68 Mayısı Paris'inin bir başka sloganı da "Bütün iktidar hayal gücüne!" idi.
Ama hayal gücünün böylesine canlanması için insanlığın kolektif olarak harekete geçmesi ve mücadele etmesi gerekiyor. Mayıs 68'de bütün toplumsal ilişkileri ve bütün yerleşik kültürel kalıpları sorgulayan gençlik bunu Paris'in ünlü kafelerinde yapmıyordu! Hayal gücü barikatlarda ve sokak savaşında, polisin gazına ve copuna karşı isyan etme cesaretini gösterenlerin zekâlarından ve duygularından fışkırıyordu. Başta ünlü Sorbonne ve Nanterre Üniversiteleri'nin öğrencileri olmak üzere, Paris'in ve Fransa'nın bütün üniversitelerinin öğrencileri, Mayıs 68'de sadece daha insani bir eğitim değil, baştan aşağı farklı, her şeyin sermayenin düzleştirici cenderesine göre kalıplaştırılmadığı, daha sahici insan ilişkilerine dayanan bir toplum talebiyle ayaklanıyorlardı. Üniversitelerdeki bu isyan o kadar sert mücadelelere, bunun yanı sıra o kadar gönül çelici düşlerin ifadesine yol açacaktı ki, Mayıs 68 hep bir öğrenci isyanı olarak hatırlanmıştır.
Tarihin en büyük genel grevi
Evet, 68 Mayısı bir öğrenci hareketi olarak başlamıştı. 2 Mayıs'ta Nanterre, 3 Mayıs'ta Sorbonne, sonra da öteki üniversitelerin öğrencileri boykota gitti. 6 Mayıs'ta Paris'te 20 bin öğrencinin katıldığı yürüyüş polisin taarruzuna uğrayınca barikatlar kurulmaya başladı. Polis baskısı karşısında liseliler de harekete katıldılar. 10 Mayıs'taki büyük yürüyüş yine polis saldırısına uğradı, sokak savaşları sabahlara kadar devam etti. Polisin gaddarlığı karşısında işçi hareketi de protestoya katıldı. 13 Mayıs'ta işçi sendikalarıyla öğrencilerin birlikte katıldığı bir yürüyüş bir milyondan fazla insanı bir araya getirdi. Artık devrimci bir dinamik başlamıştı. Öğrenciler Fransa çapında en az 400 "eylem komitesi" oluşturmuşlardı: kitle demokrasisi çiçekleniyordu. Ama 14 Mayıs'tan itibaren işçi sınıfı da bir destek güç olmaktan çıkarak mücadeleye boylu boyunca katılacaktı.
Mayıs 68 aynı zamanda tarihin en büyük ve en uzun genel grevine ve fabrika işgallerine tanık olmuştur. 14 Mayıs'ta üç bin işçiyle başlayan grev, 18 Mayıs'a gelindiğinde bir milyon işçiyi, 22 Mayıs'a ulaşıldığında ise 9 milyon işçiyi etkisine almıştı. Bu işçilerden 4 milyonu aralıksız 18 gün grevde kalmıştır! Grev ilan edilen fabrikaların önemli bir bölümü haftalarca işçiler tarafından işgal edilmiştir. Bir bütün olarak bakıldığında, grev bir buçuk aydan daha uzun sürmüştür. 1993'te yapılan ve yaklaşık 20 milyon işçinin katıldığı Brezilya genel grevi belki aynı anda greve çıkan işçi sayısı bakımından Fransa 1968'i geride bırakmıştır. Ama Brezilya'daki grev tek bir gün sürmüştür. 1968 Fransa genel grevi uzunluğu, dayanıklılığı ve bir fabrika işgalleri dalgasıyla güçlendirilmesi bakımından hâlâ tarihin en büyük genel grevidir.
İşte 68 Mayısına asıl devrimci karakterini veren budur. Fransa'nın İkinci Dünya Savaşı sırasında "ulusal kahraman" diye bellediği, dönemin cumhurbaşkanı General de Gaulle, öğrenciler polisle çatışıyor olduğundan değil, işçi sınıfı bu denli sarsıcı biçimde ayağa kalktığından dolayı grevin militanlığının doruğuna ulaştığı bir anda, 29 Mayıs'ta ülkeden kaçmıştır! Düşünün, bir ülkenin cumhurbaşkanı ülke sarsılırken gizlice ortadan yok oluyor, Almanya'da bir askeri üste (daha altı yıl önce Cezayir savaşı dolayısıyla darbe girişiminde bulunmuş olan) gerici Fransız generalleriyle ve belki de öteki emperyalistlerin temsilcileriyle görüşüyor. Devrimci krizin yarattığı tehdidin burjuvazinin temsilcilerince nasıl kavrandığının daha iyi bir ifadesi olabilir mi?
Mayıs 68'in bir dersi isyan ise, öteki dersi işçi sınıfı için siyasi önderliğin ne denli önemli olduğudur. Fransız burjuvazisini içine düştüğü bu çukurdan kurtaran, işçi sınıfı içinde sağlam bir örgütlenmeye sahip olan Fransız Komünist Partisi (FKP) ve onun kontrolündeki en büyük sendikal konfederasyon CGT olmuştur. Stalinizmin "barış içinde bir arada yaşama" dogması çerçevesinde kendi burjuva düzenine bağlı bir parti haline getirilmiş FKP ile CGT'nin "komünist" bürokrasisi, tarihin gördüğü en büyük genel grevi, "Grenelle Anlaşmaları" olarak anılan bir müzakere süreci sonunda bazı kırıntılar karşılığında çözmeyi kabul etmiştir. Stalinizmi sadece Sovyetler Birliği'nin belirli bir dönemine ait bir "yanlışlar" dizisi olarak görenler, bürokrasinin bütün dünya komünist hareketini tanınmaz hale getirdiğini anlayamayanlar için Mayıs 68'den öğrenecek çok şey vardır.
Geniş anlamıyla 1968
1968 denince dünyada akla önce Mayıs ayında başta Paris olmak üzere Fransa'da yaşanan olaylar gelir. Türkiye'de ise Haziran 68'in üniversite boykot ve işgalleri. Ama hiçbir sosyal ve politik hareket takvimlerin suni sınırlarına sığmaz. Eğer 68 sosyal mücadeleler tarihi açısından bu kadar önemliyse, bunun nedeni söz konusu olayların ötesinde, 1960'lı yılların ortasından 1970'li yılların ortasına kadar kapitalist ülkelerde işçi sınıfının, öğrenci gençliğin, başta ABD'de siyahiler olmak üzere ezilen ırkların ve halkların, kadınların, eşcinsellerin, kısacası bütün ezilen grupların kendi hakları için ayağa kalkmaları, başta Vietnam, Latin Amerika ve Filistin olmak üzere emperyalizm tarafından ezilen ülkelerde muazzam bir mücadele dalgasının yükselmesi, bürokrasi tarafından yozlaştırılmış sosyalizme geçiş toplumlarında ise halkın ve öğrencilerin rejime başkaldırmalarıdır.
1968'in Fransa olayları ile birlikte sembolik önem taşıyan öteki iki olayı Vietnam'daki Tet Taarruzu ile Prag Baharı'dır. İlki ABD emperyalizmi ve müttefiklerine karşı kahramanca bir bağımsızlık savaşı veren Vietnam halkının bir genel askeri taarruz ve devrim provasıdır. Ocak sonunda başlayarak Eylül ayına kadar devam etmiş, işgal güçlerine büyük kayıplar verdirmiş, savaşta bir dönüm noktası olmuş ve bütün dünyanın dikkatini Vietnam Savaşı'na çevirerek uluslararası planda savaş karşıtı hareketin muazzam boyutlara erişmesine yol açmıştır.
Prag Baharı ise Çekoslovakya'da Komünist Partisi'nin Alexander Dubçek yönetiminde ülkeyi Sovyet bürokrasisinin sultasından uzaklaştırma ve daha demokratik (ama bir yandan da daha piyasacı) bir rejime doğru hareket etme çabasını temsil eder. Çekoslovakya'da bahar aylarında başlayan bu mayalanma, Ağustos ayında "Doğu Bloku" diye anılan bürokratik işçi devletlerinin ortak askeri örgütü Varşova Paktı'nın tanklarının Prag'ı işgal etmesiyle bastırılacaktır. Ancak Prag Baharı, bürokrasinin bu toplumlar üzerindeki baskısına karşı isyanda önemli bir kilometre taşı olacaktır.
Böylece, Fransa 68 Mayısı, Tet Taarruzu ve Prag Baharı, emperyalist dünyada, emperyalizme bağımlı ülkelerde ("Üçüncü Dünya"da) ve bürokratik işçi devletlerinde kendi farklı yöntemleriyle 1968 yılını bir isyan yılı haline getiriyordu. Ama bütün bir dönem olarak alındığında 1968 bir dizi başka ülkede bir dizi farklı hareketin doğuşuna ve kimi hâlâ devam etmekte olan mücadelesine verilen addır. Şimdi bunları çok kısa bir biçimde ele alalım.
İşçi sınıfı mücadeleleri: 1968 ertesinde birçok ülkede onyıllardır görülmemiş düzeyde büyük işçi mücadeleleri patlak verdi. Bunların en önemlileri, İtalya'da, Arjantin'de ve Britanya'da yaşanmıştır. 1969'da İtalya'da yaşanan "Sıcak Sonbahar" adıyla bilinen mücadeleler, bütün bir genç işçiler kuşağının yüzünü sola dönmesiyle sonuçlanmanın yanı sıra Stalinist bürokrasinin işçi sınıfı üzerindeki hegemonyasını kırmış, 70'li yıllarda daha devrimci eğilimde bir İtalyan solunun doğmasına temel olmuştur. Arjantin'de 1969 Mayısında yaşanan Cordobazo ve Rosariazo diye bilinen olaylar, Cordoba ve Rosario kentlerinde işçi sınıfının gençlikle el ele ayaklanmasını temsil eder. Bu ayaklanmalar 1966'da kurulmuş olan askeri diktatörlüğün 1973'te yıkılmasına giden yoldaki ilk adım olmuştur. Britanya'daki 1972 başarılı madenciler grevi ise Muhafazakâr Parti hükümetinin yıkılışıyla sonuçlanmıştır.
Güney Avrupa'da bir devrimci kuşak: 1968 ile 1975 arası yıllar, Avrupa'nın güneyinde bulunan bütün ülkelerde ciddi bir devrimci mayalanma dönemi olmuştur. Bu dönemde Fransa (Mayıs 68), İtalya (1969 "Sıcak Sonbahar"), Yunanistan (1974'te "Albaylar Cuntası"nın devrilmesiyle sonuçlanan 1973 Politeknik ayaklanması), İspanya (Franco'nun ölümü ertesinde büyük işçi sınıfı mücadeleleri ve faşist diktatörlüğün devrilmesi) ve Türkiye (1968 ve sonrasında öğrenci mücadeleleri, 1970'te 15-16 Haziran büyük işçi isyanı, köylülerin toprak işgalleri ve "üretici mitingleri", Kürtlerin "Doğu mitingleri" vb.) ciddi kitle mücadeleleriyle sarsılırken Portekiz'de 20. yüzyıl Avrupasının son devrimi yaşanmıştır. 1974 Portekiz devrimi çürümüş bir faşist rejime karşı bir askeri ayaklanma ile başlamış ama daha sonra demokratik bir devrimden bir proleter devrimine doğru bir sürekli devrim dinamiği içine girmiştir. Ancak, hem sol önderliklerin hatalı yönelişleri, hem de devrimcilerin yuvalanmış olduğu bir askeri birliğin yaptığı erken çıkış dolayısıyla 1975'ten itibaren sönümlenmiştir.
ABD'de toplumsal çalkantı: ABD, 1960'lı yılları büyük bir toplumsal çalkantı ile geçirdi. Önce ülkenin güneyinde o dönemde hâlâ katı ırk ayrımı ("segregation") kurallarına tâbi olarak yaşamakta olan siyahilerin "medeni haklar hareketi" ülkeyi 1960'lı yılların başından itibaren sarstı. Hareketin pasifist kanadı 1968'de bir suikaste kurban giden Martin Luther King Jr.'un adıyla özdeşleşmiştir. Hareketin devrimci kanadının manevi önderi, siyah İslami hareketten ayrıldıktan sonra devrimci Marksizme yaklaşan, enternasyonalist bir bakış açısıyla yüzünü Afrika siyahlarına da çeviren, Che Guevara ile temas içine giren Malcolm X'tir. Malcolm X 1965'te bir suikastte öldürülmüştür. En önemli devrimci örgüt ise 1966'da kurulan Kara Panter Partisi'dir. Medeni haklar hareketini, bir yandan Vietnam Savaşı karşıtı dev bir hareket örerken (Washington'da bir milyon insanın katıldığı protesto mitingleri) bir yandan da "Amerikan hayat tarzı"na karşı isyan içinde yeni kültürel biçimler yaratan ("hippie"ler veya "çiçek çocukları") öğrenci gençlik hareketi izlemiştir.
Latin Amerika devrimi: 1960'lı yıllar Latin Amerika'da Küba devriminin yarattığı ivme ve Che Guevara'nın örgütlenmesine katkıda bulunduğu kıta çapındaki devrimci hareket sonucunda, gerilla mücadelesinin damga vurduğu bir devrimci yükselişe sahne olmuştur. Guatemala'dan 70'li yılların ilk yarısında Arjantin'e, askeri diktatörlük altındaki Brezilya ve Uruguay'dan Che'nin kendisinin hayatını yitirdiği Bolivya'ya birçok ülkede gerilla hareketleri doğmuştur. Kıta işçi sınıfının bu dönemdeki en büyük kitle hareketi ise 1970-73 arasında Şili'de Allende yönetimindeki Halk Birliği hükümeti döneminde, hükümetin uzlaşma politikalarının dışına taşarak devrimci bir durum yaratan Şili proletaryası ve yoksul köylülüğünün mücadelesidir. Bu mücadele hükümetin reformist stratejisi yüzünden büyük bir yenilgiyle sonuçlanmıştır.
Ulusal kurtuluş mücadelelerinin yükselişi: 1960'lı yıllar çeşitli coğrafyalarda ulusal kurtuluş hareketlerinin yükselişine tanık olmuştur. Vietnam ve Küba'nın yanı sıra bir dizi Afrika ülkesinde (Kongo, Mozambik, Angola, Gine-Bissau vb.) sömürgeciliğe karşı savaş emperyalizmin duvarında ciddi çatlaklar yaratmıştır. Avrupa'da uzun süredir uykuya dalmış olan İrlanda, Bask ve Katalan ulusal kurtuluş hareketleri 1960'lı yılların sonu ve 70'li yılların başlarında yeniden canlanmıştır. Aynı şey Irak'taki Kürt halkı için de geçerlidir. En önemlisi, 1948'de İsrail tarafından vatanından kovulan Filistinlilerin 60'lı yıllarda gerilla mücadelesi başlatması ve 70'li yılların ortalarına kadar çarpıcı eylemlerle dünyanın dikkatini bu vahim soruna çekerken bir yandan da sürgünde bir devletin çekirdeğini oluşturabilecek bir demokratik yapılanmaya gitmeleridir.
İkinci dalga feminizmin doğuşu: 20. yüzyılın başında esas olarak kadınlara oy hakkı talebi etrafında doğan ama sonra uzun süre bir güneş tutulmasına uğrayan kadınların kurtuluş hareketi, 1968 döneminde feminizmin ikinci dalgası olarak yeniden doğmuştur. Dünya çapında yaşanan toplumsal ve siyasal mayalanma içinde devrimci erkeklerin dahi erkek egemen toplumun tutsağı olduğunu kendi deneyimiyle yaşayan mücadeleci kadınlar, son kırk yıldır dünya çapında toplumsal mücadelelere damgasını vuran feminist mücadeleyi başlatmışlardır.
Eşcinsellerin isyanı: Yüzyıllardır ağır bir baskı altında yaşayan eşcinseller, 1969'da New York'ta polisle günlerce çatışmaya girdikleri Stonewall İsyanı sonrasında cinsel tercihleri yüzünden gördükleri eziyete karşı mücadeleye başlamıştır. Hareket ülkeden ülkeye yayılarak günümüze kadar sürmüştür.