İsrail, Gazze'de soykırıma doğru (20-02-2008)
Lübnan’da aldığı yenilgiden sonra kendisini toplamakta uzun süre zorlanan İsrail yönetimi, bu tarifsiz barbarlığını daha da öteye taşımak için beklediği fırsatı, geçen ay Bush’un Ortadoğu’ya düzenlediği ziyaretle yakaladı. Bush ile Olmert kameralara gülücükler dağıtırken İsrail ordusu Filistinlileri katletmekle meşguldü. Bush, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi emperyalizm ve Siyonizm işbirlikçisi Arap ülkelerin liderleriyle soytarılık yaparken ölen Filistinlilerin sayısı katlanarak artmaya devam ediyordu. Kanla gelen Bush kanla gittiğinden emin olarak ülkesine döndükten sonra İsrail son kozunu da oynadı ve Gazze’ye en temel besin ve sağlık malzemelerinin girişini de durdurdu. Kentin elektriğini kesti ve yakıt transferini engelledi. Bütün şehir karanlığa gömüldü. Elektriksiz çalışamadıkları için fırınlar ekmek üretemez oldu. Elektrikle işleyen pompalar durduğu için zaten mikrop kaynayan sular hiç akmaz oldu. Araçlar çalışmadığı için, hâlâ gidecek bir işi olan az sayıda Filistinli de işine gidemedi. Hastanelerde ağır hastalar, kuvözlerdeki bebekler, diyaliz gibi enerjiyle çalışan makinelere bağımlı hastalar teker teker ölmeye başladı.
Bu noktadan sonra İsrail’in yaptığını bildik kelimelerle özetlemenin imkânı yok ama illa bir adlandırma gerekiyorsa bu soykırım girişiminden başka bir şey olamaz. Mayasında varlıklı olmayan Yahudilere düşmanlık ve Nazizmle işbirliği de bulunan, o dönemde, ne kadar çok Yahudi öldürülürse benim çıkarlarım o kadar meşru görünür mantığıyla hareket eden Siyonizm, Yahudi soykırımını İsrail'in kuruluşunun bir numaralı gerekçesi olarak kullanmıştı. Şimdi Gazzelilere yaptığı Nazi zulmüne yaklaşıyor çünkü bir buçuk milyon Filistinli'yi açlıktan, susuzluktan, hastalıktan kırarak bir kerede öldürmeye kalkışıyor İsrail. Hem de bütün dünyanın gözleri önünde. Medeniyet şampiyonu geçinen Avrupa'nın, Irak'taki hal ortadayken hâlâ demokrasi götürme misyonu taşıdığını iddia eden ABD'nin, artan petrol fiyatları sayesinde daha da zenginleşen Arap liderlerinin, özellikle Gazze’ye olan sınırını kapalı tutarak kuşatmaya katılan Mısır'ın ve İsrail'in kölesi haline gelen Mahmud Abbas’ın desteğiyle.
İşbirlikçilik ve ihanetin de türleri varsa, bunun en mide bulandırıcısını sergileyen Mahmud Abbas, İsrail ile işbirliği yapmasının sonucunun bu olacağını bile bile gitmişti Kasım ayında ABD'de yapılan Annapolis zirvesine. Barış ve " iki devletli çözüm" laflarının bolca sarf edildiği bu zirve aslında Abbas’ın İsrail’in Batı Şeria’daki sömürge valisi olarak takdisi için yapılmış bir törenden başka bir şey değildi. Sonrasında açılan bağış kampanyasında emperyalist ülkelerden Abbas yönetimine yağan milyonlar da adeta düğünlerdeki takı törenlerini andırıyordu.
Bunun hemen ardından gelen saldırılarına gerekçe olarak İsrail, Gazze'den birkaç Yahudi yerleşimine fırlatılan füzeleri gerekçe gösteriyordu. İki yılda ölen yüzlerce Filistinli'ye karşılık bu füzeler nedeniyle yalnızca 12 İsrailli'nin öldüğü biliniyorken bu gerekçeyi öne sürmek, bütün dünyanın gözünün içine baka baka, “Filistin'i yok ediyorum, var mı karışan?" demekten başka ne anlama gelebilir? İsrail, neredeyse bir gerekçe bile gösterme zahmetine katlanmadan böyle bir zulme kalkışabilmesini ABD ve AB’nin yanı sıra bütün bir Batı medyasının desteğine borçlu.
Bütün bu tabloda Türkiye de utanç verici bir biçimde İsrail'in yanında duruyor. Üstelik bu destek hiç de öyle pasif bir destek değil. Bush Ortadoğu turuna çıkmadan hemen önce Cumhurbaşkanı Gül’ün ABD’ye yaptığı ziyaretin amaçlarından biri, Ortadoğu politikasında ABD’ye destek görüntüsü vermekti ve Türkiye’nin PKK'ye karşı aldığı desteğin diyeti olarak ödediği ilk taksitti. Başbakan Erdoğan, Gazze saldırısı nedeniyle İsrail'e esip gürledi ama bu sertliğin laftan öteye geçmeyeceğini çok iyi biliyoruz. Nitekim İsrail savunma bakanı Ehud Barak, iki ülke arasındaki askeri işbirliğini görüşmek üzere 12-13 Şubat tarihlerinde Türkiye'ye gelecek.
Üçüncü İntifada mı?
Gazzelilerin topluca maruz kaldıkları bu zulme karşı direnmekten başka bir çareleri yok. Nitekim İsrail’in Gazze’ye her türlü giriş çıkışı kestiğinin altıncı gününde Hamas militanlarının Mısır'la olan Refah sınır duvarını havaya uçurmasıyla halk temel ihtiyaçlarını sağlayabilmek için Mısır'a akın etti. Bu, İsrail zulmüne karşı yeni bir isyan dalgasının ilk işareti olabilir. Filistin başbakanı Hamas'lı İsmail Haniye'nin siyasi danışmanı Ahmed Yusuf, bu hareketin İsrail’e karşı Üçüncü İntifada'nın, yeni bir halk isyanının başlangıcı olabileceğini ve İsrail kuşatmaya son vermezse bu kez işgal altındaki topraklara açılan Enez geçiş noktasına yüklenmeyi ciddi ciddi düşündüklerini söyledi ve Batı Şeria'daki Filistinlileri de aynı şeyi yapmaya çağırdı. Tabii bu sadece bir söz ve gerçeğe dönüşüp dönüşmeyeceğini zaman gösterecek.
Hamas, İsrail’in ve işbirlikçi El Fetih'in saldırılarına boyun eğmeyerek iyi bir sınav verse de, mücadeleyi bundan öteye taşıyacak şekilde Filistin halkına önderlik etme noktasında tereddüt etti, son iki yılda Siyonist bir tuzaktan başka bir şey olmayan iki devletli çözüm arayışına kapı araladı ve şimdi bu yanlış politikanın sonuçlarını yaşıyor. Bu noktadan sonra Hamas’ın Abbas’a bağlı El Fetih'le yeniden uzlaşma kanalları araması Gazze'deki durumun daha da kötüleşmesinden başka bir sonuç vermeyecek. Gazze kuşatmasını yarmanın tek yolu, bütün bir Filistin halkını İsrail zulmüne karşı yeni bir isyan dalgasına yönlendirmekten ve Siyonist İsrail devletine karşı Yahudi ezilenlerinin de olabildiğince desteğini kazanmaya çalışmaktan geçiyor. Bunun için, işçi sınıfının ulusları ve dinleri aşan birliğini temel alan bir örgütün önderliğine duyulan ihtiyaç bugün çok daha yakıcı.
Filistin’e devrimci ve sosyalist bir önderlik gerek
Refah duvarı yıkılınca Gazzeliler alışveriş için Mısır dükkanlarına akın ettiler. Ancak, geçici bir süre için bile olsa böylece rahat bir nefes alabilenler yalnızca, alışveriş edebilecek parası olanlardı. Haber programlarında insanların, duvarın yıkıntıları üzerinden Gazze tarafına koyunlar, sığırlar, hatta vinç yardımıyla develer geçirdikleri görülüyordu. Motosiklet, elektronik eşya gibi görece lüks sayılabilecek ürünleri sırtlayıp dönenler de vardı. Bu tablo, İsrail’in bir bütün olarak yok etmeye çalıştığı Gazze'de de sınıfların olduğunu çarpıcı bir biçimde gösteriyor. İsrail zulmüne son verecek olan mücadelenin temel direğinin, bu tür ihtiyaçlarını dahi karşılayacak durumda olmayan Filistinliler olacağı, Gazze'nin bu ağır şartlardan sağsalim çıkabilmesi için en temel gereksinimin, kentte derhal sosyalist seferberlik ruhuyla bir dayanışma ağının örülmesi olduğu açık değil mi?
Gazze krizi sürdüğü sırada, sosyalist çizgiye en azından bir zamanlar daha yakın olan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) adlı örgütün tarihsel önderi George Habbaş’ın sağlık nedenleriyle öldüğü haberi geldi. FHKC’nin eski mücadeleciliğinin sürdüğü söylenemez. 1993’te Arafat’ın Siyonizme ve ABD'ye boyun eğerek vardığı Oslo sözde barışına karşı çıksa da FHKC, Arafat'ın uzlaşmacı FKÖ'sünden çıkmadı. Daha da kötüsü bu tutumu tam bir teslimiyetçi ve hain gibi davranan Mahmud Abbas döneminde dahi sürdürdü. Filistin solunun bugün zayıf bir güç konumuna sürüklenmesinin ve Siyonizme karşı mücadelenin önderliğini Hamas gibi örgütlere kaptırmasının altında işte bu tür affedilmez hatalar yatıyor. Dileğimiz, Habbaş’ın ölümünün, Filistinli sosyalist örgütlerin, bugün tek çözüm yolu olan, Arapların ve Yahudilerin laik ve sosyalist devletinin kurulması hedefi temelinde birlikte yeni bir mücadeleciliğe girişmesi gerekliliğini hatırlatacak anlamlı bir işaret rolü oynamasıdır.