Üniversitede bildiri savaşları: Akademik özgürlük cesaret ve samimiyet ister! (17-02-2008)
İşçi Mücadelesi, sürekli olarak burjuvazinin bir iç savaş yaşadığından bahsediyor ve türban tartışmasını da bu temelde tarif ederek işçileri ve emekçileri farklı burjuva kamplarının peşine takılmamaları konusunda uyarıyor. Bu aynı zamanda Devrimci İşçi Partisi Girişimi’nin de ana politik hattını ortaya koyuyor. Bu durumda gerçekten bir alternatif yaratmak, öncelikle soruna sınıfsal bir perspektiften bakabilmeyi sonra da gerçekten samimiyet ve cesareti gerektiriyor. “Grev okulu devlet okulundan özgürleştiricidir” diyerek sorunun çözümü için verilerin sınıf mücadelesinde aranması gerektiğini söyledik. O çok kaygı duyulan “muhafazakârlaşma ve kutuplaşma” sürecinde türbanlı ve başı açık emekçilerin omuz omuza verip beraber oldukları tek alanın burjuvaziye karşı mücadele olduğunu deneyimlerimizle görüyoruz. Üniversite kapıları emekçi çocuklarına açılsın derken elbette ki başörtüsü ya da türban ayrımcılığına karşıyız. Ama üniversite kapılarını emekçi çocuklarına kapayan, üniversitelerin ticarileştirilmesinin lokomotifliğini yapanın da YÖK sistemi olduğunu biliyoruz. Bu yüzden YÖK’ün başkanı da değişse, yönetim kuruluna “solcular”, “demokratlar” da girse, YÖK’ün icraatları hiçbir zaman işimize gelmiyor. YÖK’e karşı, Kemalist olsun İslamcı olsun her türlü akademik darkafalılığa karşı, üniversitelerin ticarileşmesine, burjuvazinin dolaysız kontrolüne girmesine karşı tutarlı bir mücadele vermenin gerekliliğine inanıyoruz. Görünürde üniversite üçe bölünmüş gibi duruyor. Bildirilerin başlıkları ortaya konan duruşları da özetler nitelikte. İlk bildirinin başlığı “Üniversitede özgürlükler”, sonraki “gericiliğe izin vermeyeceğiz” ve nihayet sonuncusunun başlığı “hem özgürlük, hem laiklik”… Üniversitenin öğretim elemanları, profesöründen asistanına bu üç bildiri çerçevesinde tutum alıyorlar. Gerçekten de tutum alınmasını zorunlu kılan üniversitelerin iç yaşamını doğrudan etkileyen önemli bir başlık türban. “Türkiye’nin gündemi bu olmamalı” türünden çıkışlar, yaşananlar karşısında tutum almaktan kaçınarak sorunun etrafından dolaşmaya yarıyor yalnızca.
Türban konusunda tutum almak gerekli elbette; bunun imza metinleriyle mi yoksa başka türlü mü yapılabileceği ayrıca tartışılabilir. Ancak yaşanan bildiriler savaşının üniversitelerin durumunun ortaya konması açısından sunduğu tablo hepsinden önemli. “Üniversitede özgürlükler” başlığıyla bildiri yayınlayanlar, özgürlükler yerine tek bir özgürlüğü, kılık kıyafet özgürlüğünü savunarak baştan tutarsız bir tutum sergilemişlerdir. Bu tutarsızlık yeni değildir. Bir süredir YÖK’le çatışma halinde olan, oylarıyla seçtikleri rektör adayları cumhurbaşkanından geri dönen bu kesim, bu günlerde YÖK başkanının değişmesiyle rahat bir nefes almıştır ve “üniversitede özgürlükler”in başlıca engelleyicisi olan YÖK’e paralel bir çizgi izlemekte herhangi bir sakınca görmemektedir. Bu cenahın özgürlükleri savunmak konusundaki samimiyetine en ufak bir güven duymak olanaksızdır. ÜKD’nin türban karşıtı bildirisine gelince, bu bildiri türbanı gerici bir siyasal saldırı temelinde tarif ederek “gericiliğe geçit vermeme” çağrısı yapıyor. Buna karşın gerek ÜKD’nin gerekse de ÜKD’nin yakın durduğu TKP’nin, üniversitelerdeki gericiliğin kalesi olan YÖK’e karşı muhalefeti ancak YÖK başkanı değiştikten sonra yükselttiğini de görmek gerekiyor. ÜKD’nin ne imza metninde ne de tüzüğünde ve amaçlarında YÖK’ün kapatılmasına dair bir ibare var. Ayrıca, TKP’li öğrenciler -şimdiki adlarıyla Yurtsever Öğrenciler- yıllardır YÖK protestolarına katılmıyorlar. Bu çevrenin YÖK’le açık bir işbirliği içinde çalıştığı söylenemez tabii. Fakat üniversitede gericiliği salt türban ve İslami hareket temelinde tanımlamanın tutarsızlığı ve mücadeleyi saptırdığı, Kemalist (İslamcı karşıtı) kadrolarla yönetildiği sürece YÖK’ü ıskalamaya yol açtığı ortada. Bugün türban yasağına karşı sesini yükselten Kemalist ve solcu öğretim üyelerinin birçoğunun, çeşitli aşamalarda YÖK’ün gazabına uğramalarına rağmen, 28 Şubat’tan bu yana YÖK’e karşı muhalefet etmeyi bıraktıklarını, bazılarının YÖK üyesi olduğunu ve kimi zaman -özellikle türban gibi konularda- YÖK’e açık biçimde destek verdiklerini biliyoruz. Bu çerçeveden bakıldığında türban karşıtı cephenin samimi olsa bile tutarlı olmadığı bu yüzden de inandırıcılıktan uzak olduğu görülmektedir. Bu haliyle geçit vermemeye çağırdıkları dinci gericiliğin elini güçlendirdikleri de ortada.
Gelelim bu tutarsızlıklar ve samimiyetsizliklerle dolu tartışma sürecinde bir alternatif olarak doğan üçüncü metne. “Hem özgürlük, hem laiklik”… Metin haklı olarak türban özgürlüğünü savunanların başka özgürlükleri göz ardı ettiğini vurguluyor ve buna karşı şu talepleri öne sürüyor: “ ‘Ötekilerin’ fiilen baskı ve ayrımcılığa maruz bırakılmalarına karşı açık yasal yaptırımlar getirilmesi, 301. maddenin derhal kaldırılması, din derslerinin zorunlu olmaktan çıkarılması, akademik özgürlüklerin güvence altına alınması, Kürt, Alevi ve gayrimüslim yurttaşların eşit hak istemlerinin karşılanması, emekçilerin sendikal ve sosyal haklarının genişletilmesi ve toplumun ezilen-yoksul kesimlerinin her düzeyde yoksun bırakıldıkları eşit ve nitelikli eğitim hakkını kullanmalarının sağlanması…” Hepsine evet. Ama yine de bir sorun var. En büyük sorun YÖK, yine yok! Bu kadar BÜYÜK bir sorunun gözden kaçmasını akıl almıyor. Metnin bütününe bakıldığında ise nedeni anlaşılıyor. “Demokrasi samimiyet ve cesaret ister” gibi iddialı ve sloganvari bir cümleyle sona eren metnin tüm bu tavır alışı cesaret ve samimiyetle gerçek bir alternatif yaratmak için değil tarafları uzlaştırmak için yazıldığını, “Toplumsal mutabakatın, ancak bu temelde gerçekleşebileceğine inanıyoruz” cümlesinden anlıyoruz. Böylece bu metnin, kendilerini diğer iki bildiriye de ait hissetmeyenler için iç rahatlatıcı bir alternatif olmanın ötesine gitmesi de mümkün görünmüyor.
Bu üçüncü ve tek ilerici bildiride, metni kaleme alanların sol liberal ideolojik-politik tavrının izleri böylece açığa çıkıyor. Bu metne imza atan Marksist ve sosyalist öğretim kadrolarının konumunu anlıyoruz. İki büyük gericiliğin karşı karşıya geldiği bir alanda, bu bildiri bir soluk alma aracı gibi görünüyor. Ama Marksist ve sosyalist öğretim kadrolarının “toplumsal mutabakat”ın nasıl sağlanacağı konusunda burjuvaziye akıl öğreten bir metne imza atarken içlerinin rahat etmemiş olduğunu da ummak istiyoruz. İşte tam da bu çelişik durum bize şu soruyu sordurtuyor: Üniversitenin Marksist ve sosyalist öğretim kadroları neden kendileri inisiyatif alıp farklı bir perspektifle bir bildiri kaleme almamışlar ve sonunda “toplumsal mutabakat” şiarıyla biten sol liberal bir bildiriye mahkûm olmuşlardır? 2002 yılında AB’yi destekleyen bir bildiriye faşist-sol karması bir milliyetçi bildiri ile cevap verilince, İşçi Mücadelesi inisiyatif almış ve milliyetçiliği açıkça reddederken AB’ye sınıf perpspektifi ile karşı çıkan bir bildiriyi solun geniş çevrelerine yayarak proleter doğrultunun tartışmanın bir kutbu haline getirilmesine katkıda bulunmuştu. Üniversite kadrolarının da kendilerini doğrudan ilgilendiren bir konuda aynı şeyi yapması gerekmez miydi?
Bu mücadele göründüğü kadar kolay değil. Önce öğretim üyelerinin kendilerine dönüp bakmaları gerek. AKP, %47 oy alıp da iktidara geldiğinde AKP’li olmayan akademisyenlerdeki en yaygın tavır halkı küçümsemek, bu halktan adam olmaz demek şeklindeydi. AKP’nin odun kömür yardımlarına kanan halkla nereye gidilebilirdi ki? Peki ya üniversitedeki öğretim üyeleri… Farklı mısınız bu halktan? “Aman soruşturma almayayım”, “Dekan ne der?”, “Rektör ne der?” diye diye yaşanan onca olay karşısında suskun kalanlar, yılların arkadaşlıklarını hiçe sayan, sorun yaşayan meslektaşlarını YÖK, rektör, dekan şeytan üçgeni karşısında yalnız bırakanlar sizler değil misiniz? Kariyerleriniz tehlikeye girmesin diye hem kendi akademik çalışmalarınıza otosansür uygulayan, asistanlara aynı doğrultuda baskı yapan sizler değil misiniz? O yardımcı doçentlikler, doçentlikler, profesörlükler, bölüm başkanlıkları, enstitü, yüksekokul müdürlükleri… Bunlar da sizin odunlarınız kömürleriniz değil mi? İstisnalar kaideyi bozmaz.
Akademik özgürlük cesaret ve samimiyet ister!