Che: devrimci enternasyonalizmin çığlığı (06-10-2007)
Ne var ki, Che Küba devriminin zafere ulaşmasından sonra da dur durak bilmeksizin devrim uğruna mücadele etmeye devam etmiştir. Daha iktidara geçer geçmez Küba devriminin deneyiminin başka Latin Amerika ülkelerinde de uygulamaya konulması için derhal bazı ülkelerin devrimcilerini örgütlemeye girişti. 1959’dan itibaren değişik aşamalarda Nikaragua, Dominik Cumhuriyeti, Guatemala, Venezüella, Kolombiya, Arjantin ve Bolivya’da Küba’nın Che aracılığıyla desteklediği gerilla savaşları başlatıldı. Bu faaliyette Küba önderliğinin başka hiçbir üyesi Che kadar faal değildi. Elbette Castro bu faaliyetlere taraftar olmasaydı Che bunları Küba devletinin desteği ile yürütemezdi. Yine de Castro ile Che arasında daha baştan itibaren var olan ve yıllar üzerinden derinleşen bir bakış açısı farklılığı vardı. Castro Sovyetler Birliği’yle ittifak yaparak ABD’nin Küba devrimine karşı düşmanlığını gemlemeye, yani Küba’yı “barış içinde bir arada yaşama” stratejisinin bir parçası haline getirmeye yatkındı. Che ise geçici taktik uzlaşmalar yapılsa da, orta vadede devrimi ayakta tutabilecek tek şeyin sosyalist devrimin Latin Amerika çapında kıtasal ölçekte zafere ulaşması olduğuna inanıyordu. Yani Che’yi başka Latin Amerika ülkelerinde devrimci faaliyetlere yönelten, emperyalizmle başa çıkmanın yolunun sadece uluslararası devrim olduğuna inanmasıydı. Latin Amerika devrimine bir romantik olduğu için değil, Marksist bir gerçekçi olduğundan dolayı bu denli önem veriyordu.
Dünya devrimi
Latin Amerika devrimcileri arasında kıta çapında bir kurtuluşu hayal edenler az değildir. Bu kıtanın ülkelerinin tarihi, coğrafi, kültürel, hatta sosyo-ekonomik bakımdan birbirleriyle ortak yanları olması, Latin Amerikalı devrimcilerin dar ülke milliyetçiliğinin ötesine taşmasını kolaylaştırır. Buna karşılık bunların çoğunluğu, ufku sadece bu kıta ile sınırlı “Latin Amerika milliyetçiliği” denebilecek bir yaklaşımın ötesine geçmekte zorlanır. Che ise bunlardan bütünüyle farklı bir tavır içindedir. Küba derhal “sosyalist blok” olarak anılan bürokratik işçi devletlerinin yanı sıra Asya ve Afrika’nın eski sömürge ülkeleri ile devrimci ilişkiler kurmuştur. Bu ilişkilerin mimarı da Che’den başkası değildir. Che 1954-62 arasında tarihin en kahramanca ulusal kurtuluş mücadelelerinden birini veren Cezayir’den, sömürgelikten kurtulur kurtulmaz emperyalizmin yerli maşalarının eline düşen Kongo’ya kadar bir dizi ülkeye seyahat etmiş, 1965 yılı boyunca ise Afrika’nın stratejik öneme sahip ülkesi Kongo’da gerilla savaşına katılmıştır. Birçok konuşmasında ve yazısında sosyalist devrimin muzaffer olabilmesi için mutlaka dünya çapına yayılmasının gerekli olduğunu ileri sürmüştür. Kısacası, Che, Lenin’in dünya devrimi perspektifini benimsemiş bir Marksisttir. Hayatının son yılında, Bolivya dağlarında Trotskiy’i okumakta olduğu ise belgelenmiştir.
Devrimin ilk yıllarında ABD’nin büyük baskısı karşısında ve Küba önderliği içinde Marksizme en bağlı insan olması dolayısıyla Sovyetler Birliği ve öteki bürokratik işçi devletleriyle ekonomik, politik, kültürel ilişkiler kurulması bakımından en faal rolü oynayan önder Che’dir. Lenin’in mozolesi üzerinde Kruşçev’in yanında Sovyet politbürosu ile birlikte Ekim devrimi kutlamalarına bile katılmıştır. (Sovyet bürokratlarının asık suratları ve gri monoton giysileri arasında Che’nin askeri üniforması, dalgalı uzun saçları ve sakalı ve hülyalı bakışlarıyla nasıl bir karşıtlık çizdiğini hayal etmek bile eğlencelidir!) Ama Sovyetler Birliği’ni tanıdıkça ve dünya politikasındaki tutucu rolünü gördükçe Che gittikçe bürokratik işçi devletlerinden uzaklaşmıştır. Sovyet bürokrasisi de bunu karşılıksız bırakmamıştır: 1964’ten itibaren Sovyet partisinin önderleri arasında Che’nin “maceracı”, (o dönemde gelişen Sovyet-Çin ayrılığı dolayısıyla) “Maoist”, hatta “Trotskist” olduğuna dair değerlendirmeler yaygınlaşmıştır.
Yeni İnsan
Che’nin Sovyetler Birliği yönetimine tek eleştirisi bürokrasinin dünya devriminden çoktan vazgeçmiş olması, emperyalizmle karşılıklı bir anlaşma içinde kendi çıkarlarını kalıcı kılmaya çalışması değildir. Che sosyalizmin inşasında da Sovyet sisteminin bütünüyle yanlış bir yolda olduğuna inanır. Che için sosyalizmin inşası aynı zamanda bir “Yeni İnsan”ın yaratılması sürecidir. Bu insan, sadece kendisinin ve ailesinin maddi çıkarlarıyla ilgilenmeyen, toplumla bütünleşmiş, insanlığın kurtuluşu için gerekirse savaşmaya ve hayatını vermeye hazır biridir. Çalışmayı sadece hayatını kazanmanın bir yolu, bir yük olarak görmez, aynı zamanda topluma yapacağı katkıdan haz alarak işini sever. Rusya’da Ekim devriminin ilk yıllarında uygulanan “Kızıl Cumartesi”lerin izinde “Gönüllü Çalışma”yı Küba devriminin ilk yıllarında önemli bir kurum haline getiren Che’dir.
Che sadece bir gerilla savaşçısı ve politikacı değildir. Aynı zamanda Küba’nın ekonomik inşasında Merkez Bankası Başkanı, Sanayi Bakanı ve Planlama Örgütü yetkilisi olarak faal görevler almıştır. Sosyalist ekonominin inşasında da Che, kendini maddi özendiricilerle sınırlayan bürokratik yönteme karşıt olarak “manevi özendiriciler”in hayati bir rolü olduğunu ileri sürmüştür. Özellikle 60’lı yıllarda Sovyet sisteminde ilk kez uygulanmaya başlayan piyasa yöntemleri ve fabrikalar arasında rekabete karşıt olarak Che’nin oluşturmaya çalıştığı yöntem bütün sanayi sektörlerinin fonlarını ortaklaştırarak işbirliği yapmalarını öngörür.
“Yeni İnsan” Che için uzak geleceğin bir soyutlaması değildir. Kendi hayatını inanılması güç bir fedakârlıkla bu anlayış doğrultusunda düzenlemiştir. Sierra Maestra’daki göz kamaştırıcı cesaretinden Küba devletinin başındayken kelimenin gerçek anlamında sabahlara kadar çalışmasına kadar, devrimci olduktan sonra hayatının bütününü insanlığın ortak mutluluğuna adamış bir insan olarak yaşamıştır. Bütün bu devrimci faaliyet içinde Che Marksist teori alanında da ciddi bir çaba göstermiş, dağlarda gerilla savaşı yaparken de Merkez Bankası başkanıyken de şevkle okumuş, sosyalizmin inşası konusunda Charles Bettelheim, Paul Sweezy, Ernest Mandel gibi, gününün en önemli Marksist teorisyenleriyle tartışmalara girmiştir. Aklıyla ve bedeniyle “yeni insan” olmak için savaşmıştır. 1965 yılında başkaları için nimet kaynağı olan iktidara sırtını dönerek önce Afrika’da, ardından Bolivya’da dünya devrimini yaymak için yeniden canını ortaya koyması, işte bu anlayışının ürünüdür.
Gerilla savaşı
Che’nin devrimciliğinin öne çıkan boyutlarından biri de elbette devrimin yöntemi olarak gerilla savaşını benimsemesidir. Gerek Latin Amerika’da gerek Afrika’da devrimci faaliyetinde ısrarla savunduğu yöntem bu olmuştur. Marksizmde yer yer “partizan savaşı” olarak da anılmış olan gerilla mücadelesi, tarih boyunca olduğu gibi modern dönemde de belirli koşullarda Marksist partiler tarafından da başarıyla kullanılmış bir yöntemdir. Gerilla savaşının kendisi Marksizm için bir sorun değildir. Sorun bu yöntemin bir strateji düzeyine yükseltilmesi ve koşullardan bağımsız olarak her ülkede savunulmasıdır. Che gerilla savaşını esas olarak yoksul köylülüğün büyük ağırlık taşıdığı Latin Amerika ülkeleri için savunmuştur. Ne var ki, kendi döneminin Latin Amerika’sının bütünü için dahi gerilla savaşının savunulması bütünüyle yanlıştır. Nitekim Brezilya, Arjantin ya da Uruguay gibi bir ölçüde sanayileşmiş, işçi sınıfının güçlü olduğu ülkeler başta olmak üzere gerilla savaşı üstüste büyük yenilgilerle sonuçlanmıştır. Yalnızca sosyo-ekonomik ve politik yapısı Küba’ya birçok bakımdan benzeyen Nikaragua’da Küba devriminden esinlenen Sandinistalar zafer kazanmıştır. Salvador, Guatemala ve Kolombiya gibi yine Küba’ya bir ölçüde benzeyen ülkelerde de zafer bir olanak olarak görünmüştür. Che’nin kendisi de üstüste iki denemede (Kongo ve Bolivya) gerilla savaşından yenik çıkmıştır. Yani Küba devriminin zaferinden hareketle gerilla savaşını genelleştirmesi Che’nin hayatının en büyük hatasıdır.
Ancak, Che’nin gerilla savaşı konusundaki ısrarı yalnızca bir strateji tartışmasıyla ilgili değildir. Latin Amerika’nın Stalinist partileri (bir aşamada Küba partisi de dahil) kitle çalışması mazereti ardına sığınarak kendi ülkelerinin “ulusal” burjuvazisinin “demokratik” kanadının peşine takılan bir politika izliyorlardı. Che bunların devrimci bir retorik ardında izledikleri reformist stratejiye karşı iradi bir tarzda kahraman bir öncünün devrimci süreci başlatabileceğini ileri sürerken aslında bu ebedi “beklemeci” tavrı şiddetle eleştirmiş oluyordu. Che’nin gerilla konusundaki yanılgıları ne olursa olsun, Stalinist ideolojinin dünya solunda hakim olduğu bir dönemde dünya çapında devrim konusundaki ısrarı ve bunu kendi pratiğiyle kanıtlaması yanında bu kesinlikle gölgede kalır. Ama en önemlisi yorulmaz bir devrimci olarak ardında bıraktığı örnektir. Bu, Che’nin kapitalizme karşı mücadele sürdükçe yaşaması için yeterlidir.