"Çözüm süreci yarım kalırsa o bölgeyi yönetemez hale geliriz"
Böyle dedi Davutoğlu. Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin başbakanı Ahmet Davutoğlu. Tekrar ve dikkatle okuyalım: "Çözüm süreci yarım kalırsa o bölgeyi yönetemez hale geliriz."
Dikkatle okuyalım çünkü Türkiye'nin içinden geçmekte olduğu durumu hiçbir solcunun anlayamadığı kadar berrak biçimde anlatan bir cümleyle karşı karşıyayız. Bir hükümetin görevi nedir? Bir ülkeyi, bütün bölgeleriyle birlikte yönetmek değil mi? O hükümetin başındaki kişi ne demiş? "...o bölgeyi yönetemez hale geliriz" demiş. Neden? Çünkü 6-7 Ekim'de başlayıp yaklaşık bir hafta süren olaylar karşısında karşısında hükümetin beti benzi atmıştır. Ne zaman söylüyor? 23 Ekim günü, partisinin Akdeniz bölgesi milletvekilleriyle görüştüğü bir toplantıda. Yani olayların sona ermesinin üzerinden neredeyse iki haftaya yakın süre geçtikten sonra. Çünkü yaşanan, kelimenin gerçek anlamıyla bir serhildandır. Yani halk isyanıdır. Ve gücü öylesine büyük bir potansiyeli ortaya koymuştur ki, başbakan artık "yönetemez hale gelmek"ten korkmaktadır!
Kürt hareketine iltihak eden kanadından ulusalcısına, sol liberalinden Stalinistine, Türkiye sosyalist hareketinin Marksizmden ne kadar kopmuş olduğunun en iyi göstergelerinden biri, hâkim sınıf sözcülerinin, devlet yetkililerinin, emperyalistlerin ezilenlerin saflarında gördüğü gücün zerresini görememeleridir. Daha önce yazdık, tekrarlayalım: Türkiye neredeyse bir yıllık bir sürenin içinde iki halk isyanı birden yaşamıştır. 6-7 Ekim'de başlayan Kobani serhildanından sonra bu tarihi önemdeki olaya, yani bir yıl içinde iki halk isyanı yaşanmasına değinen tek bir sosyalist harekete, tek bir satıra biz rastlayabilmiş değiliz. Bu AKP için faşizm odaklı sterilize rejim tahlilleri yapmaktan da, ikinci cumhuriyetin ne kadar ilerlemiş olduğu konusunda yüksek fikirlerden de, cumhuriyetin içinin nasıl doldurulacağından da önemlidir, ama sol bu meseleyi gündemine almaz, çünkü göremez. Sol, önce başka ülkelerdeki devrimler konusunda körlük göstererek başladı: Tunus ve Mısır'da yaşanan devrimleri tanıyamadı. Şimdi artık kendi yaşadığı topraklarda yaşananları göremiyor. Serhildan sol için görünmez kalmıştır. Varsa yoksa baskı ve zulümden, AKP faşizminden yakınma. Cumhuriyet gazetesi yazarı Aydın Engin gibi ayağa kalkmış Kürt halkını AKP'den öğrendiği terimle "vandallar" diye anabilen örneklerin sözünü bile etmiyoruz! Kim bilir kaç solcunun ruh durumunu açıkça ifade etmiştir!
Tarihin asıl aktörleri olan büyük halk kitleleri sol için görünmez hale gelmiştir.
"Erdoğan farkında mı, Diyarbakır düştü bile..."
Bu yazıda gazeteci Hasan Cemal'in Kobani serhildanı sırasında bölgeye yaptığı yolculuktan edindiği bilgi ve izlenimlere sık sık değineceğiz. Yukarıdaki alt başlıkta verdiğimiz alıntı, Hasan Cemal'in yazdığı yazılardan birinde yer alıyor (http://t24.com.tr/yazarlar/hasan-cemal/turklerle-kurtler-birlikte-yasayacaklarsa-bunun-yolu-artik-kobaneden-geciyor,10353). Diyarbakır bu sefer düşmedi. Ama Ahmet Davutoğlu bir dahaki sefere düşebileceğini gördüğü için "yönetemez hale gelmek"ten söz etmektedir.
Saptanması gereken ilk nokta şudur: Kobani serhildanında on binler, yüz binler mücadeleye katılmışlardır. Bazı tanıklıkları dinleyelim. "Televizyon açık. Sterk TV, Ronahi TV gibi Kürt kanallarına bakıyoruz. (...) Televizyon ekranlarındaki görüntüler çarpıcı. Meydanlar dolu, sokaklardan sel gibi kalabalıklar akıyor." (http://t24.com.tr/yazarlar/hasan-cemal/apoletli-kemalizmden-cubbeli-kemalizme,10345). Siz kendiniz büyük kanallarda hiç böyle şeyler gördüğünüzü, büyük gazetelerde böyle fotoğraflara rastladığınızı hatırlıyor musunuz? Varsa yoksa Atatürk büstünün başıyla top oynama, yanan okullar, polisle çatışan gençler, bozkurt işareti yapan kılıçlı satırlı faşistler.
Bir başka tanıklık: "Biraz sonra, yanıp sönen ışıklarla tencere tava eylemi başlıyor. Ve kadınların çektikleri zılgıtlar gecenin karanlığını yırtıyor." Hasan Cemal Diyarbakır'dan yazıyor. (http://t24.com.tr/yazarlar/hasan-cemal/hapis-iskence-surgun-olum-kurtlerin-korkacagi-ne-kaldi-ki,10368). Siz hiç Kobani sehildanında aynen Gezi ile başlayan halk isyanında olduğu gibi kadınların tencere tava eylemi yaptığını duymuş muydunuz? Varsa yoksa yanan Atatürk heykeli, sokaklarda yatan ölüler, ana meydanları işgal etmiş tanklar.
Bir başka tanıklık: "Diyarbakır'da 7 Ekim Salı gecesi kanlı gelişmelerin yaşandığı sokakların tanıkları, olayları anlattı. Gündüz Kobani'deki IŞİD saldırısını protesto eden on binler, akşam saatlerinde de caddelerde, sokaklarda yürüyordu." Hayır, tanıklık bu sefer Hasan Cemal'den değil. "Türk basınının amiral gemisi" olmakla övünen Hürriyet gazetesinin dürüst bir muhabiri, Gülden Aydın, nasıl olduysa haber merkezinin sansürünü aşmış bir haberinde yazıyor ("Balkondaki tanık anlattı", Hürriyet, 10 Ekim 2014). Gece ne olduğunu birazdan göreceğiz.
Diyarbakır'dan sonra ölümlerin yaşandığı bir başka kentten, Antep'ten tanıklık:
"Güzelvadi'nin kozmopolit bir mahalle olduğunu söylemek mümkün. Burada Türk, Kürt ve Alevi yurttaşlar birlikte yaşıyorlar. Taş ailesinin en büyük oğlu Reşit Taş hedef seçildiklerini anlatarak şu bilgileri veriyor: 'Biz bir Kürt ailesiyiz, muhalif bir yapımız var, bir tehdit olarak görülüyoruz bu nedenle evimizi taradılar!'
"Taş olay gününe ait tüylerimizi diken diken eden daha detaylı bilgiler de veriyor: 'Mahallemizde iki aydır Kobani'ye destek eylemleri sürüyordu. 9 Ekim'e kadar hiçbir problem yaşanmadı. Söz konusu gün de akşamüstü saatlerinde eylemler vardı.'"
Bu da Kürt basını ya da sosyalist basın değil. Cumhuriyet'in bir muhabirinin, Erk Acarer'in bir haberi ("Güzelvadi semti delik deşik", Cumhuriyet, 13 Ekim 2014). 9 Ekim gecesi neler olduğunu da birazdan göreceğiz.
Bütün bu tanıklıklar Kürt basınının dışından geliyor. Bunlara bütünüyle karşı kamptan bir tanığı ekleyelim. İçişleri Bakanı "misliyle" Efkan Ala, 10 Ekim günü, olayların orta yerinde yaptığı açıklamada eylemlerin 35 ile yayıldığını açıkladı.
Bütün bunlar gösteriyor ki büyük halk kitlelerinin katıldığı muazzam bir halk isyanı yaşanmıştır. Kürt hareketinin en deneyimli isimlerinden, halen Mardin Belediye Başkanı olan Ahmet Türk'ün Hasan Cemal'e tanıklığı ile bağlayalım bu ilk sonucumuzu:
"Hasan Cemal, bak bu iki gündür yaşananlar Kobanê serhildanıdır, ayaklanmasıdır. Örgütlü bir yapının ötesinde, halkın kendiliğinden isyanıdır bu..."
Sonra ekliyor: "Bugüne kadar bizim partiye hiç oy vermemiş olanlar... AKP'ye oy atmış olanlar... Hepsi Suruç'taydı. Onlar da sokağa çıktılar" (http://t24.com.tr/yazarlar/hasan-cemal/apoletli-kemalizmden-cubbeli-kemalizme,10345).
Kobani serhildanına verilen yanıt
Kobani serhildanı, devletin hazırlıklı olduğu için halkın üzerine dört koldan saldırdığı Kürt illerinde odaklaşmıştır. Bu yüzden altı ayda sekiz ölümün yaşandığı Gezi ile başlayan halk isyanından farklı olarak Kobani serhildanında bir haftada 40'ın üzerinde ölüm gerçekleşmiştir! Dikkat edilsin: Ölümler sonuçtur. Toplumsal olaylarda ölümler üzerinde titizlikle durmak gerekir, ölümlerin engellenmesi için elden ne gelirse yapmak gerekir. Ama ölümlerin nedenlerini kavramak, sosyal ve politik köklerini anlayarak bunların üzerine gitmek ağlaşmaktan çok daha etkilidir.
Dört koldan dedik. Bir, polis, İki, halk isyanında görülmemiş şekilde asker şehir meydanlarına inmiştir. Üç, Hüda-Par kod adını kullanan, AKP'nin Kürdistan'daki iç savaş örgütü Hizbullah. Dört, gelecekte isyan ve devrim yaşandığı takdirde AKP ile aynı safta yer alacağı şimdiden belli olmuş olan MHP faşistleri.
Şimdi Hürriyet gazetesinde Diyarbakır'da halkın on binleriyle gösteri yapmasına tepkinin ne olduğu konusundaki tanıklığa kulak verelim. Yukarıda yaptığımız kısa alıntıyı da başa alacağız ki olay bütünlüğü içinde kavranabilsin:
"Diyarbakır'da 7 Ekim Salı gecesi kanlı gelişmelerin yaşandığı sokakların tanıkları, olayları anlattı. Gündüz Kobani'deki IŞİD saldırısını protesto eden on binler, akşam saatlerinde de caddelerde, sokaklarda yürüyordu. İddialara göre, bu yürüyüş sırasında HÜDA-PAR hedefte değildi. Bir görgü tanığı, Hizbullahçılar'ın, güçlü oldukları 5 Nisan ve Direkhane mahallelerinde, Peynirciler Pazarı'nda ellerinde sopalarla 30-40'ar kişilik gruplar halinde öbeklenmeye başladığını anlattı. 'PKK'yı buradan geçirtmeyeceğiz' sloganları atılıyordu. Tarafsız insanların ricaları da gelişmeleri engelleyemedi. O gece Bayramoğlu semtinde yaşayan bir başka görgü tanığı, 19.00 ana haberleri bitince balkona çıkıp göstericileri seyretmeye başladı. Saat 20.00 civarıydı. Çatışmalara evinin balkonundan tanık olan Diyarbakırlı'nın anlatımına göre, sokağın üst tarafında beyaz bir minibüs belirdi. Diyarbakır Çevik Kuvvet Merkezi'ne yakın noktada duran minibüsten sakallı bir grup indi. Görgü tanığı şöyle devam etti: 'Ellerinde Kalaşnikoflar vardı. Göstericileri taradılar. O anda 2 kişi hayatını kaybetti. Yaralananlardan bir kişinin de daha sonra öldüğünü duydum. Bizim semtte Batıkent Boş Tarlası olarak bilinen imara kapalı, çok büyük ve herkesin gözünün önünde bir tarla vardır. Minibüstekilerin taramasından sonra kalabalık içinden siyah giysili ve yüzleri maskeli 30 kişilik bir grup ayrılıp bu tarlaya gitti. Toprağı eşip poşetler çıkardılar. Gelip sokak lambasının dibinde, 5 Kaleşnikof'a şarjörleri taktılar. Ana caddede, ellerinde silah; koşarak gittiler. Çok yakınlarında polis ve panzerler vardı'" (Gülden Aydın, "Balkondaki tanık anlattı", Hürriyet, 10 Ekim 2014).
Hüda-Par kod adlı Hizbullah.
Sıra Antep'te olayların nasıl geliştiğini anlamaya geldi. Burada da yukarıda Cumhuriyet gazetesinden yaptığımız kısa alıntıyı tekrarlayıp tamamlayacağız:
"Güzelvadi'nin kozmopolit bir mahalle olduğunu söylemek mümkün. Burada Türk, Kürt ve Alevi yurttaşlar birlikte yaşıyorlar. Taş ailesinin en büyük oğlu Reşit Taş hedef seçildiklerini anlatarak şu bilgileri veriyor: 'Biz bir Kürt ailesiyiz, muhalif bir yapımız var, bir tehdit olarak görülüyoruz bu nedenle evimizi taradılar!'
Taş olay gününe ait tüylerimizi diken diken eden daha detaylı bilgilerde veriyor: 'Mahallemizde iki aydır Kobani'ye destek eylemleri sürüyordu. 9 Ekim'e kadar hiçbir problem yaşanmadı. Söz konusu gün de akşamüstü saatlerinde eylemler vardı. Hava karardıktan sonra mahallenin yukarı tarafında 300-400 kişilik bir grubun tekbirler getirerek geldiğini gördük. Grubun mahallede yaşayanlarla hiçbir ilgisi yoktu. Semtte o güne dek görmediğimiz kişilerdi. Ellerinde pompalı silahlar, palalar, bıçaklar ve sopalar vardı. Etrafa rastgele ateş açtılar.'
Sözlerini 'Bu insanların organize bir şekilde mahalleye taşındıklarını düşünüyoruz' diye sürdüren Taş konuyla ilgili çarpıcı detaylar da aktarıyor: 'Bu kişiler mahallenin alt taraflarına doğru indiler Güzelvadi'de herkes sokağa çıktı ve grubu önlemeye çalıştı. Bu sırada polisin göstericilere hiçbir biçimde mücadele etmediğini, aksine onların önünü açtığını ve hatta destek verdiğini açıkça gördük.'
Taş evlerinin kurşunlanma olayının ise, mahallenin alt taraflarında çatışmalar devam ederken gerçekleştiğini sözlerine ekliyor. Tam bu noktada mahallelinin de teyit ettiği önemli bilgiler gün ışığına çıkıyor: 'Evimize kurşun sıkanlar sivil polislerdi art arda 155 i aradık yardım istedik fakat saatler geçmesine rağmen hiç kimse gelmedi. Ertesi gün olay yeri incelemesi için de gelen olmadı. Can güvenliklerini bahane ettiler.' Şahinbey ilçesi Güzelvadi mahallesinde yaşananlar Gaziantepte neler olduğunu ve bundan sonra nasıl şeyler yaşanabileceğinin ipuçlarını da veriyor." (Erk Acarer, "Güzelvadi semti delik deşik", Cumhuriyet, 13 Ekim 2014).
Bu da MHP. Antep'teki olaylarda çekilen hemen hemen bütün fotoğraflarda palalı, kılıçlı gençlerin bozkurt işareti yaptığı kolayca görülebiliyor. Hürriyet, "Gaziantep Gaziantep'i anlattı" başlığıyla olayları herkese sormuş. MHP İl Başkanı şöyle açıklamış:
"MHP İl Başkanı Muhittin Taşdoğan, 'Olaylarla ilgimiz yok, ülkücüleri sokağa çekmeye çalışıyorlar' dedi. Suriyeli sığınmacılar nedeniyle zaten gergin olan Gaziantep'teki şiddetin yoğunluğunun arttığını dile getiren Taşdoğan, Hürriyet'e şunları söyledi: 'Ülkücüler hiçbir şekilde bu eylemlerin içinde yer almadı. Vefat eden vatandaşlarımız da partilimiz değil. Bu eylemlerin bizimle uzaktan yakından alakası yok. Bozkurt işareti yaparak sokağa çıkanları tanımıyoruz. Partililerimize mesajla eylemlere karışmamalarını söyledik, sağduyu çağrısı yaptık. Biz bu oyunun parçası değiliz. Ülkemizi, Gaziantep'i karanlık dehlizlere çekmek istiyorlar. El altından, yer altından organize edenlerin şehirde ne yapacağı gece saatlerinde ortaya çıkıyor'" (Hürriyet, 11 Ekim 2014.)
Antep'te "Bozkurt işareti yaparak sokağa çıkan" ve MHP'li olmayan ne çok insan varmış!
Bütün bunlardan çıkan sonuç ortadadır. Merkezinde Kürt halkının yer aldığı bir isyan yaşanmaya başlar başlamaz Kürt illerinde devletin baskı aygıtlarının yanı sıra Kürt iç savaş örgütü Hizbullah, Batı'da büyük illerde ve mücavir illerde ise faşistler meydana sürülmüştür.
Kobani serhildanının bilançosu
İçişleri Bakanı Efkan Ala'nın açıkladığı bilanço Kobani serhildanının Richter ölçeğinde ne şiddette bir deprem olduğu konusunda fikir vermektedir. Onun 10 Ekim açıklamasından sonra ölenler hesaba katılınca 40'tan fazla ölüm vardır. Bunların ikisi üst düzey emniyet mensubudur. 221 sivil, 139 polis yaralanmıştır. 212 okul, 67 polis merkezi, 25 kaymakamlık yakılmış ve tahrip edilmiştir. Ayrıca sayısı verilmeyen belediye binaları da saldırıya uğramıştır. Devlet kurumlarına hiç de sembolik düzeyde kalmayan bu ölçekte bir saldırı, isyanın bir ayaklanma haline dönüşmenin eşiğine geldiğini göstermektedir. Toplam 1.113 bina ve 1.117 araç yakılmış veya tahrip edilmiştir. 1.024 kişi gözaltına alınmış, bunlardan 58'i tutuklanmıştır. Bingöl'de emniyet yetkililerine yapılan saldırı vesilesiyle dört kişi yargısız infaza uğramıştır.
Serhildanın siyasi bilançosu ise birkaç noktada özetlenebilir:
1) Sokağa sürdüğü bütün baskı güçlerine ve iç savaş örgütlerine rağmen devlet serhildanı durduramadığı için Abdullah Öcalan'dan yardım istemiştir. Öcalan'dan 7 Ekim gecesi büyük bir telaşla alınan mesaj HDP'ye aktarılmış ve 8 Ekim günü HDP'nin basın toplantısında açıklanmıştır.
2) Bu mesaja ve HDP'nin bu mesaj doğrultusunda kitleyi sükûnete çağırmasına paralel olarak KCK'nin eylemlerin devam etmesi gerektiği yolundaki açıklaması, üstelik geri adım atılmasının zararlarından söz etmesi Kürt hareketinde ciddi yöneliş farkları olduğunu ortaya koymuştur. Bunun üzerine HDP 10 Ekim günü KCK'ye aleni bir çağrı yapmak zorunda kalmıştır: "KCK yönetiminin de sürecin önünü açacak tedbirleri alarak, gösteri yapan grupların şiddet kullanmamaları çağrısını tekrar yapmalarını, silahlı eylemleri ciddiyetle soruşturmalarını ve önüne geçerek tedbir almalarını, tansiyonu düşürecek şekilde bir gayret içinde olmalarını diliyoruz." YDG-H tarafından temsil edilen gençlik ise Öcalan'ın mesajının açıklanmasından üç gün sonra, HDP'nin KCK'ye yaptığı bu çağrının ise ertesi günü, 11 Ekim'de hâlâ eylemleri sürdürmekte ısrar ediyordu. (Kürt hareketi içindeki bu farklılaşma konusunda ayrıntılı bir inceleme için Gerçek sitesinde yayınlanmış şu yazıya bakılabilir: "Tozun dumanın arasından görülebilen (2): Kürt hareketinde farklılaşma", http://gercekgazetesi.net/ulusal-sorun/tozun-dumanin-arasindan-gorulebilen-2-kurt-hareketinde-farklilasma).
3) Kürt hareketinin kendi içindeki farklılaşmanın ötesinde serhildan halk kitlelerinin ve özellikle gençliğin örgütlü yapılar tarafından kontrol altına alınmasının güçlüğünü de ortaya koymuştur. Yine Ahmet Türk'ün tanıklığına başvuralım:
"'Hiç bu kadarını hatırlamıyorum, böylesi ilk kez yaşanıyor' diye devam ediyor, 'Bu tam bir ayaklanma, yani serhildan... Dün akşam Vali Bey arıyor, "Söyleyin de evlerine girsinler" diyebiliyor. Şaka gibi... Kim dinleyecek ki bizi... Toplumsal olaylar bir an gelir, dizginlerinden boşalır.'" (http://t24.com.tr/yazarlar/hasan-cemal/apoletli-kemalizmden-cubbeli-kemalizme,10345).
4) Devlet serhildanın gücünden çok etkilenmiş ve olaylar durulduktan sonra çeşitli tedbirler almaya girişmiştir. Polise çok ağır yetkiler tanıyacak olan yasal değişikliklerden mülki amirleri çok daha sert tedbirler almaya yöneltecek bir atmosferin yaratılmasına kadar uzanan bir dizi tedbir arasında AKP'li bölge milletvekillerinin harekete geçirilmesi ve partinin il yönetimlerinin cesaretlendirilmesi, yine hükümetin salt baskı tedbirleriyle bir yere varılamayacağının bilincinde olduğunu göstermektedir. Davutoğlu, AKP bölge il başkanlarına özgüvenlerini yitirmemeleri için çağrı yapmıştır!
5) İlk günlerde sadece meydan okur gibi davranan hükümet daha sonra kendine siyasi çeki düzen vermek zorunda kalmıştır. Bunun bir ifadesi de seçimden önce hükümetin halkla ilişkiler operasyonu olarak iş gördükten sonra buruşturulmuş bir mendil gibi bir kenara atılmış olan, raporları hâlâ gün yüzünü görmemiş olan âkil insanların yeniden devreye sokulmasıdır. Davutoğlu âkil insanlara hitabında "son gelişmeler olmasaydı da zaten sizinle bir araya gelecektik, bu buluşma kesinlikle konjonktürel bir buluşma değildir" (Cumhuriyet, 20 Ekim 2014) diyerek aslında âkil insanların bir ortam yumuşatma operasyonu olarak toplantıya çağırılmış olduğunu itiraf etmiş olmaktadır.
6) Serhildan hükümeti şuursuzluk uykusundan uyandırmıştır. Tek bir örnek verelim. Hem Tayyip Erdoğan, hem de Yalçın Akdoğan serhildandan önce "çözüm sürecinin Kobani ile ne ilgisi var?" türünden gülünç şeyler söyledikten sonra Davutoğlu âkil insanlar toplantısını açış konuşmasında son olayların Kobani ile Suruç'un birbirinden ayrılamayacağını gösterdiğini belirtmiştir! (Cumhuriyet, 20 Ekim 2014).
7) Bir bütün olarak Türkiye'nin siyasi durumu açısından Kobani serhildanı Tayyip Erdoğan'ın ve AKP hükümetinin hiç de bazılarının sandığı gibi faşizme doğru kararlı adımlarla yürümekte olmadığını, çok ciddi zaaflarla karşı karşıya olduğunu göstermiştir. Bu yazının başında söylediğimiz gibi, Türkiye'nin bir yıl içinde iki halk isyanı yaşamış olması geleceğin çok büyük sarsıntılara gebe olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Öte yandan, bu iki halk isyanı arasında tam bir kopukluk yaşanmaktadır. Kürt hareketi Gezi ile başlayan halk isyanından uzak durmuşken bu sonuncusunun taşıyıcıları da şimdi Kürt halkına neredeyse tepkisel biçimde yaklaşmaktadır. Oysa Kobani serhildanının en yaygın sloganı şuydu: "Her yer Kobanê, her yer direniş!" Bu, Gezi isyanının kendi ardından gelen toplumsal hareketlerin fizyonomisini nasıl doğrudan etkileyebileceğinin mükemmel bir örneğini oluşturur. Görev, bu iki mücadeleci dinamiği birleştirmektir. Bunun, daha önce büyük Tekel eyleminde pratikte görüldüğü gibi ancak işçi sınıfının kitlesel olarak harekete geçtiği noktada mümkün olacağının bilinciyle işçi sınıfı içinde tutarlı çabanın bugün kilit önemde olduğunun görülmesi gerekir. (Bütün bu konularda Gerçek gazetesi ve sitesinde yayınlanmış olan şu yazımıza bakılabilir: "Gezi isyanından Kobani serhildanına", http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/gezi-isyanindan-kobani-serhildanina).