Paramaz Kızılbaş yoldaşa selam olsun!
Dün akşam haberlerde, İstanbul'dan Kobane'ye savaşmaya giden bir gencin şehit düştüğü haberini okudum. Kendisi MLKP üyesi bir Türkiyeli sosyalistmiş. Elbette bu koşullarda, bu tür haberler almayı bekliyordum. Bu haberler her devrimcide hüzünle karışık bir öfke yaratır. Kimisi bu öfkeyi mücadelesinin yakıtı yapar, kimisi ise bu duygu denizinde boğulur, düşer. Paramaz Kızılbaş kod adlı bu genç, belli ki ilk duyguyu hissetmiş şimdiye kadar. Daiş adlı soytarılar güruhunun saldırılarına, Rojava devriminin yenilmesi ihtimaline karşı Ağustos ayında yola çıkmış, direniş saflarında yerini almış.
Ölüm haberinin ardından, Paramaz isminin kendisinden önceki sahibinin, 15-16 Haziran 1915'te Beyazıt'ta pek çok arkadaşı ile beraber asılan bir Ermeni sosyalisti olduğunu öğreniyorum. Paramaz'a ilgim artıyor haberi okudukça. Üstelik, bu gencin Alevi olmadığı halde Kızılbaş adını da kod adına eklediği yazıyor internette. Ermeni bir sosyalistin ve Anadolu halklarının nice acılar çekmiş bir kesiminin adını taşıyan bir Türkiyeli devrimci, Kobane'de Kürt halkının silahlı güçleri ile omuz omuza savaşıyor. Bu genç, sadece adıyla bile Ortadoğu'da sosyalizmin zaferi ve ermperyalizmin yenilmesi için bir umut olmuş diyorum.
Haberlerde, Paramaz'ın gerçek adının Suphi Nejat Ağırnaslı olduğunu öğreniyorum. Kendisi, haberlerde yer aldığı kadarıyla, Deniz Gezmiş'in avukatlarından Niyazi Ağırnaslı'nın torunuymuş. Haberin devamında, bu gencin Boğaziçi sosyoloji bölümünde yüksek lisans yaparken Kobane'ye gittiğini okuyorum. Zihnimde bir şeyler tam uyanacakken, yıllar öncesinden bir yüz, haberin altındaki fotoğrafta beliriyor. İnsan, hayatında karşılaştığı pek çok kişinin soyadını hatırlamaz. Bir ön adı olduğunu da, o adı çok sık kullanmıyorsa bilmiyordur. Ancak, yıllar önce kısa bir dönem de olsa beraber mücadele ettiği, oturup tartıştığı bir yüzü de kolay kolay unutmaz. Fotoğrafını gördüğüm anda beynimden vurulmuşa döndüğüm bu "çocuk", Nejat, o zamanlardan aklımda kendisi hakkında bölük pörçük birkaç anı kalmış olan bir sosyalist.
Kendisini kısa bir süre tanıdığım için, ondan uzun uzun bahsetmem olanaksız. Kendisini inanılmaz heyecanı ile hatırlıyorum. O dönemde hızla şehrin her tarafına dikilmekte olan Mobese kameralarına karşı bir şeyler yapmamız gerektiğini söylüyordu. Ayrıca, sürekli gülümsediğini hatırlıyorum. Bilmiyorum belki de bu ülke, zamanla hepimizden yaptığı gibi ondan da gülümsemesini çalmıştır. Kendisini en son bir kaç sene önce gördüğümde, halen mücadele ettiğini öğrenmiş ve çok sevinmiştim. Bunun nedeni, kendisi ile o dönem aynı yaşlarda olan ve beraber mücadele eden çok sayıda genç içerisinden, en azından şahsen tanışma şansı bulduklarımın tamamının mücadeleyi bırakmış, kendilerine küçük, "tatlı" hayatlar kurmuş olmaları.
Nejat’la daha sonra yollarımız yeniden kesişmedi. Ayrı şehirlerde ve ayrı örgütlerde mücadele ettik. Ancak ölümünün ardından yazılanlara bakınca, okulu bitirdiğini, yüksek lisansa başladığını, iki dili olduğunu ve hayatını çevirmenlik yaparak kazandığını öğrendim. Demek ki, Nejat'ın da "tatlı" bir hayatı olabilirmiş. Ancak o, böyle bir hayatı istememiş. Tatlı hayatlarını sürenlerinkinden de, internet sitelerinde aleyhinde alçakça yazılar yazanlarınkinden de daha değerli olan hayatını mücadeleye adamış, KCK'den tutuklanmış, polis tarafından kaçırılmaya çalışılmış, hayatını Kürt halkının özgürlük mücadelesine feda etmiş.
Şimdi, hepimizin yüreği yanıyor elbette. Ancak, Nejat'ın yaşamı ve tercihlerinden ders almak için geç kalmış sayılmayız. Kapitalizmin krizi, Ortadoğu'nun yangını, AKP hükümetinin planları, Daiş taraftarlarının mahallelerimizde, üniversitelerimizde, her yerde kendilerini gösterir, saldırır hale gelmeleri... Hepimiz, mücadeleye dört elle sarılmalıyız.
Babası Hikmet Acun'un Nejat'ın ardından söyledikleri ile bitirelim, zaten başka türlüsü de olamazdı: ”Oğlumu, yoldaşımı, kardeşimi, Nejat’ı Kobanê’de kaybettim. Önünde çok başka parlak hayatlar varken o, devrimci dayanışmayı seçti. Sözünde durdu. Beni yanıltmadı. Bir parçam olduğunu bana hediye etti. Her acı büyüktür, tekrar yoktur. Onun önünde saygı ile eğiliyorum.”