Yerlilerin kafa derisi beyaz adamın kemerini süslüyor

Annemi, kardeşlerimi ve eşimi öldürdüler.

Ormanın derinliklerine doğru günlerce koştum.

Karapiru-Bir Awa yerlisi

Brezilya'nın Amazon ormanlarında yaşayan bilinen son avcı-toplayıcı kabilelerden Awa'lar tomruk ticareti yapan ya da tarım arazisi açmak isteyen şirketler tarafından öldürülüyor. Bu, insan avı konulu bir gerilim filmi değil, kapitalist barbarlığın gerçeği!

Tuttukları keskin nişancılarla kabile üyelerini öldüren şirketler, Brezilyalı Yargıç Jose Carlos do Vale Madeira’ya göre "gerçek bir soykırım" suçu işliyorlar. Olay ortaya çıkınca insan hakları örgütleri de harekete geçti ve şimdi gözler Brezilya Hükümeti’ne çevrildi. Ailelerini sermayenin kurşunlarına kurban veren Awa’lar “Eğer orman olmazsa, çocuklarımızı besleyemeyiz ve ölürüz” diyorlar. Bölgede sadece 355 Awa yerlisi kaldı.

80’lerden beri devam eden ve Dünya Bankasının desteğiyle yürütülen çalışmalar sonucu zengin demir yatakları bulunan sahada, demiryolu inşa etmesi için Brezilya hükümetine yardım eden Avrupa Birliği, 500 milyon doları aşan “yardımı” bastırınca raylar döşenmeye başladı. Tomrukçular ve tarım alanı isteyen çiftçiler de maden şirketleri gibi demiryoluyla ulaşıma elverişli hale gelen ormanlardan paylarını almak için kolları sıvadı. Sonuçta sermaye, yaşam alanlarını kuruttuğu gibi, bağışıklık sistemlerinin tanımadığı hastalıkları da getirerek modern dünyayla ilişkisi olmayan doğanın bu asi çocuklarını imha etmeye başladı.

Doğu Amazon’daki Awa Guaja halkı, ormanın doğal bir parçası olmuş durumda ve tamamen ona bel bağlamış bir hayat sürüyorlar. Doğayla aralarındaki bağ o kadar güçlü ki takıntılı biçimde sahiplendikleri pek çok orman hayvanını kendileri yetiştiriyor ve yavruların hayatta kalmalarını sağlıyorlar. Maymunların hayvandan çok insana benzediğini düşünen Awa kadınları kendi çocuklarıyla beraber, maymun yavrularına da annelik ediyorlar. Böylece bir öksüze yardım ettiklerine ve ormandan aldıklarını ormana vermeleri gerektiğine inanan bu merhametli halk şimdi kapitalist katiller tarafından kurşuna diziliyor.

Ülkenin Ulusal Alan Araştırma Enstitüsü verilerine göre, Amazon ormanlarının 2010- 2011 yılları arasında 6 bin 238 kilometrekaresi yok edildi. Brezilya’da ormansızlaşmanın 2020 yılına kadar % 80’i bulacağı tahmin ediliyor. Oysa talan edilen yağmur ormanları, karada yaşayan canlı türlerinin beşte birine ve tropik bitkilerin neredeyse yarısına ev sahipliği yapıyor. Dünyadaki karbondioksitin önemli miktarını soluyan bu hayat alanı, kapitalistlerin çizmeleri altında inliyor. Petrol şirketleri, sondaj çalışmaları sebebiyle Amazon’un suyunu kirletirken, tomruk şirketleri kabilelerin av sahalarındaki ağaçlara göz dikiyor. Brezilya hükümetinin Amazon'u besleyen Xingu nehri üzerinde kurulmasına izin verdiği dünyanın üçüncü büyük barajı Belo Monte’nin inşaatı da ekolojik dengeyi sarsıyor. Yanı sıra uyuşturucu kaçakçıları da ormanlarda yetiştirmeyi elverişli buldukları marihuana ve kenevir uğruna var olan ağaçları keserek kabileler için bir başka tehdit oluşturuyor.

Benzer bir durum Peru’daki kabileler için de geçerli. Amazonların bir bölümü Peru sınırlarında kalıyor. Yerli kabilelerin varlığını kabul etmeyen ve 300.000’i aşkın kabile mensubunu gözden çıkaran Peru hükümeti petrol şirketlerini engellemeye yanaşmıyor. Böylece dünyanın nefesi olan bu değerler, şirketlerin taarruzu altında can çekişiyor. Çoğu yasa dışı yapılan petrol arama, maden arama ve ağaç kesme işleri, aç gözlü beyaz adama karşı ok atmaktan başka savunma aracı olmayan ve bazıları hâlâ komünal yaşam süren yerli kabileleri yeryüzünden siliyor ve şimdi de şirket tetikçileri tarafından katledilmelerine neden oluyor.

Kapitalizm işlerliği gereği her şeyi metalaştırır ve kâr aracı haline getirir. Doğa, kapitalist sistemde meta üretimi için burjuvazinin ihtiyacı olan hammaddeleri tedarik etmenin aracıdır. Şu durumda insanın gerçek ihtiyaçlarını esas alarak değil, kar güdüsüyle yapılan üretimin ormanı, suyu, havayı ya da toprağı koruması düşünülemez. Fakat sermayenin pervasız saldırılarına karşı mücadele ederken unutulmaması gereken, sorunun sınıflar üstü olmadığı, doğayı yok edenin hangi sınıf olduğu, bu vahşi süreçten kimin kazançlı çıktığıdır. Sınıfların ortaya çıkışından beri ezen sınıfların, emekçiler gibi doğayı da sömürüyor olduğunu görmek, meseleye sınıfsal bakışın gereğidir.

İşgücü niteliğinin, teknolojinin ve üretim araçlarının gelişmesi doğanın sömürülmesini de barbarlık aşamasına taşımıştır. Bu kapsamda çevre (ekoloji) mücadelesi de sınıf mücadelesinin önemli bir parçası haline gelmiştir. Sınıf mücadelesi yapan hiçbir devrimci hareket, bu soruna kayıtsız kalamaz. Burjuva ideolojisinin olanaksız “yeşil kapitalizm”, “sosyal kapitalizm” projeleri mücadelede kafa karıştırmamalıdır. Bu projeler olanaksızdır. Çünkü kapitalizmin yasalarıyla çelişir. Üretim, son tahlilde doğaya dayanır ve doğanın cömert sofrası sınırlıdır. Oysa kapitalistlerin kâr hırsı sınırsızdır ve üretim sürecine dahil ettiği doğal kaynakları, diğer üretim araçları üzerinde kurduğu özel mülkiyet rejimine kurban eder. Yenilenebilir enerji kullanımı ya da enerji tüketimini azaltmak ise kapitalizme ek maliyet getirdiği için tercih dışıdır. Buna alternatif, ancak, emekçilerin ve doğanın ihtiyaçlarına odaklanmış planlı bir sosyalist ekonomidir. Dolayısıyla mücadele, yine bir avuç azınlığın emekçiler ve doğa aleyhine kurduğu özel mülkiyete isyan gerektirir. İşçi sınıfı ise üretimdeki merkezî konumu nedeniyle, bu isyan ateşini harlayacak olan güçtür.

 



Kaynaklar: National Geographic Channel

Survivalinternational.org

Globalvoicesonline.org