Yokuş aşağı

“Ben Cumhurbaşkanımızın böyle bir talimat vereceğine de inanmıyorum. Çünkü bu ülkeyi çift başlı bir yönetimle bugüne kadar getirmedik. Bundan sonra çift başlı bir yönetimle bu ülke bir yere varamaz.” Abdullah Gül’ün Ankara Valisi’ne cumhuriyet kutlamalarına ilişkin basınç yapması konusunda böyle konuşmuş Tayyip Erdoğan. “İnanmıyorum” demiş. “İnanamıyorum” demeliydi. Abdullah Gül, basın sözcüsü aracılığıyla vali ile gerçekten de görüşmüş olduğunu doğrulamıştı zaten. Böyle bir durumda, insanın, kuşku duyduğu bir olayda kullanacağı “inanmıyorum” yerine, bir olayın olması karşısında hiddetle karışık bir şok etkisini anlatan “inanamıyorum” çekimini kullanması çok daha doğru olur.

Daha inanamayacağınız neler olacak, Tayyip Erdoğan, neler! Öyle şeyler olacak ki, padişah olmadığınızı, sadece şansı yaver gitmiş bir politikacı olduğunuzu nihayet siz de anlayacaksınız.

Erdoğan ve AKP hükümeti ardı ardına kendi döşediği mayınlara basıyor! Kürt sorununda Erdoğan ilk kez 1990’lı yılların hükümetlerinin yaşadıklarını tadıyor. Kürt halkını oyaladı, aldattı, küçümsedi, kadın çocuk demeden öldürttü ve sonunda savaşın yükselmesiyle birlikte ne yapacağını şaşırdı. O kadar şaşırdı ki, hemen “İmralı ile görüşebiliriz”, “Oslo’yu yeniden başlatabiliriz” demeye başladı. Temmuz ayında Suriye Kürdistanı’nda bir özerk bölgenin ortaya çıkmasına “eyvallah etmeyiz” diye cevap verdi, ama üç aydır eli kolu bağlı bakıyor Rojava’ya. Şimdi de adım adım ölüme yaklaşan 700 kişinin ve onun ardında yer alan milyonların ağırlığı altında eziliyor, saçmalamaya başlıyor.

Bakın, Almanya Başbakanı Merkel ile birlikte düzenlediği basın toplantısında neler söylüyor: “Türkiye’de açlık grevi ya da ölüm orucuna açıklık getireyim. Türkiye’de ölüm orucunda olan sadece bir kişi var. Ancak onlara öl diyen siyasi partinin mensupları, kuzu kebap yiyorlar. Şu anda açlık grevi vesaire böyle bir şey yok. Bu da tamamen şovdur. Ben bakanımı bizzat cezaevine gönderdim, bunları gitti yerlerinde de izledi. Şu anda zaten yarıdan fazlası dilekçe vermek suretiyle bu işi de bırakmış vaziyetteler. Böyle bir şey de söz konusu değil." Bu laf salatasına saçmalamaktan başka bir şey denebilir mi? “Kuzu kebap” lafı, Temmuz’da Ahmet Türk’ün evinde düzenlenen bir yemekle ilgilidir. Temmuz’da yenen kebabın hesabını Ekim’de süren bir ölüm orucu ile ilgili olarak, üstelik Almanya’da sorması, Erdoğan’ın psikolojisinin bozulmuş olduğundan başka bir şey göstermez. Türkiye’de ölüm orucunda bir kişi yoktur, daha fazlası vardır. Ama psikolojik sorunlarını siyasi kılıkta ifade eden bir kişi vardır.

Dış politikada ulaşılmış olan nokta iflas kelimesinden başka hiçbir nitelemeyi kaldırmaz. Siz “komşularla sıfır sorun” diye çıkacaksınız ortaya, şimdi ise sadece Suriye ile değil, onun ardında duran İran’la, kışkırtıp durduğunuz Irak’la, hatta nükleer güç Rusya ile boğaz boğaza gelecek bir konuma varacaksınız, sonra da “ne yapalım, Arap baharı oldu” diyeceksiniz! Ne “stratejik derinlik”! Strateji dediğiniz, bütün temel eğilimler göz önüne alınarak hazırlanan yöneliştir. Akşamdan sabaha yalpalayan bir hat değil! Halk AKP’nin Suriye politikasının Türkiye’yi bir felaketin eşiğine getirmiş olduğunu görmüştür. Geçmiş olsun Davutoğlu, geçmiş olsun Erdoğan!

Şimdi bunlara bir de hızla derinleşmekte olan bir ekonomik kriz ekleniyor. Büyüme hızı yüzde 10’dan yüzde 3’e düştü. Yatırımlar şimdiden gerilemeye başladı. Bütçe açığı ekonomi politikasının olanaklarını kısıtlıyor. Türkiye ekonomisini ayakta tutan ihracat ise pamuk ipliğine bağlı. Avrupa’nın ve dünyanın yaşamakta olduğu sarsıntılar, krizin yaklaşmakta olduğunun habercisi. İşten çıkartmalar başlayınca, işsizlik yükselince Erdoğan’ın prestiji ağır bir darbe alacak.

Bunlara AKP’nin müttefiklerini yitirmesini ekleyin. Liberaller ve sol liberaller, sürü sürü ayrılıyor on yıllık koalisyondan. Cemaatçiler henüz bir alternatif var olmadığı için gitmiyor. Gül’ün 2014’ü kuzu kuzu beklemediğini anlamak için en son Ankara valisi ile görüşmesini hatırlamak yeter. İktidarı sarsacak her türlü faktör gelişirken dayanak olan her şey de yavaş yavaş sallanmaya başlıyor.

“Zulmün artsın” dermiş eskiler. Erdoğan bunu düz anlamış herhalde. Cumhuriyeti, kendi deyimiyle “cumhur” kutlamaya kalkınca, hemen kutlamayı hipodroma kapatmaya kalktı. 29 Ekim’i kutlama eylemini düzenleyen ADD’lerden, CHP’lerden ışık yıllarınca uzağız. Ama cumhuriyetin kuruluşunu kutlamak istiyorlarsa kutlayabilmelidirler. Bu haklarının ellerinden alınmasına ne Tayyip Erdoğan’ın, ne de valinin en ufak bir hakkının olmadığının altını çizeriz.

Başbakanın Kürt tutsakların açlık grevi konusundaki tavrı ise açıkça “ölün de görelim” hoyratlığıdır. Onlara destek vermek isteyenlere gaz yutturarak açlık grevinin yaratacağı tahribatı önleyemezsiniz.

29 Ekim’de Türk milliyetçilerinin üzerine gaz, 30 Ekim’de Kürt yurtseverlerinin! Ne yapacağını şaşırmaya başlamış olan siyasi güç yokuş aşağıya inmeye başlamış demektir.

 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Kasım 2012 tarihli 37. sayısında yayınlanmıştır.