Kelimeleriniz düşmüş, Nilgün Hanımcım!

Büyüklerin peşine takılan birtakım parazitler olur. “Aman ne büyüksünüz, sizden büyüğü yok” diye dolaşırlar etraflarında. Amaçları o büyüklüğün getirdiği dünyevi avantajlardan kendilerine de küçük de olsa bir pay düşmesidir. Büyüklerin sevmedikleri, beğenmedikleri yanlarını dile getiremezler. Bir bakıma “hık deyici” konumunda olmak zorundadırlar, yoksa cevaplarını alıverirler!

Bir de ölmüş büyükleri rahat bırakmayanlar vardır. Bunlar daha avantajlıdır. Ayıklamak, sevmedikleri yanları gizlemek, hatta çarpıtmak türü âdetler geliştirirler. Yaşayan büyüğün yanına sokulmuş küçükten farkları, büyüğün bütün azametiyle onlara “dur!” diyemeyeceği gerçeğidir. Ölüler ne kadar büyük olursa olsun sessizdirler. O yüzden onların ticaretini yapanlar yaşayan büyüklerin gölgesinde barınanlara göre daha cüretkâr olabilir.

Nâzım’ın başında bunlardan yüzlercesi, binlercesi var! Yıllardır bunlara “bırakın Nâzım’ın yakasını!” diyoruz. Ama bırakırlar mı? O dehanın şiirinin kitleler üzerinde yaptığı büyük etkiden yararlanacaklar. Onu kendi amaçlarına koşacaklar.

Tabii bunu yapabilmek için onun sivri yanlarını törpülemeleri gerekir. Nâzım yaşarken Halide Edip onun hakkında, “ah bir de komünist olmasa ne kadar iyi bir şair olacağı” mealinde bir söz söylemiştir de Nâzım’ın sert tepkisiyle karşılaşmıştır: “İlahi hanımefendi” mealinde bir cevabı vardır Nâzım’ın “benim ideolojim sanatı yaşatan bir ideoloji olduğu için ben böyleyim, yoksa ben ben olamazdım ki!”

Bugün Nâzım konuşamıyor ya, ona operasyon yapan yapana. Kimi vatandaşlığa kabul edilişini Nâzım’a bir şeref gibi gösterme yarışında. Sanki Nâzım’ın böyle meşkûk bir şerefe ihtiyacı varmış gibi. Kimi onu Anadolu’da bir mezara taşıyıp bütünüyle gömecek. Sanki onun istediği sadece bir mezar, bir de söğüt ağacı imiş gibi. Hepsi bir şeyde birleşiyor: Nâzım “umudun”, “barışın”, “insanlığın”, “geleceğin” şairiydi. Güzel de bu dizi biraz eksik değil mi? “İşçi sınıfının”? “Komünizmin”? “Devrimin”? Sorduğumuzda aldığımız tepki şu: Aman canım, neden sekterlik yapıyorsunuz? Bütün hümanistler Nâzım’ı hep birlikte sevsek olmaz mı? Nâzım hepimize ait, neden politika sokuyorsunuz işin içine?

Bunlardan biri, Nilgün Cerrahoğlu, Cumhuriyet gazetesinin emperyalist ülkelere hayran bir köşe yazarı, Nâzım’ı çok öven bir yazı yazmış geçenlerde. Onun “evrensel ilk Türk şairi” olduğunu, “küresel köy”ün oğlu olduğunu söylüyor. Kendi meşrebinde övüyor da övüyor. Sonra yazısının en sonunda Nâzım’ı anmak için özel olarak bir şiirini seçiyor. Ne güzel! Nilgün Hanım’ın sütunundan okuyalım:

Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun
                            meyve çağında ağacın,
                            serpilip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :
                                             - çürüyen diş, dökülen et-,
                            bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler.
Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle...

                                               bu güzelim memlekette hürriyet.
 

Şiirin güzelliğine hayranlıktan insan neredeyse farkına varmayabilir: sadece iki kelime dizgide düşmüş, hayret! Şiirin aslına bakıyoruz, son mısralar şöyle:

Ve elbette ki, sevgilim, elbet,

dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,

dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla...

bu güzelim memlekette hürriyet.

Nâzım hürriyete “işçi tulumu” giydirmiş, Nilgün Hanımefendi, işçi tulumu yerine Paris’in Champs Elysée’sinden ya da New York’un Beşinci Caddesi’nden bir Chanel elbise giydirmeyi tercih ederdi, ama o kadarını yapamamış, sadece işçi tulumunu çıkarmış. Hürriyet’in “en şanlı elbisesi”ni her burjuva istediği markadan hayal edebilir!

Sansür!

Şimdi anlıyor musunuz neden “Nâzım’ın yakasından düşün!” diye çırpındığımızı? Şimdi anlıyor musunuz neden “sekter” olduğumuzu? Bunlar Nâzım’ı değil, iğdiş edilmiş bir versiyonunu pazarlıyorlar da ondan! Dilek Pir yoldaşımız vaktiyle Fazıl Say’ın Nâzım’ın Ermeni katliamına ilişkin gayet çıplak ve eleştirel mısralarını sansür ettiğini ortaya koymuştu. Şimdi de bu!

Bu sansür dünyalara bedel, çünkü sembolik olarak tam tamına burjuvazinin Nâzım’ı işçi sınıfından çalma çabasını temsil ediyor!

Sanmayın sansür bundan ibaret! Nilgün Hanım, Nâzım’ın 6 Aralık 1945’te yazdığı şiirin içine 7 Aralık’ta yazdığı başka bir şiiri monte ediyor. Nedeni, o mısralarda “vatan” kelimesinin geçiyor olması muhtemelen. Ama o sırada yine sansürcünün satırı işlemeye başlıyor. Nilgün Hanım’dan okuyalım bu araya monte edilmiş mısraları:

sana düşman, bana düşman,

düşünen insana düşman,

vatan ki bu insanların evidir,

sevgilim, onlar vatana düşman

Peki, ilk şiirin içine monte edilmiş bu ikinci şiirin geri kalan mısraları çok mu uzun ki Nilgün Hanım bunları koymamış. Katiyen! Sadece dört mısra. Şimdi Nilgün Hanım’ın satırının kestiği o dört mısrayı okuyalım:

Bursada havlucu Recebe,

Karabük fabrikasında tesviyeci Hasana düşman,

fakir köylü Hatçe kadına,

ırgat Süleymana düşman,

Şimdi yani havlucu Recep’in, tesviyeci Hasan’ın, Hatçe kadının, ırgat Süleyman’ın bizim aramızda ne işi var değil mi? Biiiz… “düşünen insanlaaar”…

Doğru, ne işçi size yakışır, ne siz işçiye!