Alın teri kurumadan adalet!
Çalışma Bakanı Vedat Bilgin asgari ücret tartışmaları sırasında düşük ücretleri yukarı çekmenin sendikalaşma ile mümkün olduğunu söylemişti. Sadece asgari ücret cenderesinden kurtulmak değil, belirli bir iş güvencesine kavuşmak, çalışma koşullarının nispeten daha insani hale getirilmesini sağlamak da ancak örgütlenmekle mümkün. Olaya ters taraftan bakarsak da sermayenin işçiyi daha yoğun çalıştırarak, emeği daha fazla sömürerek kâr etmesi, sürekli işten atılma tehdidi altında açlık sınırındaki ücretlere, köleliğe benzer çalışma koşullarına razı etmesi için de işçinin örgütlülüğünü kırması sendikalaşmayı engellemesi lazım. Bu sınıf çatışmasının bir orta yolu yok.
İşçiler sendikalaşmak için savaşır gibi örgütleniyor. Gizlilik içinde her an nereden saldırı gelecek diye etraflarını kollayarak ilerlemek zorundalar. Yüzde 50+1 üye sayısına ulaşmadan sendikal faaliyet tespit edilirse patron işten çıkarmaya girişiyor. Örneğin geçtiğimiz günlerde bunu âdet haline getirmiş olanlardan biri Sütaş’ın önünde işten atmaları protesto eden Tek Gıda-İş üyesi işçilerle birlikteydik. Tüm bu işten çıkarmalar haksız ve yasadışı. Ancak işçi hakkını mahkemede aradığında sonuç almak için aylar yıllar geçiyor. İşe iade kararı verildiğinde ise patrona tazminat verip işe başlatmama serbestliği tanınmış durumda.
İşçiler bir şekilde gerekli üye çoğunluğunu elde ettiklerinde Çalışma Bakanlığı bu durumu resmi bir yazıyla tespit ediyor. Bu belge geldiğinde ister istemez patronlar sendikal faaliyetten haberdar olmuş oluyor. Yine işçi çıkarmaya girişiyorlar. Örneğin en son Dilovası’ndaki Asen Metal fabrikasında Birleşik Metal-İş üyesi tam 84 işçiyi işten çıkardı patron. Bu çıkarmalar da haksız ve yasadışı. İşten çıkarmanın yanında mutlaka sendikal yetkiye itiraz davası da açıyorlar. İşe iade davaları da sendikal yetki davası da yine yıllar sürüyor.
Patronlar mahkemeler daha uzun sürsün diye başka ildeki yetkisiz mahkemelere başvurmayı da âdet haline getirdiler. İstatistiklere göre davaların sonuçlanma süresi ortalama 602 gün! Oysa biliyor musunuz, yasada bu davaların yerel mahkemede en fazla 2 ay, yüksek mahkemede de yine 2 ayda tamamlanması zorunluluğu var. Mahkemelerin hepsi işçiler ve sendika lehine sonuçlansa da yıllar geçtikten sonra o fabrikalarda baskı, mobbing ve ardı kesilmeyen işten çıkarmalarla tek bir sendika üyesi kalmıyor.
Anayasada ve kanunlarda güya sendika hakkı var. Sendika üyeliği güya e-devletten bir tuşa basmak kadar kolay. Ama gerçek öyle değil. İstatistiklere göre bir yetki için gerekli üye sayısına ulaşan fabrikaların sadece 4’te 1’inde toplu sözleşme yapılabiliyor. Yani Türkiye’de sendika hakkı fiilen yoktur. Her hak gibi sendika hakkı da işçiler tarafından söke söke alınmaktadır. Sendikalı olmak, insanca koşullarda çalışmak, açlık ve sefalet ücretlerine mahkûm olmamak bir tuş kadar yakın değil ne yazık ki… Bu yolda direniş var, grev var, işgal var!
Son dönemde bu yola girenlerden Birleşik Metal-İş’li Smart Solar işçilerinin mücadelesinde yer aldık. Patron diğer patronların izinden gidip işçileri yıldırmaya çalışıp, öncü bir işçiyi işten atınca şalterler indi, fabrika işgal edildi. Atılan işçi geri alındı ve patron sendikayı muhatap almak zorunda kaldı. Ama baskı zulüm bitmedi. Sömürü düzeni yine patronun imdadına koştu, 27 Temmuz’daki dava yine ertelendi. Beklenmedik bir şey değildi elbette ama işçiler bu sefer beklemedi. Smart Solar işçileri yanlarında Asen Metal işçileri ve İzmitli, Gebzeli işçilerle mahkemenin de kapısına dayandı. Alın teri kurumadan adalet istiyoruz, dedi. Hak verilmez alınır! Dediğimiz gibi adalet de bekleyerek gelmeyecek onu da işçiler getirecek.
İşçi ne patronun ne hükümetin ne polisin jandarmanın umursadığı kanunlara mı güvensin? İşçi kendi verdiği yetki tespitine paçavra muamelesi yapılmasına ses çıkarmayan Çalışma Bakanlığına mı güvensin? Yasada 2 ayda görülecek denen davayı yıllarca süründüren mahkemeye mi güvensin? Elbette hiçbirine güvenmeyecek ve güvenmiyor da… Ama yine de yüzlerce binlerce işçi insanca çalışmak ve yaşamak, hakkını almak için örgütleniyor ve örgütlenmeye devam edecek. Bunun için kendi gücüne ve öncülerine güveniyor. İşçi birleştiğinde birliğin gücünü görüyor. Direndiğinde ister iş yavaşlatma olsun ister fiili grev isterse işgal olsun üretimden gelen gücünün farkına varıyor.
Ne dedik, bu çatışmanın orta yolu yok! Sınıf kavgası olacak. Elbette her kavga kazanılacak diye bir kaide yok. Ama fabrika önlerinde direnen işçiler direniş çadırlarında, işlerini kaybetseler dahi onurlarını patronlara çiğnetmiyorlar. Pek çok fabrikada ise patron istese de istemese de arkasına devleti de alsa bin bir dolap da çevirse o fabrikalara sendika giriyor. Ve o sendikalar o fabrikalara işçinin birliğiyle ve bileğinin gücüyle girmeye devam edecek. Fabrikalara sendika, memlekete hürriyet ve alın teri kurumadan adalet… işçinin halaylarıyla gelecek!
Bu yazı Gerçek gazetesinin Ağustos 2022 tarihli 155. sayısında yayınlanmıştır.