Yunanistan'da isyan günlüğü - 1 (Savas Mihail-Matsas - 04-05-2010)

23 Nisan 2010'da Papandreou hükümeti resmen borç ödeyemezlik (temerrüt) ilân etmekten kaçınabilmek için bir kurtarma paketini içeren sözde "kurtarma mekanizması"nı resmi olarak harekete geçirdi, Almanya'nın hakimiyetindeki Avrupa Birliği ile anlaştı, ülkeyi AB Komisyonu'nun, Avrupa Merkez Bankası'nın ve IMF'nin ellerine teslim etti.

Basın (özellikle de Sol basın) dahil pek çok Yunanlı bu iki teslimiyet arasında paralellik kurdu.

Bu bir Yunan hükümetinin kendi borç krizine müdahale etmesi için IMF'ye yaptığı ilk çağrı olmanın yanı sıra merkezi Washington'da bulunan IMF'ye Avro bölgesi üyesi bir ülkeye müdahale etmesi için yapılan ilk çağrı.

Bu "kurtarma" operasyonu Yunanistan devletinin iflasını durduramasa da gerçek bir toplumsal felâkete yol açacak. Düzen yanlısı basın bile IMF müdahalesinin ertesinde Letonya'da yaşananların Yunanistan'da yaşanacak olanların yanında solda sıfır kalacağını yazıyor.

IMF, hükümetin 3 Mart 2010'da ilân ettiği "İstikrar ve Gelişme Programı"nın içerdiği kemer sıkma önlemlerine ek olarak hem kamu hem de özel sektördeki işçilere yönelik acımasız saldırılar talep ediyor: ücret ve maaşlarda yeni kesintiler, iş yasalarının şimdiye değin öngördüğünün çok ötesine geçen kitlesel işten çıkarmalar, sendikalar ile patronlar arasındaki toplu sözleşme pazarlıklarının lağv edilmesi, Sağlık ve Eğitim hizmetlerinde elde ne kaldıysa yok edilmesi, emeklilik hakları sisteminin ortadan kaldırılması.

Başbakan Yorgos Papandreu'nun AB/IMF "kurtarma" operasyonunu Yunanistan'ın güneydoğu ucundaki küçük bir kayalık adası olan Kastelorizo'da ilân etmesi gerçekte milyonlarca insanın trajedisinin içinde gülünç bir teatral etki yarattı. Ve halkın buna öfkelendiği ortada.  

23 Nisan'da Kastelorizo'da yapılan bu açıklamanın birkaç saat sonrasında, gece saatlerinde Atina kent merkezini kendiliğinden doldurup Avrupa Birliği merkez binasına doğru yürüyüşe geçen binlerce işçi ve genç yoğun kimyasal gaz kullanan toplum polisi tarafından püskürtüldü.  

27 Nisan'da sınıf mücadeleci sendikaların ve ADEDY'nin (Kamu Emekçileri Ulusal Federasyonu) çağrısıyla  Atina ve öteki şehirlerde yine binlerce kişinin katıldığı protesto gösterileri düzenlendi. KKE (Yunanistan Komünist Partisi) ve onun sendikal kolu PAME her zamanki gibi kendi yürüyüşlerini ve diğer faaliyetlerini ayrı olarak örgütledi.

Yaklaşmakta olan ülke çapındaki 1 Mayıs yürüyüş ve gösterileri ile 5 Mayıs'ta düzenlenmesi kesinleşen 24 saatlik Genel Grev bir sonraki önemli adımı oluşturuyor. PASOK bürokratik kliğinin sağ kanadın işbirliği ve (eski "avro-komünistler" olan) Synaspismos bürokratlarının yardakçılığı sayesinde kontrol ettiği GSEE (Genel Emek Konfederasyonu) bile bu Genel Greve katılacak.

Sınıf işbirliği, bürokratların kapitalizmin işçi hareketi içindeki açık ajanları ve polisleri olduğu gerçeğini ortaya seriyor. GSEE başkanı Yannis Panagopulos, sendika önderliğinin diğer üyelerinin aksi yöndeki kararına rağmen IMF/Avrupa Merkez Bankası/AB Komisyonu troykasının denetçileri ile biraraya geldi...Yani Panagopulos'un birkaç hafta önce parlamentonun önünde öfkeli gösterici kalabalığının fiziki saldırısına uğramış olması bir tesadüf değil.

Kriz burjuva siyasi sisteminin tamamını etkiliyor. Bir önceki iktidar partisi olan sağcı Nea Demokratia (Yeni Demokrasi) Devlet iflasının, devasa yolsuzlukların ve kamu finansı istatistiklerinin "yaratıcı şekilde hesaplanması"nın doğrudan sorumlusu olarak görülüyor. PASOK hükümeti, seçimlerden önce verdiği sahte vaatleri yerine getirmeyi reddetmesinin ve kendi iktisadi günahlarının yanı sıra esas olarak şimdiki halk-karşıtı politikaları ve IMF/AB ikilisinin barbarca deflasyonist saldırısının işbirlikçisi olması nedeniyle meşruiyetini yitiriyor. PASOK'un kendi içindeki ayrışma artarak devam ediyor. Partiyi birarada tutan tek şey burjuva hükümet iktidarı sayesinde elde edilen imkânlardan nemalanmak.      

Yunanistan'ı öteden beri yöneten her iki burjuva partisi de itibarını yitirirken, işçiler ile diğer halk katmanları arasında Arjantin'de 2001'de düzenlenen eylemlerde atılan "que se vayan todos" ("hepsi gitsin!") sloganı popüler hale geliyor. Burjuvazi çok korkuyor. Yönetici klikler arasında acil bir durumda PASOK ve Yeni Demokrasi'yi biraraya getirerek kurulacak bir "ulusal birlik hükümeti" ile "teknokratlar hükümeti" alternatif senaryoları tartışılıyor.

Resmi sol, bu tarihsel anın ihtiyaçlarını karşılamanın çok gerisinde olduğunu kanıtladı. KKE bir yandan bir "halk-işçi hükümeti" kurmanın mümkün ve gerekli olduğuna işaret edecek ölçüde sol bir retorik kullanırken diğer yandan reformist bir program etrafında kontrollü protesto gösterileri örgütlüyor ve solun diğer grupları ile birleşik cepheye veya birleşik eyleme yönelik her türlü fikri reddediyor. Synaspismos'un bazı radikal sol gruplar ile kurduğu SYRIZA koalisyonunun yaşadığı derin iç kriz ve ayrışma bu koalisyonu felç ediyor ve siyasi etkisini azaltıyor.

Radikal solun durumu daha parlak değil. Parlamento dışı solun bir dizi grubunun kurduğu cephe olan ANTARSYA seferberliklere aktif olarak katılıyor ama cephenin bazı unsurları bütünüyle merkezci, kafa karışıklığından muzdarip bir perspektifle KKE'yi "ya burjuva ya işçi iktidarı" ikilemini gündeme getirdiği için "ultra-solculuk"la (!) suçlayıp sağdan eleştiriyorlar.

Partimiz EEK ülke çapında gerçekleşen tüm seferberliklere aktif olarak katılıyor. AB/IMF programını yenilgiye uğratmak için kazanana kadar devam edecek, belirsiz süreli bir Genel Grevi savunuyor.   PASOK/AB/IMF hükümetini kitle eylemiyle yıkarak işçi iktidarına giden yolu açmak, uluslararası tefeci ve spekülatörlere ödenen dış borçları reddederek krizden sosyalist yoldan çıkmak, tüm toplumsal ilişkileri sosyalist temelde yeniden örgütlemek, yani bankaların ve ulusal ekonominin tüm stratejik sektörlerini işçi denetiminde kamulaştırmak, emperyalist AB'den ve Avrupa Para Birliği'nden kopmak, devrim "hastalığı"nı Güney'den Kuzey'e Avrupa'nın her yerine bulaştırmak ve Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri'ni kurmak için savaşıyor.

Pek çok yerden, özellikle de Aralık 2008'deki isyana katılan güçlerin arasından Eylem Komiteleri ve GSEE/ADEDY sendika bürokrasilerine karşı taban öz-örgütlenmeleri kurma çağrısı yükseliyor. Bu tür Mücadele Komiteleri ve İnisiyatifleri pek çok farklı bölgede ortaya çıkıyor.

Kapitalist devlet, giderek artan halk ayaklanması tehdidini alışıldık tedbirlerini kullanarak önlemeye çalışıyor: "terörizm"e karşı mücadele adına baskıyı artırıyor. Anarşist çevrelerdeki "olağan şüpheliler"e karşı girişilen tutuklamalar polis ve medya tarafından büyük bir tantanayla, geçmişte ABD'nin Atina'daki büyükelçiliğine bir roket atmak dahil bir dizi eylem düzenleyen "Devrimci Mücadele" grubunun tasfiyesi olarak sunuldu. Polis tarafından yönetilen terörizm karşıtı histeri kampanyası ters tepti; halkın çoğunluğu Devletin "terörizm karşıtı" saldırısının finans kapitalin, IMF ve AB'nin gerçek teröristlerini gizlemek için kitlelerin dikkatini dağıtmayı amaçladığına ikna olmuş durumda. Yönetenlere yönelik gerçek tehdit azınlığın şiddet eylemleri değil, yönetilenlerin kitlesel isyanıdır.

Yunanistan, gençliğin Aralık isyanından kitlesel işçi isyanlarının Bahar'ına doğru evriliyor. 

28 Nisan 2010