“Varan 2”: Hanefi Avcı olayının siyasal anlamı (Gerçek - 07-10-2010)
Şaibeli operasyonlar
Belli ki ortada sadece bir kitap yoktu. Referandum sath-ı mailinde İslamcı cephenin önde gelen unsurlarından Fethullah Gülen cemaatine çekilmiş bir silah söz konusuydu. Cemaatin basın organları ve yazarları ağız birliği yaparak savunmaya geçti. Hanefi Avcı karıştığı gayri meşru ilişkiler dolayısıyla kendisine yönelik bir tahkikat yapılacağını sezmiş ve kendine bir koruma kalkanı oluşturmak amacıyla bu kitabı yazmıştı. Referandumdan sonra işler tam anlamıyla kördüğüm oldu. Hanefi Avcı Devrimci Karargâh örgütüne yardım ve yataklık yaptığı, bu örgütün militanlarına gizli bilgileri sızdırdığı gerekçesiyle tutuklandı. Cemaatin yayın organları yine tek ağızdan "biz demiştik, etrafındaki çemberin daraldığını fark ettiği için alelacele bu kitabı yazmıştı" demeye başladı.
Bu tek ağızdan yayılan söylemler aynı zamanda ortada bir cemaat operasyonu olduğuna da işaret ediyordu. Zira Devrimci Karargâh davası daha başladığı dönemde bir hukuk katliamı olarak gündeme gelmişti. Hiçbir ciddi delil olmaksızın aralarında Vatan Gazetesi İnternet sitesi yayın yönetmeninin de bulunduğu çok sayıda kişi tutuklanmış tutuklulardan 10 tanesi ilk duruşmada tahliye edilmişti. Son operasyonda da yine Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) yöneticileri ve Toplumsal Özgürlük Platformu sözcüleri benzer biçimde tutuklandılar. Söz konusu örgütle ilgileri olmadığı operasyonu yapanlar tarafından da bilinen bu insanların ilk duruşmada tahliye edilmeleri de şaşırtıcı olmayacak. Çok ciddi bir bilgi kirliliğinin perde arkasında nelerin döndüğünü tam bir kesinlikle görmek olanaksız. Ancak Hanefi Avcı olayının içinde geliştiği siyasal süreci tahlil etmek mümkün ve gerekli.
Bu kitabı kim yazdırdı?
Hanefi Avcı'nın kitabı burjuvazinin iç savaşının keskinleştiği bir aşamada gündeme geldi. Üstelik yeni bir siyasal muharebe alanı olan anayasa referandumunun hemen öncesinde. Bu doğal olarak kitabın "yazdırıldığı" izlenimini doğuruyor. Kitabın otobiyografik ilk bölümüyle Fethullah Gülen cemaatine ayrılan ikinci bölümünün eklektik yapısı bu kanıyı güçlendiriyor. Sonuçta kitabın, Batıcı-laik burjuvazi tarafından AKP ve siyasal İslam'a karşı yürütülen kampanyanın merkezine oturduğu bir gerçek. Eskinin cemaatçi polisi bir anda Kemalistlerin hatta anti-AKP'ciliği tek hat olarak benimsemiş bazı solcuların kahramanı oluverdi. Evet, Fethullah Gülen cemaatinin önemli sırları bu kitapta deşifre ediliyordu ama yazılanlar kadar yazılmayanlar da önemli. Kitapta çok yerde Susurluk, JİTEM vb. bağlamlarda kontrgerilla örgütlenmesine değiniliyor. Artık herkes biliyor ki bu örgütlenmeler bilfiil ABD tarafından kurdurulmuş ve CIA ile yakın ilişki içinde faaliyetlerini sürdürmüştür. Hanefi Avcı uzun uzun bu derin devlet yapılanmalarına değinirken CIA ya da MOSSAD'ın rolüne hiç ama hiç değinmiyor. Kitapta ABD ve İsrail ile ilgili değinmelerde hiçbir eleştiriye yer verilmediği gibi bu ülkelerin terörle mücadeledeki destekleri sık sık övülüyor. ABD'nin 2007 yılından itibaren cemaate yönelik bazı soruşturmalar yaptığından ve cemaatin önde gelen sorumlularının FBI tarafından deşifre edilip sorgulandığından, vizelerinin iptal edildiğinden söz ediliyor. Yani kitapta ABD'ye yönelik en ufak bir eleştirellik yok.
Baykal'ın kasedi, Avcı'nın kitabı
Hanefi Avcı'nın bu konuda anlattıkları Fethullah Gülen'in son Mavi Marmara olayındaki Siyonizm destekçisi çıkışına başka bir anlam katıyor. Belli ki ABD'nin bir şekilde tepkisini çekmeye başlayan cemaat Gülen'in ağzından güven tazeleme çabası içine girmiştir. Cemaatin Orta Asya'daki eğitim faaliyetleri ile dinler arası diyalog adı altında emperyalizmin ideolojik hegemonyasına destek verilmesinin ABD tarafından takdir gördüğüne kuşku yoktur. Nitekim Hanefi Avcı da bu faaliyetleri desteklediğini açıkça söylüyor. Bununla birlikte son dönemde AKP hükümetinin İran, Filistin gibi başlıklarda aldığı tutumların ABD ve İsrail nezdinde ciddi bir endişeye yol açtığı açıktır ve anlaşılan odur ki ABD emperyalizmi kendi güdümündeki İslami oluşumların da dizginlerini daha sıkı biçimde tutmak istemektedir. Giderek daha fazla merkezkaç eğilimler gösteren AKP, ABD ve İsrail tarafından zayıflatılmak, gerektiğinde bölünmek hiç değilse daha fazla kontrol altında tutulmak istenirken bu kitabın ve Avcı'nın oynadığı rol dikkatle ele alınmalıdır. Baykal'ın kasetinden sonra AKP karşısında nispeten umut vadeden bir alternatif yaratma operasyonu yapıldığını, Kılıçdaroğlu'nun bu amaçla bir saray darbesiyle CHP'nin başına getirildiğini yazıyoruz. Baykal'ın kasedini ortaya çıkaranlar ona "varan 1" adını takmışlardı. Baykal istifa edince ikinci kasede gerek kalmamıştı. Hanefi Avcı'nın kitabı ise aynı sürecin parçası olarak, bu sefer cemaati sıkıştırmak ve AKP içindeki fay hatlarının kırılganlığını arttırmak anlamında "varan 2" olarak adlandırılabilir.
Cemaatten demokrat işkenceciden muhalefet olur mu?
Sonuçta Hanefi Avcı'nın nokta atışıyla yaptığı ihbarlarla, verdiği isimlerle, kitapta açıklanan cemaatin yasadışı dinleme yaptığı cihaz ve yerlerle ilgili en ufak bir soruşturma dahi yapılmazken kendisinin şaibeli bir operasyonla tutuklanması ve bu sürece cemaate yakınlığıyla bilinen Zaman, Bugün, Star, Samanyolu gibi yayın organlarının aktif katılımı başlı başına bir cemaat operasyonuna işaret etmektedir. Diğer yandan ne Hanefi Avcı ne de kitabı kendisini burjuvazinin iki kanadı ve emperyalizmin karşısında konumlandırması gereken sosyalistler için kefil olunabilir niteliktedir. Cemaatçilerden demokrasi ve özgürlük, işkenceci polislerden muhalefet beklenen garip bir dönemden geçiyoruz. Ortalığı kaplayan toz duman içinde burjuvazinin batıcı-laik ve İslamcı iki kanadı karşısında emekçilerin ve ezilenlerin bağımsız bir cephesine duyulan ihtiyaç bir kez daha kendisini tüm yakıcılığıyla hissettiriyor.