Vakit daralıyor! İşçi hareketi ve sosyalist sol derhal harekete geçmeli! (İşçi Mücadelesi #37 - 18-11-2008)

AKP hükümeti zor günler geçiriyor. "Kriz mriz yok" dedi. Fabrikalar birer birer kapanmaya başladı. İşsizlik hızla artıyor. Esnaf kan ağlıyor. Sanayi üretimi hızla düşüyor. "Diyarbakır"ı fethedeceğiz" dedi. Başbakan, Van Hakkari ve Diyarbakır gezilerinde kovulmaktan beter oldu. Yetmezmiş gibi CHP de taarruza geçti. CHP'li Kemal Kılıçdaroğlu, AKP'li Dengir Mir Mehmet Fırat'ın yolsuzluklarının üzerine gidince Fırat geri plana çekilmek zorunda oldu. Ardından AKP'li Şaban Dişli'nin Silivri'de yolsuzluk yaptığı ortaya çıktı.

Hükümetin köşeye sıkışmasında Batıcı-laik cephenin saldırıları bir ölçüye kadar etkilidir. Anayasa Mahkemesi'nin türban kararını bozması, kapatma talebini reddetse de hükümet partisini "irticai odak" ilan etmesi yaz aylarından itibaren hükümetin yıpranmaya başladığının ilk işaretleri olmuştu. Fakat hükümetin başında esas iki başka "bela" var.

İşçi Mücadelesi AKP'nin yükselişinde asıl belirleyici iki etmenin, 2001 krizinden sonra ekonominin (emperyalizmin desteğiyle) canlanma göstermesi ve Kürtlerle savaşın uzunca bir süre düşük seyir izlemesi olduğunu hep belirtti. Şimdi her iki alanda da durum tersine dönmüş vaziyette.

Ekonomi alanındaki sarsıcı gelişmeler AKP'nin iki kriz arası hükümeti olarak tarihe geçebileceğine işaret ediyor. 2001 krizinden çıkış koşullarında hükümetin en büyük şansı kısmi bir ekonomik toparlanma yaşanması olmuştu. Artık AKP bu kozunu kaybetti. Ancak bununla kalmayacak. Çünkü bugün dünya ölçeğinde patlak veren krizin Türkiye'yi 2001'dekinden çok daha kötü bir duruma sürükleyeceği az çok kesin görünüyor. Erdoğan, "hamdolsun korkulacak bir şey yok" dese de burjuvazi tir tir titriyor. TÜSİAD seçim ekonomisi hayallerinden vazgeçmesi için hükümete bastırıyor. AKP'nin kendi cephesinden dahi krize karşı önlem talepleri yükseliyor. Esnaf kan ağlıyor. KOBİ'ler hükümete feryat ediyor. Arka arkaya kapanan fabrikalar, hızla artan işsizlik ve yoksullaşma, işçi sınıfının da hükümeti giderek daha fazla sıkıştıracağına işaret ediyor.

Kürt hareketinin mücadeleciliği giderek tırmanıyor. Geçen yılki Dağlıca baskınından sonra hükümetin TSK ile el ele sürdürdüğü sınırötesi operasyonlara rağmen Aktütün saldırısını gerçekleştiren PKK, sınırötesi operasyonların mücadele kabiliyetini azaltmadığını göstermiş oldu. Kürt halkının bir süredir artmakta olan mücadeleciliği ise Öcalan'a işkence iddialarının ardından yeni bir sıçrama kaydetti ve bu da Aktütün'ün ardından hükümete ikinci darbe oldu.

Bütün bunlar hükümetin düşüş dönemine girdiğinin açık birer göstergesi durumunda. Üstelik bu kez hükümet, kriz nedeniyle kendi dertlerine düşen Avrupa ve ABD emperyalizmlerinden de büyük bir destek bekleyemez. Yaklaşan yerel seçimlerde Kürt illerine oynayarak kendisini burjuvaziye Kürt hareketinin bastırılmasında tek şans olarak sunacak olması, AKP'nin şu anki en güçlü kozu durumunda. Bu gücün ne kadar olduğunu ise, Erdoğan'ın Kürt illerine ziyaretlerinde ortaya çıkan manzara ciddi bir biçimde gösterdi. Öte yandan AKP'ye karşı geçen yıldan beri daha toleranslı bir çizgi tutturan TSK, hükümetin şimdilik en ciddi dayanağı pozisyonunda. Ancak bunun da hükümet açısından fazla güvenilemeyecek bir dayanak olduğu ortada.

AKP'nin düşüş evresine girmiş olması akla hemen, karşısında hangi gücün yükseleceği sorusunu getiriyor. Kılıçdaroğlu'nun atağıyla motive olan CHP, Ankara'da Melih Gökçek'in karşısına Murat Karayalçın'ı çıkararak belirli bir başarı sağlayabilir. Ercan Karakaş'ın da CHP'ye geleceği söylentileri gerçeğe dönüştüğü takdirde CHP'deki toparlanmanın artarak sürmesi muhtemeldir.

Öte yandan işçi sınıfı alternatifinin büyütülemediği koşullarda krizin faşizmin değirmenine su taşıyabileceğini unutmamak gerekir. Bu süreçte MHP'nin de dikkatle izlenmesi gerekiyor.

Peki sosyalist sol ve işçi hareketi ne yapıyor? Henüz ciddi bir adımın atıldığından söz etmek mümkün değil. Gerçi DİSK ve KESK kriz karşısında kendi ortak programlarını açıklayarak bir adım atmış oldu. Ancak önemli ölçüde sınıf işbirliğine dayanan bu programın işçi hareketi açısından ciddiye alınabilir bir yanı yok. Bu programın derhal, sınıfın acil çıkarlarına hitap eden yenisiyle değiştirilmesi gerekiyor. Sosyalist soldaki durgunluk havası da çok geç olmadan dağıtılmak zorunda.

Artık içine girdiğimiz kriz dönemi bu tür gecikmeleri affetmeyecektir. Hem dünyada hem de Türkiye'de derin siyasi çalkantıların eli kulağında olduğunu söylemeye bile gerek yok. Kriz karşısında kapitalistler daha korumacı politikalara yöneldikçe milliyetçilikteki artış da bununla el ele gidecek. Bunun faşizm tehlikesine ciddi bir biçimde kapı açtığı ortada.

Bu tehlike henüz kendini iyice belli etmeden solun ve işçi hareketinin hareket geçmesi gerekiyor. Kriz hızla yepyeni mücadele kanalları açacak. Pek çok ülke şimdiden büyük işçi mücadeleleriyle sarsılmaya başladı. İspanya'da fabrikalarının kapanması ya da aralarından 1600'ünün işsiz kalması ikilemi ile karşı karşıya bırakılan Nissan işçilerinin yanıtı, Latin Amerika'ya özgü yol kesme eylemlerini Avrupa'ya taşımak, şirketin genel merkezini şişe ve sopa yağmuruna tutmak oldu. Aynı tehlikeyle (kapatma/işten atma) burada da yüz yüze olan işi hareketinin İspanya'daki mücadeleciliğin izinden gitmesi büyük önem taşıyor.

Ancak mücadelecilik de tek başına yeterli değil. İşçi hareketinin ve Kürt halkının, her iki kanadıyla burjuvaziyi tamamen karşılarına alan bir program etrafında birleşmeleri büyük önem taşıyor.

Devrimci İşçi Partisi Girişimi'nin aylarca önce ileri sürdüğü Üçüncü Cephe ve Sendikal Mücadele Güçbirliği önerisi tam da bu ihtiyaca karşılık verdiği içindir ki bu dönemde benimsenmesi büyük önem taşıyor. Fakat zaman herhangi bir politikanın hayata geçişi için oturup bekleme zamanı değil. DİP Girişimi ekonomik krize karşı bir süredir devam ettirdiği kampanyayla bir yandan işçi sınıfı içindeki propagandasını artırırken, diğer yandan da yaklaşan sert mücadelelere hazırlanıyor.