Ufuk'un ufkunda İşçi Sınıfı ve Devrimci Mücadele görünmüyor (Şiar Rişvanoğlu (im 22) - 23-08-2007)
Bizim için hiç de yeni olmayan bu ironik durumun daha iyi anlaşılması için o dönem Parti Meclisi’nde yer aldığımız ÖDP’nin iki tutumunu hatırlatmakta fayda var. Birincisi; faşizmin yükseltildiği 1998 yılının bahar aylarında ardı ardına Akın Birdal’ın (ki o dönem daha çok Kürt halkı ile yoğun dayanışma faaliyetleri ile bilinen İHD’nin genel başkanı idi) vurulduğu ve Bolu’da Kenan Mak isimli Kürt öğrencinin öldürüldüğü döneme ait. Bu dönem parçası olduğumuz parti içi sol muhalefetin yaptığı eylem çağrısına Uras’ın ve hakim ekibin verdiği red cevabı (MYK genelgesi yoluyla) aynen şöyle: “Sokaklar provokasyona açık dikkatli olalım.” Yani onları vursunlar biz sessiz kalalım. Nitekim birkaç basın açıklaması dışında öyle de oldu. İkincisi ise devrimciler için en karanlık dönemlerden biri olan 19 Aralık 2000 cezaevlerindeki “Ölüm Operasyonu” ve devamındaki süreç Neredeyse bütün devrimcilerin teyakkuz halinde olduğu bu günlerde yüreği yanan siyasi tutsak ailelerine parti binalarını açan, destek olmaya çalışan parti içi muhalefet utanç verici bir biçimde disiplin kurullarına verilmiş, bu süreç sonunda da ya atılmış, ya da ayrılmak zorunda bırakılmıştı. Bu gerici hat 2002’de doruğa çıkacak, ÖDP seçimlere “sosyal demokrat” artığı bir burjuva partisiyle girecekti.
Aynı hat, Uras’ın 22 Temmuz çalışmalarının tamamında kendini göstermiştir. Uras, desteğini istediği devrimci gruplar ve sendikalarla yaptığı görüşmeler dışında, ne verdiği röportajlarda, ne de yaptığı konuşmalarda numune olarak dahi bir kez bile “işçi sınıfı” kavramını kullanmış değildir. Elbette ölçümüz tek başına bu değil. Bütünsel olarak Uras’ın çizdiği siyasi tabloda ve sunduğu önerilerde ne sınıf mücadelesinin, ne sosyalizm düşüncesinin, ne Kürt Sorunu’nda (ulusların kendi kaderini tayin hakkını bırakın) siyasi bir çözümün, ne de genel olarak devrimci bir arayışın yeri vardır. Aynı anlayış başta ÖDP’nin 16 sayfalık seçim bildirgesi, bütün seçim çalışmasında da hakimdir. En azından bir dönem Marksist ekolden beslendiği halde ekonomiye ilişkin önerilerinde, dış borçların reddi gibi, kamulaştırma gibi, borsanın kapatılması gibi köklü alternatif düşünceler aramak nafile bir çaba olacaktır. Temel politik hat: “yurttaşlık”, “ortak akıl”, “yaşam tarzı”, “birlikte yaşam kültürü”, “herkesi kucaklamak”, işçi ve emekçi sınıfı açısından son derece tehlikeli “toplumsal barış” gibi kavramlardan oluşan bir burjuva demokratik çerçeveye yerleştirilmiştir. Bu utangaç liberal anlayış örneğin Türkiye’nin en can alıcı tartışmalarından biri olan Avrupa Birliği konusunu yok saymasında da kendini göstermektedir. Gerçi Uras, bu konuda, her fırsatta açıkça AB’yi savunan, seçim sürecinde (Oran’ın kullandığı ifadeyle) “ikizi” Baskın Oran’dan “ileridedir”. Uras’a ve arkadaşlarına, İş Yasası’ndan özelleştirmelere kadar işçi sınıfına saldırının, Tütün Rejimi’nden tarımda ithalat politikasına kadar yoksul köylülüğün tasfiyesinin, Irak’taki insanlık suçlarından Kürt halkının asimilasyonuna kadar ulusların ezilmesinin arkasındaki ABD ile birlikte ikinci ana odak olan AB emperyalizmine karşı olmaksızın kalıcı, gerçek ve insani bir çözümün mümkün olmadığını hatırlatalım.
Uras durumunu “Bizim sayemizde meclis nefes alacak, oksijene kavuşacak” sözleriyle veciz biçimde ifade etmiştir. Umarız ki; bütün eleştirilerimize rağmen, Mecliste ve dışarıda burjuvazinin ve faşizmin her türlü saldırısına karşı tereddütsüz bir biçimde yanında olacağımız Uras, burjuva meclisine nefes aldırmak yerine, burjuvaziyi kirli atmosferinde işçi sınıfının, Kürt ulusunun ve ezilenlerin oksijeni ile boğmak üzere politik ufkunu tarihin lokomotifi olan sınıf mücadelesine doğru genişletmeyi tercih eder.