Türkiye'ye sağduyu değil solduyu gerekli! (08-04-2008)
Düzenin kalelerini delik deşik eden henüz işçinin, emekçinin, ezilenin top atışları değil. Burjuvazi kendi içinde, kendi kanatları arasında giriştiği ölümcül satranç oyununun sonucunda müthiş zayıflamış durumda. Ocak ayında türbanın gündeme girmesiyle birlikte Türkiye hakim sınıfları ortadan yarıldı. Bugüne kadar AKP’ye geçici yol arkadaşlığı yapmış olan TÜSİAD ve onun sadık sözcüsü Doğan medyası derhal muhalefete geçti. Türban konusunda anayasa değişiklikleri geçtikten sonra üniversiteler de ikiye bölündü. Üniversitelerde hukuk diye bir şey kalmadı: Derebeyleri misali her bir rektör türban konusunda kendi bildiği hukuku uyguluyor. AKP’nin bu hamlesine devletlûlar katından cevap kapatma davasıyla geldi. Böylece burjuvazinin iki kanadı mahkemelik oldu. AKP’nin karşı hamlesi ise devletlûlar kampının çeşitli ideologlarına gözdağı vermek oldu. Mahkeme yetmedi, burjuvazinin iki kanadı karakolluk oldu. Ulaşılan nokta o kadar patlamaya açık, burjuvaziyi o kadar zayıf kılıyor ki, patron örgütleri devreye girerek “uzlaşma” çağrıları yükselttiler. Önce TÜSİAD uyardı; ardından TOBB, küçük burjuvazinin örgütlerini ve sendika bürokrasisinin sağcı kesimini yanına alarak her iki kamp üzerinde basınç yaratmaya girişti. Sonuç tam bir hüsran. Ne Erdoğan ve Baykal yatıştı, ne de Anayasa Mahkemesi bu uyarıya kulak verdi.
Bugün burjuvazinin bütün önemli kurumları boydan boya bölünmüş durumda. Yargı, üniversite, polis, istihbarat, medya ve elbette düzen partileri sistemi ortadan çatlamış bulunuyor. Burjuvazinin iç savaşı bütün sistemi tehlikeye atıyor.
Bu yetmedi, Batıcı-laik cephe kendi içinde sarsıntılar yaşadı bu dönem boyunca. Önce türban tartışmasında askerin hiç ses vermemesi, Batıcı-laik kanadın sivil kesimlerinde tepkiyle karşılandı. Baykal’ın laikliğin korunması konusunda TSK’ya yönelik “gölge etmesinler başka ihsan istemez” çıkışı, bu cephe içinde çok geniş çevrelerin nasıl hissettiğinin bir belirtisi. Bunu Kuzey Irak’a kara harekâtının sona eriş tarzının yarattığı poelmik eklendi. CHP iş bitirilmeden geri dönüldü dedi. MHP genelkurmay adına yapılan açıklamaların PKK’yi bir gerilla gücü olarak gösterdiğinden şikâyet etti. Genelkurmay’ın cevabı çok ağır oldu: Bu eleştirileri yapanları “hainden beter” diye niteledi.
Bununla da bitmiyor. Bugün asker bütün cumhuriyet tarihi boyunca toplum nezdinde prestijinin en düşük olduğu dönemi yaşıyor. Bu elbette türban tartışmasında ordunun sessiz kalmasıyla başladı. Ama TSK asıl darbeyi kara harekâtında yaşanan askeri fiyasko ve siyasi bozgun sırasında aldı. O güne kadar askeri kurtarıcı olarak görenler, emperyalizmin Türkiye üzerinde oynadığını düşündükleri oyunlara karşı onu bir güvence olarak bellemiş olanlar, TSK ABD yöneticilerinin çağrısıyla geri dönünce güvendikleri dağlara kar yağmış gibi hissettiler.
Türkiye’de tam da düzen güçleri zayıflamış ve birbirlerine düşmüşken toplumsal ve siyasi hayatı yöneten bütün büyük çelişkiler birlikte keskinleşiyor, birbirlerini besleyerek gelişiyor. Geçen sayımızın başyazısı Türkiye’nin siyasi hayatının kördüğüme dönüştüğünü yazmıştı. Bu tespit yapıldıktan sonra Mart ayı içinde şunlar oldu: Genelkurmay CHP ve MHP’ye karşı zehir zemberek bildirisini yayınladı. Batıcı-laik cephe AKP’yi kapatma atağına girişti. AKP kanadı buna İlhan Selçuk ve diğerleriyle cevap verdi. İşçi sınıfı on yıllık bir durgunluktan sonra siyaset sahnesine adım attı. Kürt halkı yeniden sehildan eğilimleri göstermeye başladı. Böyle dönemler toplumun ve siyasetin gelgitli gelişmelere tanık olduğu dönemlerdir: Bir an yükselen eğilim ertesi an geriler, gündem sürekli değişir. Her şey sürekli altüst olur.
İşte işçi sınıfı böyle bir anda, uzun zamandır hareketsiz kaldığı köşesinde doğrulmaya başlamıştır. 2007 yılı Telekom, THY, Novamed, Mersin Serbest Bölge, Sanovel, savunma sanayii işçileri ve benzeri mücadelelerle bir ısınma yılı olmuştu. İşçi sınıfı yeniden grev okuluna yazılmıştı. 2008 başında ise Tekel işçilerinin militan mücadelesine ve Tuzla tersanelerindeki canlanmaya, Sincan Tega, Gebze Arçelik ve Acarer, Kocaeli Üniversitesi, İstanbul İlbek, Balıkesir Yörsan ve Fora gibi yerel mücadeleler eşlik etmektedir. Mersin Tarsus’ta SCT Or Turbo işçisinin iki yıllık grevinin zaferle sonuçlanması bu mücadeleler için yeni bir umut ışığı yaratmıştır.
Ama SSGSS eylemleri bu mücadelede gerçek bir sıçramayı temsil ediyor. 14 Mart Türkiye sathına yayılan ve yer yer on binleri bir araya getiren eylemleriyle muazzam bir önem taşıyor. O gün Tayyip Erdoğan hükümeti ile işçi hareketi ilk kez karşı karşıya gelmiştir. O gün işçiler bir sınıf olarak çıkarlarının ortaklığını hissetmişlerdir. O gün kamu çalışanları da canlanmaya başlamıştır. 90’lı yıllardaki kahramanca mücadeleden sonra kamu çalışanları 2000’li yıllarda işçilerden dahi daha durgun bir döneme girmişti. SSGSS eylemleri öğretmeniyle, sağlık elemanıyla, belediye çalışanıyla kamu emekçilerine de bir ilk mücadele elektriği taşımıştır. Bu satırların yazıldığı sırada 1 Nisan eylemlerinin sadece DİSK, KESK ve üç meslek örgütü tarafından düzenlenmesine rağmen ciddi bir ses getirmesi bunun en açık belirtisidir.
İşte tam böyle bir konjonktürde sendika bürokrasisinin ağırlıklı bölümü burjuvazinin örgütlerinin siyasi gerilimi düşürmek, düzen güçlerinin bölünmüşlüğünü aşmak için yaptığı “uzlaşma” ve “sağduyu” çağrılarının peşine düşüyor. Madalyonun ters yüzünde de SSGSS konusunda hükümetin birkaç tavizi karşılığında daha on beş gün önce ileri sürülmüş olan bütün öteki taleplerin unutulması var. Türk-İş başkanı Emek Platformu’nun son toplantısında dahi bir dizi talebin henüz karşılanmamış olduğuna dair karar alındığı halde, süreci izleyeceklerini, şimdilik eylem düşünmediklerini açıklıyor. Tasarı mecliste görüşülmeye başlanmış, maddeler teker teker geçiyor, Türk-İş izlemekle yetiniyor. Türk-İş bürokrasisi savaşa silahsız giden acemi asker rolünde.
Türkiye’ye sağduyu falan gerekmiyor! Türkiye’nin kördüğümünü çözecek tek şey işçi sınıfının, kamu çalışanları ve bütün öteki emekçilerle birlikte örgütlenmesi ve mücadeleyi yükseltmesidir. Türkiye’ye her şeyden önce sendika gibi sendika gerek. Bunun için sınıf mücadeleci bütün işçiler, kamu emekçileri, işyeri temsilcileri ve sendikacılar bugün konfederasyon ayrımı dinlemeden ayağa kalkmalı. Türk-İş’in sınıf mücadeleci sendikaları Türk-İş yönetimine isyan etmeli. SSGSS mücadelesi bir süre sonra sona erecek. Hatta kaybedilebilir bile. Ama kıpırtı başlamıştır. Yakın gelecekte başka mücadelelerin önünü açmak için bugün susmamak gerekir.
Kürt halkı 15 Şubat’tan Newroz’a kadar neredeyse aralıksız eylemler yaptı, yasaklara, polis ve jandarma baskısına, verdiği ölülere rağmen yüz binleriyle, milyonlarıyla sokaklara çıktı, bazı kentlerde son yılların en görkemli Newroz’unu kutladı. Kürt hareketi bu mücadeleci eğilimi iyi değerlendirmeli. Mecliste Kürt milletvekillerinin dikkatlerini işçi-emekçi sorunları üzerinde yoğunlaştırmaları, işçi mücalelerine boylu boyunca destek vermeleri Türkiye’nin bütün kimyasını değiştirebilir.
Türkiye adım adım yeni bir döneme giriyor. Bu dönemin işçiler, emekçiler ve ezilenler için en az hasarla atlatılması ve gelişmeler olumlu olduğu ölçüde en büyük kazanımlarla sonuçlanması işçi sınıfına Marksizmin ışığını taşıyan bir örgütle olur. Öyleyse gelin Devrimci İşçi Partisi’ni birlikte inşa edelim.