Türkiye'nin "yeni anayasa"ya değil sınıf mücadelesine ihtiyacı var! (DİP Girişimi - 29-03-2010)
DİP Girişimi, AKP'nin gündeme getirdiği anayasa paketinin bütünüyle burjuvazinin politik iç savaşının yeni bir muharebesi olduğu kanısındadır ve bu pakete bütünüyle karşıdır. Hakim sınıfların bu iç çekişmesinden işçi sınıfına, emekçilere ve ezilenlere hiçbir fayda gelmeyeceğini yeniden ısrarla belirtir. Bizim bu anayasa paketinin özünü oluşturan yargı konusunda tavrımız açıktır: Anayasa Mahkemesi'nin çoğunluğu, işçi hareketi ve emek örgütleri tarafından, üniversite mezuniyet koşulu aranmadan okur yazarlığı olan herkesin aday gösterilebildiği bir seçimle seçilmiş ve geriye çağrılabilir işçi ve emekçi temsilcilerinden oluşmalıdır. Çünkü yargı bağımsızlığı bir efsanedir. Yargı bugüne kadar, sadece politik alanda değil, ekonomik, sosyal, kültürel bütün alanlarda hakim sınıfların lehine çalışmıştır. Halkın çoğunluğunu oluşturan işçi ve emekçiler için adalet, ancak en yüksek mahkemeden başlamak üzere, yargıçlar bu çoğunluğun hesap verir konumdaki temsilcilerinden oluşursa sağlanabilir!
Anayasa paketinin arka planı
Gerek yasalar gerekse de anayasalar ürünü oldukları devletin sınıf karakterinin damgasını taşırlar. Aynı zamanda içinde bulundukları toplumdaki sınıfların ve toplumsal katmanların karşılıklı güç ilişkilerinin genel bir resmini sunarlar. Bu açıdan bakıldığında özel olarak AKP'nin gündeme getirdiği anayasa paketi değerlendirilmeden önce bu süreci çevreleyen koşulları yani paketin arka planını değerlendirmek gerekmektedir.
Sınıflar mücadelesinde burjuvazi emekçi sınıflara karşı yoğun bir saldırı yürütmektedir. Tekel işçilerinden kamu emekçilerine kadar birçok irili ufaklı mücadelede emekçiler savunma halindedir. Ancak tek savaş burjuvazi ve işçi sınıfı arasında yaşanmıyor. Burjuvazi bir yandan da kendi bağrında sürmekte olan politik bir iç savaşla cebelleşiyor. Büyük burjuvazinin geleneksel hakim kanadı Batıcı-laik sermaye ile Anadolu'dan doğup gittikçe palazlanan ve kendisi de finans kapitalleşen İslami sermaye büyük bir mücadeleye tutuşmuş durumda. Bu mücadele her ne kadar son tahlilde uzlaşmaz karşıtlıklar içermese de, üzerinde kavga edilen konu siyasi iktidar olduğunda kavganın sertleşmesi kaçınılmaz olmaktadır. Darbe girişimlerinden, Ergenekon davasına kadar çeşitli konularda, muvazzaf askerler tutuklandığında, savcıların görevden alındığında, devletin baskı aygıtının temel direkleri olan asker, polis ve istihbaratın birbiriyle (birkaç örnekte silahlı çatışma olasılığını doğuracak kadar sert bir biçimde) karşı karşıya geldiği bir politik iç savaş söz konusudur.
Anayasa konusuna gelindiğinde ikili bir durumdan söz edilebilir. Öncelikle bir bütün olarak burjuvazi sık sık yeni anayasa ihtiyacından dem vurmaktadır. Emekçi sınıflara karşı saldırı halindeki büyük burjuvazi için istihdam rejiminden özelleştirmelere kadar artık 12 Eylül'ün darbe anayasası bile dar gelmektedir. Her ne kadar 12 Eylül anayasasından doğal olarak en başta emekçiler şikâyetçi olsa da bugün yükselen bir işçi sınıfı mücadelesinin anayasanın sınırlarını zorlamasından değil mevcut anayasanın bazı yönlerinin emekçilere saldırıyı yükselten burjuvazinin ayağına dolanmasından söz edilebilir. TÜSİAD ve MÜSİAD gibi patron birliklerinden, AKP, CHP, MHP ve diğer tüm burjuva partilerine kadar burjuvazinin bütün güçlerinin yeni anayasa ihtiyacında birleşmelerinin altındaki sosyal gerçek, burjuvazinin sınıf saldırısıdır. Bunun adı şimdi "ekonomik anayasa" olarak konulmuştur.
"Türkiye'nin yeni anayasaya ihtiyacı vardır" söylemi güncel olarak gündeme gelen paketin arka planını oluşturmaktadır. Paketin meşruiyeti burjuvazinin bağrındaki bu ihtiyaca ve emekçi sınıfların 12 Eylül'e yönelik nefret ve şikâyetine dayandırılmaktadır. Bununla birlikte, bugünkü paketin somut olarak burjuvazinin genel isterlerini karşılamaya yönelik olmadığını, burjuvazinin bağrındaki iç savaşın gündeme getirdiği başlıklara odaklandığını görüyoruz. İslamcı sermaye siyasal iktidarda tuttuğu yeri genişletmek ve sağlamlaştırmak adına pakete tam destek verirken, TÜSİAD'ın merkezinde durduğu Batıcı-laik burjuvazinin önde gelen temsilcisi TÜSİAD açıktan muhalefet eden bir tutum almaktadır. AKP'nin iktidarını sağlamlaştırmasından duyduğu tedirginliği kuvvetler ayrılığına yaptığı vurguda göstermektedir. Bu çerçevede mevcut anayasa paketinin burjuvazinin bütünsel çıkarlarından ziyade iç savaşın İslamcı kanadının çıkarlarına yaslandığını söyleyebiliriz.
Anayasa paketinin anlamı
Pakette elbette bazı toplumsal grup ve ideolojik ortamlara sunulan "şeker"ler var: Kamu emekçilerine (grevsiz) toplu sözleşme hakkı, kadınlara "pozitif ayrımcılık" olanağı, liberallere ve solculara Evren'i yargılatma olanağı (bunun zaman aşımı dolayısıyla hiçbir işe yaramayacağı belirtiliyor) gibi öneriler bu karakterdedir. Bir de AB'ye ve Batı demokrasisi özlemi içinde olanlara verilen küçük şekerler var: kişisel verilere ilişkin hüküm, yurtdışına çıkışın ancak hakim kararıyla yasaklanabilmesi, ombudsman ("kamu denetçisi") ve çocuk hakları bu niteliği taşıyor. Ama bütün bunlar, biraz destek elde etme çabasının yanında, daha da önemlisi esas amacı kalabalık içinde saklamaya da yöneliktir. Esas amaç ise, AKP'nin, karşısındaki blokun güçlerini budama ve mümkün olduğu kadarıyla içeriden kuşatma çabasıdır. Yani doğrudan doğruya burjuvazinin iç savaşıyla ilgilidir.
Önem sırasıyla gidecek olursak, askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasını olanaklı kılan değişiklik (md. 129/H), Yüksek Askeri Şura'nın (YAŞ) ihraç kararlarının yargı denetimine açılması konusundaki hüküm (md. 125), parti kapatma davalarını parlamentonun onayına bağlayan değişiklik (md. 69 ve 84), Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) yapısını, yetkilerini, üyelerinin seçimini ve üyelik süresini, değiştiren hükümler (md. 146, 147, 148, 149), Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) yapısını, üyelerinin seçilişini, yetkilerini değiştiren hükümler (md. 159), adalet sistemi ile savcıların denetimi konusundaki değişiklikler (md. 129/G) tamamen bu karakterdedir.
Bu paketin 12 Eylül anayasasıyla karşıtlık içinde sunulması az görülür bir utanmazlık ve ikiyüzlülük örneğidir. Çünkü bu pakette 12 Eylül anayasasının özüne hiçbir biçimde dokunulmadığı gibi, darbenin Kenan Evren'e bahşettiği Cumhurbaşkanlığı yetkileri bugün demokrasi adına savunulmakta ve genişletilmektedir. 12 Eylül Anayasası'nın ayırıcı özelliklerinden biri, sorumsuz bir cumhurbaşkanını muazzam yetkilerle donatmış olmasıdır. Şimdi bu yetkiler çoğaltılıyor! DİP Girişimi olarak bu konu üzerinde yaratılan yanılsamalara karşı uzun zamandır uyarıyoruz. Cumhurbaşkanının halk oyuyla seçilmesi gündeme getirildiğinde cumhurbaşkanlığı kurumunun kaldırılmasını savunarak 12 Eylül'ün cumhurbaşkanına verdiği aşırı yetkilere ve bu yetkilerin halk oyu ile siyasi olarak perçinlenmesinin tehlikesine işaret etmiştik. Şimdi, AKP destekçisi liberaller, işte bu değişikliklere karşı çıkanları 12 Eylül anayasasını savunmakla köşeye sıkıştırmaya çalışıyor!
Tersinden iki yüzlülüklere de değinmek gerekir. Bugün kuvvetler ayrılığını savunarak yargının yasama ve yürütmeden "bağımsız" kalmasını savunanlara bir dördüncü kuvvet olarak silahlı kuvvetlerin verdiği muhtıraları savunurken hangi demokrasi ilkesine bağlı kaldıklarını sormak gereklidir. Bugün "kuvvetler ayrılığı" diye tekrarlayanların esas sorunu silahlı kuvvetlerin siyaset üzerindeki ağırlığının azalması ve dengenin AKP ve İslami sermaye lehine bozulmaya başlamasıdır.
Dolayısıyla, burjuvazinin savaşan kanatları için tartışma tek tek maddelerin çok ötesindedir. Bir bütün olarak anayasa tartışması iç savaşın muharebe alanına dönüşmüştür. İki taraf da emekçi yığınları kendi siperlerinde asker olmaya çağırmaktadır. İşçi ve emekçiler için bu çağrıya uymak muharebe alanında telef olmak demektir. İşçi sınıfı kendi sınıf çıkarlarını savunmak için kendi bağımsız mevzilerini oluşturmak zorundadır.
Haklar önce kazanılır sonra yazılır
Bir hak önce uğruna mücadele edilerek kazanılır. Bu hakkın gelecek kuşaklar için kalıcı hale gelmesi için, yasalara ve gerektiğinde anayasaya kazınması için mücadele etmek anlamlı ve gereklidir. Oysa bizde bu ilişkiyi tersinden kuran bir yaklaşımın hakim olduğunu görülüyor. Anayasa hakim sınıflar tarafından tartışma konusu haline getirildiğinde en yüksek sesle muhalefet edenin, en iyi alternatif anayasa kampanyası düzenleyenin, fikirlerini en ikna edici biçimde, en ünlü imzalarla hükümete sunanın ya da en kalabalık anayasa mitingi örgütleyenin taleplerini metinlere geçireceğine dair bir hayal söz konusu.
Bir kez daha altını çizerek söylemek gerekiyor ki haklar mücadeleyle kazanılır, müzakereyle değil!
Söz gelimi 25 Kasım grevini yapan sendikalar grev hakkını kullanarak bu hakkın kazanılmasında önemli bir adım atmışlardır. Ancak 25 Kasım'ın devamını getirmeyen, Tekel işçisinin mücadelesinin en kritik anında grev hakkını kullanmaktan imtina eden, genel eylem adıyla grevin içini boşaltan sendikaların hükümeti ikna ederek, imza toplayarak ya da anayasa mitingi düzenleyerek grev hakkını anayasaya yazdıracağını düşünmek hayaldir. Diyelim ki grev hakkı rüşvet olarak anayasaya sokuldu. Sanıyor musunuz ki, Türkiye devleti iş güvencesine sahip kamu emekçisine gerçek bir grev hakkını tanıyacaktır? Mücadeleyle fiilen kazanılmış olan hak, yasal düzenlemelerle ve teknik ayrıntılarla öylesine sınırlanacaktır ki, sonunda fiilen yasaklanmış olacaktır.
Usulden değil esastan karşıyız!
AKP'nin anayasa paketine karşı çok geniş bir yelpazeden usul itirazı gelmektedir. En sağda MHP'den başlayarak CHP'den geçerek, sol liberallere, sosyalistlere ve sendikal harekete uzanan usul itirazları AKP'nin anayasa değişikliğini anti-demokratik biçimde gündeme getirdiğini savunmaktadır. Kimi AKP'yi meşru bulmamakta kimi ise emekçileri oy verdirme dışında hiç dinlememekle eleştirmektedir. Yaygın kanı mutlaka mutabakatın sağlanmasının gerekli olduğu yönündedir.
DİSK Başkanı ve KESK Başkanı bir dizi sol liberal aydınla yayınladıkları bildiri de mutabakat gerekliliğine işaret ederek seslerini burjuvazinin korosuna katmışlardır. Tekel işçisiyle AKP'nin, sendikalaştığı için işten atılan işçiyle patronun arasında, işsizlik ve yoksulluğun pençesindeki yığınlarla, kamu emekçisiyle, giderek diz çökertilen köylü ile krizin yükünü emekçilere yıkmak için her şeyi yapan sermaye arasında neyin mutabakatı olacaktır? Uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarıyla bölünmüş bir toplumda mutabakat istemek hakim sınıfların oyununun gönüllü aktörü olmak demektir.
Bu mutabakatın kurucu meclisle sağlanmasını önermenin de şiarın kulaktaki tınısından öte ilerici bir yanı yoktur. Usul tartışması esasın üzerini örtmektedir. Sosyalistler bir cuntayı, faşist bir rejimi yenilgiye uğratacak bir mücadelenin, yabancı işgalinin ya da sömürgeciliğe karşı direnişin yükseldiği, yeni bir kuruluşun gündeme geldiği ve işçi sınıf iktidarı için koşulların henüz olgunlaşmadığı şartlarda kurucu meclis şiarını savunabilirler. Çünkü bu tür yükselişler politik anlamda proletaryanın hegemonyasında yürümese de ister istemez tabanda emekçi yığınların gücüne dayanmak zorundadır. Politik dönüşüm ve çalkantıların emekçi kitlelerin siyasi canlılığıyla örtüştüğü bir dönemde kurucu meclis şiarı emekçi sınıfların hakim sınıflarla çelişkilerini keskinleştirmeye yöneliktir. Bugün böyle bir durumun olmadığı herhalde açıktır. Bugün kurucu meclis şiarı, soldan geldiği takdirde, toplumsal mutabakata giydirilmiş radikal bir kılıktan başka bir şey olamaz. İster toplumsal mutabakat talebi olsun isterse radikal görünümlü kurucu meclis şiarı, bu tavır ancak ve ancak işçi sınıfı karşıtı anayasa değişikliklerine meşruiyet kazandırmaya yarar. Dolayısıyla bugün MHP kurucu meclisi savunarak kendi açısından doğru davranırken örneğin emekçi saflardaki bir parti olan EMEP aynı şiarı savunarak büyük bir yanlış yapmaktadır.
Bugün burjuvazinin çıkarları üzerinden şekillenen anayasa tartışmaları karşısında ise, sınıf çıkarlarından hareket etmek ancak sürece (maddelere değil sürecin kendisine) usulden değil esastan karşı çıkmakla mümkündür.
Sosyalist solun değişik kesimleri AKP paketine karşı çıkarken kendi alternatiflerini sunmaya gayret göstermektedir. Böylece anayasa tartışmalarının arka planını göz ardı etmekte ve sürecin özünü değil maddeleri tartışma konusu yapma hatasına düşmektedirler. Sosyalist sol ve işçi hareketi burjuvazinin anayasal arayışlarının kırmızı tonu olmaktan uzak durmalıdır. Sol bu şekilde "herkes fikrini söyledi, halk kararını verdi" söyleminin zeminini güçlendirmekten başka bir işlev görmeyecektir.
Ne yapılmalı?
Yapılması gereken, mücadeleyi burjuvazinin belirlediği anayasa alanının dışına çıkarmak gerekir. Anayasa alanı burjuvazinin iç savaşının muharebe alanıdır. Bu alandaki savaş hangi taraf lehine sonuçlanırsa sonuçlansın sıra burjuvazinin esas sınıf düşmanı olan emekçi yığınlara gelecektir. Dolayısıyla burjuvazinin savaş alanında debelenmek yerine sınıfın mevzilerini oluşturmak gerekir. DİP Girşimi'nin tüm propaganda ve faaliyetleri bu amaca hizmet etmeye yönelik olacaktır.
Paket bağlamında gündeme gelen her konuda sınıf mücadelesinin dolaysız araçlarına işaret edilmelidir.
Darbe girişimlerine karşı çıkmak anayasal bir mesele değildir. Darbe ve cunta özü gereği anayasanın çiğnenmesidir. Darbeciler yargılansın ve cezalandırılsın!
Ergenekon davası ısrarla bir bütün olarak kontrgerillayı hedef almamış, JİTEM adeta dokunulmaz kalmıştır. JİTEM'in lağvedilmesine anayasa engel değildir. JİTEM ve Kontrgerilla lağvedilmeli, işlediği cinayetler ve tüm faaliyetleri aydınlatılmalıdır!
Türkiye'nin kontrgerilla siciline eklenmeye aday olan, AKP'nin kendi istihbarat örgütü olarak tasarladığı, daha Şubat ayında kabul edilen ve Cumhurbaşkanı'nın yeni onayladığı, yabancı müşavirli, örtülü ödenekli Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı yasası derhal iptal edilmelidir!
Grev hakkı grev yapılarak kazanılır! Anayasa mitingi değil 26 Mayıs'ta tüm emekçileri kapsayan gerçek bir genel grev örgütlenmelidir.
AKP ikiyüzlülük yapıyor. Kadınlar ve çocuklar için samimi bir iyileştirme yaptılar da buna anayasa mı engel oldu? Kadınların uğruna mücadele ettiği somut talepler var. Her işyerine kreşten, aile içi şiddetin kamu davası olarak ele alınmasına, eş değer işe eşit ücretten her türlü ayrımcılığa kadar birçok talep alanlarda dile getiriliyor. Samimi olan gereğini yapar.
Parti kapatmanın usulünü düzenlemek AKP'nin kendine Müslümanlığının yeni bir örneğidir. Irkçılık ve faşizm dışında tüm fikirlere ve siyasetlere örgütlenme özgürlüğü!
Yargı bağımsızlığı bir yalandır. Yargı ekonomik ve siyasal güce bağımlıdır. Yargının burjuvazinin çatışan kanatlarının hangisine hizmet edeceği bu gerçeği değiştirmez. Tüm kuvvetler işçi sınıfı ve emekçilere bağımlı olmadan adalet diye bir şey olamaz. Halk mahkemeleri! Yüksek mahkemelerde çoğunluk işçi temsilcilerine!
Parlamentarizm bir aldatmacadır. Paranın emrindeki demokrasiye hayır! İşçi sınıfının alternatifi yasama ve yürütmenin işçi ve emekçi temsilcileri meclislerinin iradesinde birleştirilmesidir! Kurtuluş, işçi-emekçi hükümetindedir!