Türkiye'de yeni politik dönem: Üçüncü Cephe yakıcı görev! (Gerçek - 26-07-2010)

1) İran-İsrail-Türkiye üçgeni, Ortadoğu politikasını yeniden biçimlendiriyor

2010 yılının ilk yarısı Ortadoğu politikası açısından sarsıcı olaylara tanık oldu. Bunlardan ilki Mavi Marmara olayı dolayısıyla ABD'nin bölgedeki en önemli iki müttefiki Türkiye ile İsrail'in karşı karşıya gelmesi idi. İkincisi ise, İran'la ilgili olarak Türkiye'nin (Brezilya ile ittifak içinde) ABD ve Batı ittifakından farklı bir tavır alması, Tahran'da varılan takas anlaşmasından sonra (yine Brezilya ile birlikte) Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde yeni yaptırım kararına olumsuz oy kullanmasıydı.

Devrimci İşçi Partisi Girişimi, bu olayları çeşitli ortamlarda en ince ayrıntısına kadar analiz etti. Burada derhal çıkarılması gereken sonuç şudur: ABD'nin AKP'ye güvenmesi için hiçbir neden kalmamıştır. Türkiye-İsrail ilişkileri bundan sonra nasıl gelişirse gelişsin, AKP, önderliği düzeyinde bile İsrail karşıtı ve Hamas yanlısı bir politika izleyebileceğini göstermiştir. İran meselesi ise bugün ABD-İsrail ittifakı açısından Ortadoğu'nun stratejik meselesidir. Bu konuda ABD ile AKP arasındaki anlaşmazlık, yeni bir AKP hükümetinin ABD'nin Ortadoğu politikasında gerçek bir engel olması riskini taşıyor.

ABD'nin içinde Türkiye'ye cepheden hücum edilmesini isteyen sayısız güç var. Bunların sert yaklaşımı Obama yönetimine damgasını vurmuyorsa, bunun üç nedeni var: Birincisi, ABD İran'la mücadelesinde Türkiye'yi kaybetmek istemiyor, sessizce AKP'den kurtulmayı tercih ediyor. İkincisi, Erdoğan Ortadoğu halkları arasında muazzam bir popüleriteye sahipken, Obama yönetiminin ona cepheden hücum etmesi, Obama'nın Bush'tan sonra İslam dünyası ile arayı düzeltme stratejik yönelişine bütünüyle aykırı düşer. Üçüncüsü, Erdoğan'ın yeniden seçim kazanması ciddi bir olasılıktır. O durumda ABD'nin hiç olmazsa bir süre daha onunla çalışması gerekecektir.

Ama AKP artık ABD ve İsrail için istenmeyen bir güçtür.

2) Kılıçdaroğlu faktörü, burjuvazinin iç savaşını yeniden biçimlendiriyor

Türkiye'nin son sekiz yılına burjuvazinin içindeki kardeş kavgası damga vurdu. Temeli ekonomik çıkarlarda yatan bir mücadele, Batıcı-laik kamp ile İslamcı kampı karşı karşıya getirdi. 28 Şubat döneminde Erbakan'a karşı verdiği mücadeleden farklı olarak, Batıcı-laik burjuvazi ve onun vurucu gücü Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) siyasi yöntemlerle, yani seçim sandığında kolayca yenilgiye uğratamayacağı kadar güçlü bir siyasi parti ve önder (AKP ve Erdoğan) ile karşı karşıyaydı. 28 Şubat askeri müdahalesi sonuçta hükümeti değiştirebilmişti, çünkü Refahyol koalisyonunu çökertmişti. AKP hükümeti ise 2007'de güçlenerek geri geldi.

AKP'nin seçimlerde yenilgiye uğratılmasını güçleştiren en önemli faktörlerden Baykal'ın cerrahi bir operasyonla temizlenmesi ve işçi sınıfını ve emekçileri AKP'den CHP'ye çekme memuru olarak nitelenebilecek Kılıçdaroğlu'nun başa getirilmesiyle iç savaşın esas odak noktası 2011'de (ya da 2010 sonunda) yapılacak genel seçim haline geldi. Bundan sonra, burjuvazinin iki kampı arasındaki her muharebe, seçimlerde avantaj kazanma hesabına dönük olarak ilerleyecektir. Anayasa Mahkemesi'nin anayasa değişikliği ve referandum konusunda verdiği karar tamamen bu ışıkta yorumlanmalıdır. Batıcı-laik burjuvazi, AKP'yi sandıkta devirebileceği umuduna kapılmıştır. Kılıçdaroğlu faktörü dışında bazı gelişmeler bu umudu arttırmaktadır: ekonomik krizin, özellikle işsizliğin yarattığı huzursuzluk; Kürt savaşının yükselmesi ve Kürt halkının AKP'den uzaklaşması; Fethullah Gülen'in İsrail meselesi dolayısıyla AKP hükümetine karşı tavır alması vb. AKP'nin oy tabanını zayıflatabilecek bu gibi gelişmeler, Kılıçdaroğlu faktörünü daha da önemli kılıyor.

Kılıçdaroğlu faktörü, işçi sınıfı hareketinde, solda ve Kürt hareketinde de muazzam bir toprak kayması potansiyeli yaratıyor. Önümüzdeki dönemde her politik tutum bunu göz önüne almak zorundadır.

3) Kürt savaşının yeniden yükselişi burjuvaziyi telaşlandırıyor, AKP'yi sarsıyor

5 Kasım 2007'de Bush ile Erdoğan arasındaki Beyaz Saray mutabakatından itibaren Kuzey Irak'taki Kürdistan Özerk Bölgesi'ni himayesine almaya karar veren Türkiye devleti, PKK dikenini aradan çıkarmak için önce 2008'de askeri (Kuzey Irak'a ABD desteğinde operasyonlar), sonra 2009'da siyasi ("açılım") yöntemler denedi. Türkiye Kürtlerini Barzanileştirmeye yönelik açılım iflas edince, savaş yeniden yükseldi. Bugün Türkiye burjuvazisinin kurumlarında moral son derecede düşüktür, sözcüleri harıl harıl "bölünme"yi tartışıyorlar! Oysa Kürt hareketi "bölünme" yönelişinden vazgeçeli yıllar oluyor!

Kürt sorunu, Türkiye'nin "bölgesel güç" olma iddiası önündeki en büyük engeldir. Dolayısıyla, burjuvazi ve devlet bu sorunu şu ya da bu yoldan çözmek zorundadır. Bugüne kadar seçim hep Kürt örgütlerini (PKK ve siyasi partiler) tasfiye etmek, halkı ondan sonra kazanmak olmuştur. Bu yolda kurnaz bir yöntem olarak "açılım" tutmayınca, ABD ve Barzani ile birlikte yeniden askeri çözüm ısıtılıyor. Böylece, Kürt sorununun çözümü sürecinde Türkiye'nin ABD'ye bağımlılığı yeniden pekişecektir. Ayrıca, ABD desteğinin koşulu Türkiye ile İsrail'in "barışması" olacaktır.

Bu politikanın AKP döneminde uygulaması son derecede güçtür. Hem savaş hem de bugün askeri çözümde ısrar edilmesi AKP'yi yıpratıyor. CHP bu politikaya çok daha uygundur. Muhtemelen ABD bu olanağı Türkiye'ye tanımadan önce seçimleri bekleyecektir.

4) İşçi sınıfının mücadelesi yükselme yollarını zorluyor

İsrail-İran meselesi, Kılıçdaroğlu faktörü, Kürt sorununda yaşanan değişim, bunlar hemen hemen solun bütününün gündemine yalan yanlış biçimlerde de olsa giriyor. Ama sol, 2010 yılında yaşanan en yeni, en özgün gelişmeyi şimdiden unuttu! Tekel işçisi, bu yılın ilk aylarında 78 gün boyunca bu ülkenin başkentinin kalbine taht kurdu! Mücadelenin bugün sürünme düzeyine gelmesi, yeniden alevlenmesinin olanaksız olmasa da çok güç olması, bu olguyu unutturmamalı. Türkiye üç aya yakın süre boyunca sınıf mücadelesiyle yattı, sınıf mücadelesiyle kalktı. Bu mücadele içinde, Türkiye politikasında uzun yıllardır bir ilk gerçekleşti, Türk ile Kürt kucaklaştı.

Tekel mücadelesinin kendisinin somut gelişimi ne olursa olsun, genel olarak sınıf mücadelesi açısından bakıldığında, yaşanan bu sarsıcı deneyim Türkiye toplumunda izini bırakmıştır. İşçi sınıfı sendika bürokrasisinin mücadelenin sonuca ulaşmasının önünde gerçek bir engel olduğuna kendi gözleriyle tanık olmuştur. Önümüzdeki dönemde mücadele muhtemelen tabandan patlamalarla gelişecektir. Görev bu mücadeleye kanallar açmak, ortamı hazırlamak, bilinçli biçimde yürütülmesi için bir çerçeve çizmektir.

Her durumda, Tekel mücadelesinin sınıf mücadelesinde işaret ettiği yeni evreyi ve bu mücadele içinde Türk ve Kürt işçilerinin kardeşleşmesini göz önüne almayan bir sol politikanın başarılı olması mümkün değildir.

5) Ekonomik kriz dünyayı kasıp kavuruyor

Türkiye'de solun unuttuğu sadece Tekel mücadelesinin temsil ettiği sınıf mücadelesi değildir. Aynı zamanda ekonomik krizdir. 2008 sonbaharında iflaslarla ve devletleştirmelerle gündeme gelen ve ardından derin bir ekonomik gerilemeye dönüşen dünya ekonomik krizi karşısında kapitalist devletler muazzam bir kamu harcamaları ve teşvik seferberliği başlattılar. Bunun etkisiyle kısa vadede toparlanır gibi olan dünya ekonomisi, şimdi yeniden ciddi bir çöküş olasılığı ile karşı karşıya. Yunanistan, Avrupa çapında ve Japonya'da yaşanmakta olan borç krizi buzdağının sadece doruğu. ABD ekonomisi şimdiden yavaşlama belirtilerini yeniden gösteriyor. Çin'den dahi bir gayrimenkul piyasası balon patlamasının işaretleri geliyor. Dünyanın bir Üçüncü Büyük Depresyon dönemine girmiş olduğu her gün daha iyi anlaşılıyor.

Türkiye burjuvazisi, ekonomik büyümede rekor kırılıp kırılmadığı ile oyalanadursun, dünya krizinin yarattığı tsunami yakında buraya da gelecek. O zaman sadece işsizler ordusu yeniden büyümeyecek. Yunanistan'da gördüğümüz, başka ülkelerde de tekrarlanan sınıf mücadeleleri Türkiye'nin gündeminde de öne çıkacak. Elbette bu eğilimin ne kadar güçleneceği, Tekel mücadelesinde ortaya çıkmış olan engellerin aşılmasına bağlı. Ama eğilim güçlü biçimde mevcut.

Şunu unutmamak gerekiyor: Böyle derin kriz dönemlerinde işçi ve emekçiler için sınıf mücadelesi hayat memat meselesi haline gelir.

Emek ve özgürlüğün güçleri tek cepheye! Üçüncü Cephe'ye!

Bütün koşullar, işçi sınıfı ve Kürt halkı başta olmak üzere, bütün emekçi ve ezilenlerin burjuvazinin iki büyük cephesinin dışında, onların her ikisine de karşı, onların her ikisine de eşit mesafede bir Üçüncü Cephe, bir Emek ve Özgürlük Cephesi kurmasının bugün yakıcı bir görev olduğunu ortaya koyuyor. Burjuvazinin iç savaşında bugün stratejik odak noktası genel seçimlerdir. ABD'nin AKP ile sorununu çözme yeri genel seçimlerdir. Öyleyse, ezilenler açısından da Üçüncü Cephe'nin yakın dönemli görevi, seçimlere işçi sınıfı ve Kürt halkının çıkarlarını ikirciksiz biçimde savunan bir Emek ve Özgürlük Bloku ile girilmesi oluyor.

Bu gereklidir, çünkü:

·      Batıcı-laik burjuvazi, hem işçi sınıfı ve solu, hem de Kürt hareketini ve halkını kendi peşine takmak için büyük bir hazırlık içindedir. Buna karşı direniş, ancak geniş bir cepheye giden yolda birlikte mücadeleyle verilebilir.

·      Batıcı-laik burjuvazinin Kılıçdaroğlu CHP'si etrafında yaratmaya çalışacağı mutabakat, işçi sınıfının da Kürt halkının da aleyhinedir. Kılıçdaroğlu ne kadar demagojik vaatte bulunursa bulunsun, bu kriz döneminde işçilere kemer sıktırmaktan başka bir yararı olmaz. Kürtler açısından ise CHP'nin "askeri çözüm" arayışına ABD'nin desteğini çekmek bakımından çok daha elverişli konumda olduğu ortadadır.

·      Tekel mücadelesi Türk ve Kürt işçilerin mücadele ortaklığının kardeşleşmeyi getirdiğini göstermiştir. Buna karşılık, burjuvazinin hiçbir kanadının Kürt halkına gerçekten el uzatmak istemediği, en son AKP hükümetinin "açılım" uygularken seçilmiş Kürtleri toplama kampına götürür gibi kelepçelemesinde açıkça görülmüştür. Kürt halkının gerçek dostu mücadele eden işçi sınıfıdır.

·      Ekonomik kriz bugün etkisini göstermese de kapımızın eşiğindedir. Hem Kürt, hem Türk ayakta kalabilmek için mücadele etmek zorundadır. Büyük sınıf mücadeleleri ciddi bir eğilim olarak önümüzde durmaktadır. Kürt halkının mücadelesi işçilerdeki bu mücadele eğilimiyle birleştirilmelidir.

·      Ortadoğu'da çözüm ancak Türkiye, Kürtlerle barışır ve ABD ile savaşırsa gerçek bir çözüm olacaktır. ABD bu bölgeden gönderilmeden bu bölge halklarına huzur yoktur.

Üçüncü Cephe için ileri!

Seçimlerde Emek ve Özgürlük Bloku için ileri!