Türkiye işçi sınıfına Sanovel'den mektup var (19-09-2007)

İşe ilk başladığım aylarda üstümüze çok fazla titreniyordu. Patron elçilerinin bu anormal iyi tavırları gözümden kaçmadı. Sonuçta bir yakalı ne kadar inisiyatifli olabilirdi? Aradan dört ay geçti ve yeni yıla bir gün kala yakalılar işçilerle tek tek konuşarak “Bu firmada birbirinize bordro göstermek işten çıkış sebebidir” diye bir tehditte bulundular. Herkes şaşırmıştı. Biz Eczacıbaşı'ndan 40 kişilik bir grup olarak Sanovel'e gelip işbaşı yapmıştık. Orada sözleşmeli elemandık, yani ömrümüz belliydi. O yüzden kadrolu olduğu için Sanovel'e gelmiştik. Sanovel'de ilk işe başlayanlardanız. Bu bordro işi canımızı sıkmıştı. Aramızdaki konuşmalarda bunun bir patron oyunu olduğu konusunda uzlaştık ve devamı gelirse tepkimizi koyacaktık. Bir gün sonra maaşlarımız 350 YTL den 500 YTL'ye çıkarıldı. Ama ne patron, ne de elçileri zam hakkında hiçbir şey söylemiyordu. Biraz da umutlandık, fakat gün geçtikçe çalışma koşulları ağırlaşıyor ve kural tanımaksızın bizi ezmeye başlıyordu. Mesailer, yeni bir fabrika olduğu için kuralsızlık, düzensizlik huzurumuzu bozmaya başlamıştı. Bir yıl yani 2006-2007 arası olaylar çığırından çıkmaya başladı. Yakalıların aşağılarcasına davranışları ve konuşmaları Sanovel'in maskesini düşürmeye başlamıştı. Şişlideki fabrika tamamen kapanıp 30-40 kişilik ekibin Silivri tesislerine gelmesi burada çalışan bizler için Sanovel'e karşı olan düşüncelerimizde ve yapacaklarımızda bir milât olmuştu. Gelen ağabeylerimizin en yenisi 10, en eskisi 18 yıllıktı. Anlattıkları karşısında hemen hemen hiç kimse uyuyamaz olmuştu. Gelecek endişesi içimizi kaplamaya ve bizleri boğmaya başlamıştı. Aldıkları 600-700 YTL maaş, sosyal hak yok, “ya mesai yaparsın, ya da açlıktan ölürsün” diyorlardı. Bizim, Eczacıbaşı'ndan gelen 40 kişilik grup kaybedecek bir dakikamızın olmadığına karar verdi. Bu arada zaten yakalılara sağlanan imkân herkesi fazlasıyla endişelendirmeye başlamıştı. Görevinin önemi olmadan altlarına çekilen 0 km arabalar, özel sağlık sigortaları, yılda 2-3 kez tatil amaçlı seminerler, yani benim alın terimle boşalıp dolan depolar.

2006'nın Nisan ayının 3'ü, bu 40 kişilik gruptan lider ve yardımcıları seçildi. Nisan'ın 4'ü Petrol-İş'teyiz. Yöneticilere derdimizi anlattık. Baştan sona haklı olduğumuzu ve bu işte sonuna kadar kendilerinin de olduğunu, arkadaşlarımızı örgütlememiz gerektiğini Petrol-İş Trakya Şubesi yönetimi olarak söylediler ve ayrıldık.

O sıra fabrika içi yanıyor, seneye ne olacak kaygıları insanları delirtiyordu. Her yemek ve çay molasında hatta kahvehanelerde bile başka sohbet kalmamıştı, Sanovel'de de maske… Arkadaşlarımıza yavaş yavaş anlatmaya başlamıştık. Birçoğunun ilk iş yeri olduğu için sendikanın ne olduğunu tam anlamıyla biliyorlardı. Hatta içlerinde sendikayı siyasi parti zannedenler bile vardı. Tabi medya sağ olsun… Hakkını yemeyelim şimdi… 

Ama biz bu işe kesin kararlıydık. Evet, sonuçlarını da biliyorduk, sendikamızın yetki alamayacağını da ve bu örgütlenme işi olursa sonu kesin direnişti. Bizim bedenimiz gece gündüz çalışırken, yüreğimiz ufak ufak direnişe başlamıştı bile. Her gün 3-5 kişi, 3-5 kişi aramıza katılıyordu. O sıralarda da Sanovel'de işçi sayısı 170 idi, ama arkadaşları tam anlamıyla sendikalı yapmak için Sanovel'in bir koz vermesi gerekiyordu. Derken yılbaşı geldi. Biz yine bir patron oyunu bekliyorduk ki patron oyununu yine oynadı. Bizden bir yıl sonra işe başlayan, operatör olmayan, ilaç üretimi ile alâkasız işlerde çalışan bazı arkadaşlar bizden 150 ile 300 YTL arası fazla zam aldı. Ama öylesine onurlu bir topluluktuk ki kimse maaşını saklamadı, yani patronun bizi bölme oyunu tam tersine döndü. Gemisi karaya vurdu. Zam alan arkadaşlar rahatsızlıklarını şeflerine bildirdiler. “Neden ben? Ben bu parayı hak etmiyorum geri alın!” diyen onlarca onurlu insandan bahsediyorum. Bir bölümüz % 0 zam almıştık. Patron “Yok” diyormuş… Tam zamanıydı!  2007 bizim yılımız olmalıydı diye AND içtik.

Bu da yetmezmiş gibi patron bir hafta sonra yakalıların arabalarının hem modellerini hem markalarını en üst düzeye çıkarınca insanlar isyan etti. Zam alan da, almayan da yüreğini çıkarıp ortaya koydu. Zaman bu zamandı. “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz” sloganı bizim olmalıydı, bize mâl edilmeliydi. Tesadüftür, 2007 Nisan'ının 1'inde arkadaşlara tam niyetimizi anlattık. Hepsi hazır birer nefer gibi, sanki bunu bekler gibi heyecanlanmıştı. Sayımız yeni arkadaşlarla beraber 190 olmuştu ve Nisan ayının üçünde bir haftalık arkadaşlarımız bile aramıza katıldılar. Hiç unutmuyorum bir tanesine sarılıp ağladım… Koca yürekli adam diye… Hatta iş görüşmesinde olan vardı o sıra… İki günde 190 imza ve hepimiz Petrol-İş Sendikası'nda örgütlendik, bu inanılmaz bir olaydı. Tabii imzalardan bir hafta önce Trakya şube başkanımız Sayın Tekin Akın ve 126 arkadaşla beraber bir toplantı yaptık. Yaptığımız işin zor bir iş olduğunu, sonuçlarının belki de ağır olacağını, çetin bir direnişin bizleri beklediğini anlatıyordu. Arkadaşlar söz alıp “Biz her şeyi göze aldık” diyorlardı.

Tekin başkanımızla o günlerde yaptığım bir görüşmede bunun karşısında çok heyecanlı olduğunu, 25 yıllık sendikacı olduğunu ama sendikacılık hayatında ilk defa böyle kararlı bir işçi topluluğu gördüğünü söylüyordu. Bu sadece bir direniş değil bu bir sınıf savaşıdır, 1980'lerin acımasız yasalarına bir başkaldırıdır. Bu bir işçi hareketidir. Tarih bunu böyle bilsin böyle yazsın…

Notere gittiğimizde ilk gün 174 ikinci gün 16 imza daha oldu. Noter işçi dostuydu ve o bile inanamadı… Şişli'den gelen ağabeylerimizden birisi cilt kanseriydi, raporluydu. O halde Balıkesir'den kalkıp Silivri'ye gelmişti. İmzasını atan, Ersin abiye sarılıp ağlamamak için kendisini zor tutuyordu… Recep usta iki günlük ameliyatlı, yarım saatte bir telefon açıp yalvarıyor “Alın beni buradan. Ben de imza atmak istiyorum” diyordu. Doktoru ikna edip onu da aldık…

Tabii Nisanın dördünde beklenen oldu beş arkadaşımızı işten çıkardılar… Sebepleri işyeri kurallarına ve Sanovel'in çalışma sistemine uymamakmış. Bu zamana kadar “uyan” insanlar sırf anayasal haklarını kullanıp sendikalı oldukları için işlerinden oldular… Zaten iki gün elimiz şalterde çalışıyorduk, ilk saldırıyı patrondan bekliyorduk. O bile böyle büyük bir katılım beklemiyormuş ve şalter indi, bacalar söndü. Altı saatlik eylemden sonra sendikamızın tanınma sözü ile işbaşı yaptık, ama el şalterde yüreklerimiz çoktan direniş meydanına çıkmış, çayını sigarasını içiyor. Beklemedeyiz, patron bir ay, iki ay oyalıyor bizi ve ikinci saldırı: On arkadaş işten çıkarılmaya kalkılıyor. Fakat ilki daha fabrikanın kapısından çıkmadan 190 kardeşi, yoldaşı kucaklıyor onu. Tarih 6 Haziran, tarih Sanovel işçisi, tarih onurlu direniş… Koca fabrika susuyor… Sözleşmeliler, temizlikçiler, çimciler, şoförler, üretimciler, hepsi bahçede. Arkadaşlarını vermiyor, satmıyor, dimdik ayakta direniyorlar. Yakalılar şaşkın şaşkın bu birlikteliği izliyor. 190 yürek hep bir ağızdan fabrikayı temelinden kaldırıp yere vuruyor: “KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA YA HEP BERABER YA HİÇ BİRİMİZ”  Tabii patron kuduruyor, nasıl olur, nasıl bu sırtına semer vurduğum insanlar zincirlerini kırar. Patronun şaşkınlığını “İŞÇİLERİN BİRLİĞİ SERMAYEYİ YENECEK” sloganı bozuyor.

Tabii alışkın olduğumuz sahneler sermayenin kolluk kuvvetlerinin fabrikayı ablukaya almasıyla başlıyor. Patron tabii bu zaman zarfında boş durmamış. Çevre beldelerin belediye başkanlarıyla görüşüp direnişimize tetikçileri çoktan hazırlamış. Çantaköy, Değirmenköy, Gümüşyaka'nın AKP'li belediyeleri direnişimizin ikinci haftasında anonsla işçi arıyor. Cebime girmeden kesilen vergiyle deposu dolan zabıta arabaları, Sanovel'in şirket arabası gibi “CV” taşıyor, direnişte bulunan işçilerle bu belediye başkanları birebir görüşerek onları vazgeçirmeye çalışıyor. Ama neyden vazgeçelim? İnsan gibi onurlu bir şekilde başı dik yaşamaktan mı, çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakmaktan mı? Bunu açıklayan yok! Bilen yok, umurunda olan yok! İktidar basını, iktidar belediyesi saldırıyor, kolluk güçleri bazen günde 3-4 defa tehdide geliyor…

Gün geçtikçe direniş ortamında sinirler gerilir, kimi yoldaş tökezler, omzunda bir el ister. Böyle zamanlarda umut her şeydir. Bazen benim de umudum kırılırdı. Ama bunu belli etmemek için büyük çaba sarf ederdim. Sanovel işçi almak için fabrikada görüşmelere başladı ama biz gelenleri geri çeviriyorduk. İki hafta kadar bir süre fabrikada görüşmeye çalıştılar fakat biz buna engel olduk. Bu engelleme sırasında hakkımızda onlarca dava açıldı. Ne Jandarma, ne Polis Karakolu kaldı düşmedik, ama olsun! Düşen her neferin arkasında yeni bir nefer, omzunda yeni bir el vardı. Omuzdaki elin verdiği gücü hiçbir şeyde bulamazsınız…

Sendikamız yemeğimizi, suyumuzu, maaşımızı, gölgemizi ve diğer ihtiyaçlarımızı karşılıyordu. Televizyonlar “öldürücü sıcaklar geliyor, mecbur kalmadıkça dışarıya çıkmayın” diyordu. Daha ne kadar ölebilirdik ki… Tenimizi toprak çekiyordu.

Günler geçmeye devam ediyor patron Nuh diyor peygamber demiyordu. Seçime az bir zaman kaldığı için siyasi partiler akın akın direniş meydanında gövde gösterisi yapıyordu, biri hariç: Sevgili Sungur Savran hocamız, hepimiz sizi çok sevdik. Değerli bilgilerinizi ve birikimlerinizi bizlerle paylaştığınız için size minnettarız.

Direnişimiz bu sayede ses getirmişti, okyanusu aşmıştı Arjantin'den, Belçika'dan gelen destekçilerimiz olmuştu. Bu hem çok gurur verici, hem de umutlandırıcı olmuştu.

Fakat ne olduysa seçimlerden sonra oldu. AKP hükümetinin devam etme kararı sermaye tarafını sevindirirken, bizi üzmüştü. Bu direnişe tetikçilik yapan bütün otoriteler tekrar ve daha güçlü bir şekilde karşımızdaydı. Bu moral bozukluğu yetmezmiş gibi, bir de fabrika önünden Jandarmanın bizleri sökmeyi başarması, direnişimizi zayıflatmaya başlamıştı. Birçok arkadaşımız umudunu kaybetmiş, yavaş yavaş kopmalar başlamıştı. Çünkü direnişimiz yalnız kalmıştı, sahipsiz kalmıştı. Seçimden sonra ne gelen vardı doğru düzgün, ne giden. Fabrikanın 500 m kadar ilerisinde terk edilmiş bir benzinliğe toplandık. Direnişimize buradan devam edecektik, fakat sayımız 100-120'lere kadar düşmüştü bu olaydan sonra.

Artık bir şeyler yapmalıydık. Holding önünde bir basın açıklaması yapmak istedik, fakat sendikamızın kendi merkeziyle görüşmelerinden bir sonuç çıkmayınca bu iş rafa kalktı. TKP'nin Yurtsever Cepheli doktorları bizler için, bizlerden çok daha faydalı ve somut işler yapıyordu, kampanyalar, basın açıklamaları, birçok etkinlik düzenlediler. Oysa biz sadece sabahtan akşama kadar benzinlikte bekliyorduk. Yakın kasaba ve ilçelerdeki sivil toplum örgütleriyle görüşmelerimiz oldu fakat onlardan da gerekli desteği göremedik. Artık iyice yalnız kalmıştık. Türk Tabipler Birliği Başkanı Gencay Gürsoy hocamız patronla bir randevu almıştı o günlerde. Ama Gürsoy Hocamız isteklerimizi kabul ettiremedi. Olaylar böylesine hızlı bir şekilde devam ederken sayımız da hızla düşüyordu. Direnmek en onurlusu, ama ya parasızlık, biriken faturalar Allahın belası kredi kartları, ev sahipleri, aidatlar? Okul açılacak, kış geliyor, insanlar kendi yollarını çizmek zorunda kaldılar. Tabii Sanovel patronu bu durumu büyük bir keyifle seyir ediyordu.

Maalesef ülkemizdeki sınıfa yönelik saldırılar yetmiyormuş gibi, kendi sınıfımız içinde de bir araya gelemiyoruz. Bu tür direnişler her zaman yalnız kalıyor. Sendikalar ve sivil toplum örgütleri ortak hareket edemiyorlar. İşçinin gücünü, üretenin gücünü birleştirmek ve birlikte hareket etmek lazım! Bunun için kilometrelerin önemi yok diye düşünüyorum. Türkiye'deki bir direnişe Arjantin'den, Belçika'dan desteğe geliniyor fakat 50 km ötedeki direnişçi kardeşlerimizle bir araya gelemiyoruz, attığımız sloganlar havada kalıyor. Evet, bir miras bırakıyoruz arkamızda, parayla pulla ölçülemez, dünyadaki hiçbir güzellikle kıyaslanamaz ama neden arkamızda bırakıyoruz ki? Sendikalar desteğe geliyor, her sendikadan birer, ikişer kişi… Bu neyi değiştirir ki? Onlar ile yüzler ile olur bu iş. Hiç unutmuyorum dokuz sendika aynı anda desteğe geldi on kişi ve herkesin bildiği, gördüğü, yaşadığı şeyleri anlatıp gittiler. Maddiyat bir yana, bu manevi bir destek bile değil… Kamyon şoförlerinin korna çalarak verdiği destek bile daha çok moral vermekte insanlara. Bugün sendikalar desteğe giderken patrondan izin alamıyorlar, diğer işçi kardeşlerimizle bizi kaynaştıramıyorlar. Dokuz sendikanın on üyesi 190 işçiye ”İşçilerin birliği sermayeyi yenecek” diye slogan attırıyor, hangi birlikle? Hangi işçiyle? Hiçbiri ortada yok! Tabii buna Jotun Boya, Türkiye Petrolleri, Eczacıbaşı gibi, bu olaya daha hassas yaklaşan kurumların işçilerini katmıyorum.

Sanovel mücadelesi yalnızca Sanovel işçisinin değil, sınıfındır. Bu bir savaştır, er meydanıdır. Sanovel işçisi sadece fitilin ucunu yakmıştır, hem de geleceğini ortaya koyarak. Sizler buna sahip çıkmazsanız, cesaretlendirmezseniz, destek olmazsanız, Sanovel patronu gibi işçi, insanlık düşmanı sermayedarların ekmeğine yağ sürer, işin daha kötü boyutu, sermayeyi cesaretlendirir ve aynı olaylarda yalnız başınıza yüz yüze kalırsınız.

Henüz geç değil, mücadele belki Sanovel'in kapısında bitti, ama sadece kapıda bitti. Sınıf artık ayağa kalkmalı, silkinip toparlanmalı, bir araya gelmeli.

Bizim mücadelenin sonunu yazmaya yüreğim yetmiyor…85 günlük mücadelemizde bizleri bir an bile yalnız bırakmayan İşçi Mücadelesi gazetesi çalışanlarına ve İleri Deri direnişi işçi lideri sevgili Tekin ağabeyimize 190 yürekten saygı ve sevgiler.

SANOVEL DİRENİŞİ İŞÇİ LİDERİ