TSK'nın ikinci muhtırası (İşçi Mücadelesi - 10-06-2007)
İkinci muhtıranın Kürt halkını ve en yakınından en uzağına onun müttefiklerini hedef aldığı açıktır. Hatırlanacağı üzere 27 Nisan muhtırasında TSK, “Ne mutlu Türküm diyene!” anlayışına karşı çıkan herkesi düşman ilan ediyordu. İkinci muhtıra bu yaklaşımı detaylandırmakta ve altını bir kez daha kalınca çizmektedir. Ancak bununla kalmamakta, Kürt sorununda askeri çözüm dışındaki yöntemleri gündeme getiren burjuva odaklarına yönelik bir uyarı niteliği de taşımaktadır.
İkinci muhtırada yer alan, “Türkiye Cumhuriyeti, ulusal ve üniter yapısının, çağ dışı bir yapı olduğunu düşünen bir yaklaşım ile karşı karşıyadır” ifadesi, Türkiye’nin Güney Kürtleriyle anlaşarak ve onları himayesi altına alarak bir federasyon çerçevesinde sınırlarını genişletmesi yönündeki İkinci Cumhuriyetçi görüşlere karşı açık bir tavır alıştır.
İkinci muhtıra ayrıca, “teröre karşı kitlesel karşı koyma refleksi” beklentisini dile getirerek, “silahsız kuvvetler”i, bu kez de Kürt halkına karşı göreve çağırmaktadır. Muhtıranın hemen ertesinde Diyarbakır’da ve Siirt’te mitingler düzenleyen İşçi Partisi ve Şehit Aileleri Derneği, sahibinin sesine ilk yanıt veren odaklar olmuştur. Bunun arkasından, darbeci mitinglerin başını çekenlerden Türkan Saylan’dan, ikinci muhtıranın çağrısı doğrultusunda bir miting gerçekleştirecekleri açıklaması gelmiştir. Savaşın hızla tırmanışına eşlik eden asker cenazeleri de, artan bir şekilde faşist ve şovenist odakların temel faaliyet alanı haline gelmektedir. Muhtıra, TSK’nın 2005 Newrozunda Kürtleri “sözde vatandaş” olarak niteleyen bildiriden beri yapmakta olduğu iç savaş kışkırtıcılığını derinleştirmektedir.
Bu noktada işçi hareketinin ve sosyalist güçlerin bilince çıkarması gereken ilk nokta, ikinci muhtırayla TSK’nin darbe yapması ihtimalinin daha da güçlendiğidir. İlk muhtıra, AKP’li Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığını engelleyerek erken seçimin yolunu açmıştır. Erken seçime, TSK’nin iki temel şartı gölgesinde gidilmektedir. TSK, AKP’nin meclisin üçte iki çoğunluğunu alacak şekilde birinci parti çıkmasının ve Kürt hareketinin temsilcilerinin meclise girmesinin engellenmesini istemektedir. Ve bu doğrultuda silahsız kuvvetlere çağrı yapmaktadır. Seçimler sonucunda bu şartlar gerçekleşmediği ya da seçimler öncesinde bu şartların gerçekleşmeyeceği anlaşıldığı takdirde TSK’nın darbe yapma olasılığı mevcuttur.
AKP’nin seçimlerden yeterli çoğunlukla çıkamaması ise büyük olasılıkla faşist partinin barajı bir hayli aşarak meclise girmesi, hatta hükümet oluşturacak güce erişmesi olacaktır. Seçimler öncesi iç savaş çığırtkanlığıyla ikinci muhtıra, MHP’nin değirmenine su taşımaktadır.
İkinci muhtıra ayrıca, Güney’e sınırötesi operasyon tartışmalarının en üst düzeye çıktığı bir döneme denk gelmiştir. Bilindiği gibi bu konuda TSK ve AKP sürekli topu birbirlerine atmaktadır. Hükümet, TSK’dan talep gelirse operasyona izin vereceği mesajını verirken, TSK ise hükümetten beklediği siyasi kararlılığı görmedikçe böyle bir operasyona girişmeyeceğini ima etmektedir. Tartışmanın sürüp gitmesi ise halk içinde şovenizmin tırmanışına ve AKP’nin yıpranmasına hizmet etmektedir.
Türkiye, süngülerin gölgesinde, fiili “olağanüstü hal” koşulları içerisinde seçimlere gitmektedir. Bu seçimlerin asgari demokratik koşullar çerçevesinde gerçekleşmesi dahi olanaksız görünmektedir. Kürt halkı büyük bir baskı altındadır. Ateşkes süreci boyunca kılını kıpırdatmayan, bütün çözüm çağrılarına kulaklarını tıkayan devlet, savaşın tekrar yükselmesinden Kürt hareketini sorumlu tutmaya kalkmaktadır. Siirt, Şırnak ve Hakkari şimdiden “askeri güvenlik bölgesi” ilan edilmiştir. Bu önlemin içeriği aynen olağanüstü hal gibi tanımlanmaktadır. Oysa belirli bölgelerde olağanüstü hal ilanı yetkisi meclisindir. Öyleyse, TSK bu kararıyla daha şimdiden yönetimin bir bölümüne el koymuş oluyor! Bu adımı, bütün bölgede “Olağanüstü Hal” ilanının izlemesi olasılığı mevcuttur.
Seçimlere birleşik bir cephe halinde girme fırsatını harcayan sosyalist hareketin ve Kürt hareketinin, seçimlere kadar olan dönemi kendi ayrı seçim çalışmalarına gömülerek geçirmeleri büyük bir hata olacaktır. Seçim için kurulamadı diye birleşik cephe görevi 22 Temmuz sonrasına ertelenemez. Zira cephe, tam da 22 Temmuz öncesi süreç için yakıcı bir ihtiyaç olarak karşımızda durmaktadır. Bölünmüş seçim faaliyetine rağmen, sosyalist hareket ve Kürt hareketi cephenin inşasına bugünden başlayabilir. Çünkü kapıya dayanan darbe veya faşizm tehlikesine karşı bu cephe ancak meydanlarda, fabrikalarda, sokaklarda inşa edilebilir.