“Tarihin sonu”nun Sonu (Sungur Savran - 28-10-2008)
Geçtiğimiz Eylül ayı içinde önce ABD’de, ardından Avrupa’da finans piyasasında ardı ardına yaşanan iflaslar, devletleştirmeler ve satınalma ve birleşmelere paralel olarak dünyanın bütün borsalarında yaşanan çöküntü, belki de 1929 borsa çöküşünden de derin ve kapsamlı bir depresyonu gündeme getirecek. Bu satırlar yazılırken, Bush yönetiminin 700 milyar dolarlık kurtarma paketi ABD Temsilciler Meclisi’nde bir ilk yenilgi tatmıştı. Ama paketin nihai kaderi henüz belli olmamıştı. Önümüzdeki günler, mali çöküşün ne denli kontrol altına alınabileceğini, ne denli dizginsiz bir tahribat ile sonuçlanacağını gösterecek. Bu yüzden bu aşamada kesin bir yargı vermek doğru değil. Ama artık tahribatın sadece derecesi konuşulabilir. Tahribat yaşanmıştır. 700 milyarlık paket geçse de, hiç de kesin olmayan biçimde bir süre için işe yarasa da, bu sadece tahribatın daha da derinleşmesini engellemek demektir. Uzatılmış bir mali çöküş, dünya kapitalizminin yapılarına ağır bir zararı şimdiden vermiştir. Eylül 2008 dünya tarihsel bir dönüm noktasıdır.
Her şeyden önce, “küreselleşme” denen çağın koşulları büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. Dünya ekonomisinin yaşadığı derin kriz, hem emperyalist ülkelerde hem de bağımlılarda, burjuvazinin, kendi dolaysız çıkarlarını korumak üzere çok daha milliyetçi, çok daha korumacı, kapitalist devletin çok daha müdahaleci olduğu bir dizi ekonomik politikayı benimsemesini gerekli kılacaktır. Avrupa Birliği’nin bütünlüğü çok ciddi bir sınavdan geçecektir. Birliği oluşturan ülkelerin ortak bir para birimine (avro) sahip olanlarının dahi maliye sistemleri, bir ölçüde Avrupa Komisyonu’nun denetimine tâbi olsa dahi, esas olarak birbirinden bağımsızdır. Bu, Birlik çapında merkezkaç güçlerin ciddi etki yapacağı anlamına geliyor. Her durumda, dünya muhtemelen büyük bloklara bölünecektir. Ekonomi politikasının bu yeni ihtiyaçları, “küreselleşen dünya” retoriğine de büyük darbe vuracak, politik alanda da milliyetçiliğin, ulusal devletlerin yüceltilmesinin, hatta koşullar uygun olduğunda faşizmin yükselmesine yol açacaktır. “Küreselleşme”de ve onun altyapısını oluşturan neoliberal stratejide böyle büyük gediklerin açılması, “serbest piyasa” ve özel mülkiyet üzerine kurulu kapitalist sistemin prestijine ağır bir darbe vuracaktır.
Bu şimdiden ortaya çıkmış bir sonuçtur. Gerek dünyada gerek Türkiye’de burjuva medyası kapitalizmi suçlayan, piyasaların hiç de güvenilir olmadığı sonucuna ulaşan, hatta olan biteni kapitalizmin iflası olarak niteleyen yorumlarla şimdiden dolmuştur. Bunun da ötesinde “Marx’ın haklı olduğu” yolunda yaygın bir söylenti vardır! Bu satırların yazarı, hiçbir zaman burjuva medyasının rağbet ettiği biri olmamıştır. Ama son on gün içinde bir dizi düzen gazetesi, başka bazı Marksistlerle birlikte bize de “Marx’ın haklı olup olmadığını” sormaktadır! Olan biten, kapitalizmin o kendinden son derece emin olduğu, kitleleri kendi etkinliğine ve gücüne inandırmakta zorluk çekmediği dönemin geri dönülmez biçimde kapanmakta olduğunu gösteriyor.
Böylece, yakın tarihin bir evresi bitmekte, bir başka evresi başlamaktadır. 1989 yılında Doğu Avrupa rejimleri ardı ardına çöktüğünde, 1991’de Sovyetler Birliği dağıldığında, kapitalizmin insanlığın önündeki tek alternatif olduğuna dair bir inanç dünya çapında yayılmıştı. Francis Fukuyama’nın ünlü “tarihin sonu” tezi tam da bunu söylüyordu: mücadele bitmiştir ve kapitalizm ve burjuva demokrasisi (Fukuyama’nın dilinde “liberal demokrasi”) sosyalizmle savaştan zaferle çıkmıştır. Bundan sonra sadece kapitalizm vardır. Fukuyama kendisi 90’lı yılların sonunda özgüvenini yitirdi ve 2000’li yılların başında, neoliberal ortodoksiye aykırı biçimde “Devleti Yeniden İşin İçine Sokmak” başlıklı bir de kitap yazdı. Ama Fukuyama’nın kişisel güzergâhından bağımsız olarak, 90’lı yılların başında “tarihin sonu” tezinin dile getirdiği toplumsal psikoloji hâlâ baskındı. Solda dahi kolektif her tür çözüme karşı büyük bir kuşku vardı. Neoliberalizme, hele hele “kaçınılmaz” olduğu her gün başımıza kakılan “küreselleşme”ye karşı çıkmak bizim gibi birkaç delinin uzmanlık alanı haline gelmişti. Küreselleşme karşıtı hareketin doğuşu ve Latin Amerika’daki isyan bu ruh durumunda gedikler açtı, ama işin esasını değiştirmedi. İşte şimdi kapitalizmin özgüvenindeki sarsıntı ve kitlelerin gözü önünde yaşanan sistemik iflas ile birlikte bu dönem sona eriyor: “Tarihin sonu” tezi, savunucuları için yüz kızartıcı biçimde sona eriyor.
Bütün bunların bileşik etkisi altında önümüzdeki dönemde dünya çapında sınıf mücadelelerinde ciddi bir sertleşme yaşanması kaçınılmaz. Margaret Thatcher’da (1979) gerçek ve simgesel başlangıcını bulan neoliberal strateji 1989 Doğu Avrupa çöküşü sonrasında “küreselleşme” taarruzu biçimini almış ve evrenselleşmişti. Bütün bu dönem boyunca saldırı pozisyonunda olan burjuvazi idi. İşçi sınıfı ve bütün öteki emekçi katmanlar savunma halinde idi. Şimdi krizin derinleşmesi sınıflar arasındaki çelişkiyi daha da sertleştirecektir. Bir yanda burjuvazi 1974-75 resesyonuyla başlayan ve 33 yıldır süregiden uzun krizinin yükünü bugüne kadar bütünüyle işçi sınıfının ve emekçilerin sırtına yükleyememiş olmanın hırsıyla ve depresyonun sıkıştırmasıyla saldırısını azdıracaktır. Devletin gücü, milliyetçi ideolojinin zehri, faşist güruhlar ve çeteler, hepsi işçi sınıfını ve müttefiklerini nihai bir yenilgiye uğratmak için kullanılacaktır. Ama öte yanda, artan işsizliğe, düşen ücretlere, sosyal hakların radikal biçimde kısılmasına tepki içindeki işçi sınıfı ve emekçi yığınlar, koşulların uygun olduğu her yerde kitlesel biçimde mücadeleye girecek, burjuvazinin politikalarına meydan okuyacak ve gelişmelere bağlı olarak devrimci ataklara kalkışacaktır. Bu mücadelelerin başarıya ulaşması elbette birçok faktöre bağlıdır; ama her şeyden çok devrimci işçi sınıf partilerinin zamanında ve yeterince güçlü biçimde inşa edilip edilemeyeceğine ve bu inşa sürecinin uluslararası proleter devrimci bir önderlikle taçlanıp taçlanmayacağına bağlıdır. Sınıf mücadelesinin kendisi her halükârda mutlaka sertleşecektir. Tarihte derin ekonomik krizlerle sınıf mücadelesi arasındaki ilişki hiçbir mekanik açıklamayla kavranamayacak kadar karmaşık olmuştur. Bundan dolayı, her bir ülkede eğilimlerin saptanması ancak o ülkenin somut koşullarının incelenmesi sonucunda mümkün olacaktır.
Efsaneler mezarlığı
Mali çöküşle birlikte, neredeyse otuz yıldır toplumda estirilen rüzgâr terine dönüyor. Bu arada bütün bir dönem boyunca beslenen, körüklenen, monolitik bir sesle topluma yayılmaya çalışılan bir dizi düşünce de tarihin çöplüğünde hak ettiği yere doğru yol almaya başlıyor. İnsanların maddi varlığı düşünsel hayatın kalıplarını belirler. Mali çöküş, aynı zamanda ideolojik efsanelerin çöküşü ile el ele yürüyor.
Çöken ilk efsane, kapitalizmin, çöktüğü iddia edilen sosyalizme göre karşılaştırılamaz derecede etkin, başarılı, verimli bir sistem olduğu, kaynakları gayet rasyonel biçimde kullandığı, piyasaların bazı kısmi aksaklıklara rağmen her zaman mümkün olan en iyi sonuca ulaşmada en iyi araç olduğu yolundaki, kapitalizmle yaşıt burjuva efsanesidir. Bugün piyasalar, kısmi “aksaklıklar”, “başarısızlıklar” falan bir yana, kendi dinamikleriyle ulaştıkları noktada bütünüyle çökmenin eşiğine gelmiştir. İnsanlık, bu işleyişin sonucunda muhtemelen işsizlik, yoksulluk, evsizlik, sosyal hizmetlerin çöküşü, hatta açlık biçimleri altında büyük acılar çekecektir. İnsanlığın üretici güçlerinin 21. yüzyılın başında ulaştığı noktada bu, bütünüyle akıl dışı bir sistemin varlığının açık kanıtıdır!
İkinci zayiat, solda da sayısız ideologun paylaştığı, “küreselleşme”nin sağlıklı, gürbüz, dört dörtlük bir gelişme içinde, önüne geleni düzleyen bir silindir gibi yürümekte olduğu iddiasıdır. Bu satırların yazarı 1990’lı yılların başından beri değişik çalışmalarında bunun bütünüyle bir efsane olduğunu, “küreselleşme” denen sınıf taarruzu stratejisinin kapitalizmin uzun krizinin çelişkilerinden muzdarip olduğu gibi kendi gelişmesi içinde de büyük çelişkiler yarattığını, kaçınılmaz olmak bir yana çöküşünün neredeyse kaçınılmaz olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Bu tartışma aslında daha da büyük bir çağ tartışmasının uzantısıdır. 1989-91 aralığında Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra dünya solunun sosyalizmi bütünüyle terk etmeyen akımları bile sosyalizmin krizde olduğuna, kapitalizmin ise sağlıklı bir gelişme gösterdiğine inanmışlardı. Sadece Türkiye’de değil, uluslararası planda dahi, kapitalizmin en az sosyalist hareket kadar büyük bir krizin içinden geçmekte olduğunu tekrarlamaktan yorulmayanlar bir avuçtu. Bugün bu tartışma da kapanmıştır.
Sonuca bağlanan bir başka tarıtşma da Marksistler ile ahir zaman Bernstein’ları arasındaki tartışmadır. Mavi Defter okurları, Şubat ayında bu sitede yayınlanan bir yazımızda (“Ekonomik krize karşı sınıf yığınağı gerek!”), 19. yüzyılın sonlarında Alman sosyal demokrasisi içinde revizyonizmin baş teorisyeni olan Eduard Bernstein’ın Marx’ın kapitalizmin krizleri konusunda yanıldığını, sistemin artık “organize” hale geldiğini ve krizleri kontrol edebildiğini iddia ettiğine işaret ederek, günümüzde de Marksizmi terk edenlerin Bernstein’ın yolunda olduğunu ileri sürdüğümüzü hatırlayacaklardır. Kapitalizmin çelişkileri, hiçbir iktisatçının bilgeliğiyle, hiçbir devletin gücüyle kontrol altına alınamayacak kadar asli çelişkilerdir. İşte bugün bu iddiamızın doğruluğu açıklıkla ortaya çıkmış durumdadır. Vah Marksizmden kopanlara ki tarihin gidişatını anlama olanağından yoksun kalmışlardır!
Bernstein gibi düşünenler elbette daha çok sol liberalizm alanından çıkar. Ama içinden geçmekte olduğumuz dev mali kriz ulusalcıların dünya görüşüne de büyük bir darbe vurmuştur. Hatırlayanlar olacaktır, 1997’de Asya ülkeleri dünya kapitalizmin krizinin yarattığı çelişkilerin basıncı altında büyük bir ekonomik çöküntüye girdiğinde, bütün dünyanın kapitalizmin doğasından hiçbir şey anlayamamış komplocuları gibi bizim ulusalcılar da bu krizi ABD emperyalizminin Asya’yı hakimiyet altında tutmak için imal ettiğini ileri sürmüşlerdi. Bunların dünya görüşü, kapitalizmin kendine özgü yasalarının ve çelişkilerinin olmadığı, (kuş gribi dahil!) her şeyin ABD komplosu olduğu temelinde yükselen paranoyak bir görüştür. Şimdi bunlardan cevap bekliyoruz: ABD emperyalizmi kendi kendine de komplo mu hazırladı da bugün ABD finans sistemi yok oluşun eşiğine geldi?
Devrim ve sosyalizm yeniden insanlığın gündeminde!
Herkes kendine çeki düzen vermeli! 20. yüzyılın sosyalist inşa deneylerinin büyük bir gürültü ile çöktüğü 1989-91 ertesinde biz açılmakta olan dönemin büyük bir altüst oluş dönemi olduğunu yazıyorduk. Bu altüst oluş döneminin ardındaki dinamiklerden biri de kapitalizmin 1974-75 resesyonuyla başlayan uzun ekonomik krizi idi. Bu krizin bir depresyon eğilimi taşıdığına, bunun koşullar olgunlaştığında güncelleşeceğine ve beraberinde dünya kapitalizmi için büyük bir sarsıntı getireceğine işaret ediyorduk. Altüst oluş döneminin ilk evresi karşı-devrimci eğilimlerin ağır bastığı bir evreydi. İşte şimdi bu evre geride kalıyor. Kapitalizm hem ekonomik düzeyde hem de savaşlarının yarattığı kan ve ateşle, insanlığa verecek bir şeyi olmadığını kanıtlamaya başlıyor. Şimdi açılmakta olan, yeniden devrim ve sosyalizm için mücadele dönemidir. Yeni evrede karşı-devrimci eğilimler yerine devrimci eğilimlerin hakim olması için proletaryanın öncüsüne ve bu öncüyü örgütleyecek devrimci partilere büyük görevler düşüyor. Gün Marksist hareketin bu onurlu göreve layık olduğunu kanıtlama günüdür.