Solun çıpası sınıf mücadelesidir (Sungur Savran (Radikal2, 15.06.08) - 01-07-2008)

Bu arada Marx göklere çıkarılıyor. Yazarlarımızdan biri zaten Marksistmiş, ötekiler de Marx’ın toplumsal analiz için vazgeçilmezliğine paragraflar ayırıyor. Alıştığımız bir tablo değil, çünkü sol liberalizmin esas amacı Marksizm’in yanlışlığını kanıtlayarak onu solun teorisinden ve programından çıkarmaktır. İroniye bakın: Sol liberallerin haklılığını en saldırgan tavırla savunan yazar da (Roni Margulies, 8 Haziran) bunu Marksizm, hatta Leninizm adına yapıyor!

Görünürde tartışılacak kimse yok. Bütün Türkiye solu, liberal sol denen ekolün elle tutulacak kadar somut bir olgu olduğunu bilirken, liberal solun AB’yi desteklediği, AKP’ye ise hayırhah baktığı cümle alemin bildiği bir şeyken, siz liberal solu olguların ışığında tam da bu nedenlerle eleştiriyorsunuz, ama kimse üzerine alınmıyor, Marksizm adına konuşan biri dışında. Ama şeytan ayrıntıdadır. Biraz ayrıntıya girdiğinizde, cevap verenlerin özeleştiriden kaçınmak için ne kadar tuhaf stratejilere başvurduğunu görmemek mümkün değil. Bir gazete sayfasında değil de, daha uzun yazılabilecek bir ortamda tartışıyor olsaydık, okurumuza ne güzel, ne eğlenceli seçmeler yapabilirdik. Ama yerimiz dar, işin özüyle yetinmek zorundayız. Tartışmaya geçerken Mustafa Kemal Coşkun’un katkısına (25 Mayıs) ve Memduh Yağcı’nın kendi hatasını kabul eden örnek tavrına (25 Mayıs) teşekkür edelim.

AKP mi kurtaracak?

Gelen cevaplar arasında en ciddisi Mutman’ınki. Yazar olacağı sezmiş, “ama biz de Marksistiz” demeyin diyor, Baskın Oran ise yan sütunda tam da bunu yapıyor! Mutman bizim sol liberalizme yönelik eleştirimizin genel olarak haklı olduğunu, ama bütün sol liberallerin bu eleştiriyi hak etmediğini söylüyor. Biz geçen yazımızda söylediğimizde ısrarcıyız: AKP destekçiliği, sol liberalizmin doğasından ileri gelir. Çünkü bu ekol Türkiye tarihini bir “merkez”/“çevre” çelişkisi temelinde açıklar, zorba merkezin karşısında çevreyi “demokrat” görür, Mutman’ın da itiraf ettiği gibi çevreyi temsil ettiğini ileri sürdüğü sağ partileri CHP geleneğine karşı tercih edilir bulur ve destekler. Bu durumda Ahmet İnsel’in iş işten geçtikten sonra “AKP merkeze oynuyor” demesini “Savran ve İnsel aynı şeyi söylüyor” diye yorumlamak hayali özdeşlikler kurmaktır. Savran, başından beri İslamcı hareketin burjuvazinin bir kanadının partisi olduğunu ve gerici olduğunu söylüyor. AKP yarın yeniden AB’ye doğru dümen kırsa sol liberaller onu yeniden desteklemeye başlar, ama Marksistler AKP’nin sınıf sorununda, Kürt sorununda, emperyalizmle ilişkiler konusunda gerici olduğunda ısrar ederler.

Baskın Oran’ın cevabı ciddiyet bakımından Mutman’ın karşı kutbunda yer alıyor. Yazının ekseni “AKP’ye mahkum edenler utansın” fikri (bu aynı zamanda başlık) etrafında kurulmuş. Sorumlu CHP kafasıymış, ulusalcılıkmış falan. Ondan da biz Marksistler mi sorumluyuz? Biz 12 yıl boyunca Kürtlerin gazetelerinde köşe yazısı yazarken, aynı işi yıllar boyu Doğu Perinçek’in Aydınlık dergisinde yapan Baskın Oran’ın ulusalcılıkta biraz daha fazla tuzu olmasın?

Oran’ın bizim (“70’lere kazık kakan”) Marksizmimize en büyük itirazı, sınıfın ötesine geçemememiz, önce Kürtleri, sonra da “ezilmiş ve dışlanmışları” göremememiz. Marksizm’in bazı okullarının bütün ezme/ezilme biçimlerine karşı çıkmak için Oran gibi 12 Eylül’ü beklemesi gerekmedi. “Ulusların kendi kaderini tayin hakkı” Lenin’in, Ekim devriminde Polonya ve Finlandiya’ya pratik olarak da uyguladığı, en önemli ilkelerinden biriydi. Kadının kurtuluşundan ta 19. yüzyılda söz eden Marx ve Engels’tir. Bugün de Kürtleri ve kadın kurtuluşunu, bu kitlelerin kendileri dışında, hiçbir siyasi akım Marksistler kadar tutarlı savunmuyor. Öte yandan, Oran’a sormak gerekiyor: AKP’ye verdiği desteğin eleştirilmesine cevaben, çeşitli ezilenler kategorilerini saymasının anlamı ne? Yani Alevileri, kadınları ve eşcinselleri de mi AKP’nin demokrasisi kurtaracak!

Oran, özeleştiri vermek bir yana, AKP’ye ilişkin tavrının doğru olduğunda ısrar ediyor. Bu partinin 2004’e kadar insan hakları alanında “çok iyi bir performans” gösterdiğini söylüyor. Biz bir-iki hatırlatma ile yetinelim: İşçi hareketinin “kölelik yasası” olarak andığı İş Kanunu bu dönemde geçti. Erdoğan bu dönemde “Kürt sorunu yoktur” dedi. ABD Irak Savaşı’nda kullandığı yakıtının yüzde 70’ini bu dönemde İncirlik’ten temin etmeye başladı. Gerçekten “çok iyi bir performans”!

AB çıpası yetmiyor...

Fuat Keyman’ın cevabı daha ağırbaşlı. Ama Keyman’ın kendisinin sol liberal olmadığını söylerken bir yandan da liberalizmin köklerinde ne kadar önemli düşünürler olduğunu anlatması yüklü bir çelişki oluşturuyor. Esas konumuz ise Keyman’ın AKP ve AB üzerine görüşleri. Ve burada insan gerçekten hayretlere düşüyor. Keyman İslamcılığın yükselişiyle birlikte Türkiye’nin “turunculaştığını” söylüyor. “Turuncu devrim”ler hakkında başka yönlerden fikirler ne kadar farklı olursa olsun, bir konu açıktır: “Turuncu” teriminin ABD (ve AB) yanlılığı anlamına geldiği kuşku götürmez. Ama Fuat Keyman tam da bu değişimi “iteleyerek...adaletli ve demokrat bir Türkiye vizyonunu yaşama geçirmeye” çağırıyor bizi! Öyle anlaşılıyor ki biz Keyman’ın AB’ciliğini eleştirirken o bir de ABD’cilik yapıyor! Öyle ya, sadece AB çıpasından değil, bir de 11 Eylül sonrası Türkiye’nin dünyada artan önemi dolayısıyla ortaya çıkan bir “dış politika çıpası”ndan söz ediyor. Öte yandan, “turuncu” ile “adaletli bir Türkiye” yan yana getiriliyor. Kısa yoldan söyleyelim: Keyman için AB önemli bir çıpa imiş, öyle diyor. Burjuvazinin sözcülerinin dili. AB, başka yönlerini bir kenara koyalım, ekonomi alanında IMF’nin Avrupa kıtasındaki kod adıdır. “Brüksel” Avrupa ülkelerinde neoliberal ekonomi politikaları için sığınılan otoritedir. Öyleyse, başa dönüyoruz. AB yanlısı sol liberallerin “biz sadece siyasi liberalizmi seviyoruz” demeleri anlamsızdır. AB’yi destekleyen, istese de istemese de neoliberalizmi savunmuş olur! Gerçek solun çıpası ise işçi ve emekçi sınıfların hakları için siyasi bağımsızlık temelinde verecekleri mücadeledir.

İşçi düşmanı AKP ile birleşik cephe!

Roni Margulies, Baskın Oran’ın bize “gereken cevabı” verdiği kanaatinde. Cevabı onayladığına göre yukarıda Oran’a yönelttiğimiz bütün eleştirileri de cevaplasa iyi olur. Ama işin daha vahim yanı şu: Margulies, Lenin’in birleşik cephe taktiklerini bize karşı kullanmaya kalkıyor! Lenin sosyal demokrat işçileri kazanmak için onların partileriyle birleşik cephe önermiş. Margulies de AKP’ye oy veren işçileri kazanmak için onunla birleşik cephe öneriyor. (Zaten Margulies, 2007 seçiminde Oran aday olmasaydı AKP’ye oy vereceğini de açıklamıştı.) Bütün bunlar Marksizm’in bir karikatürüdür. 20’li yılların sosyal demokrat partileri, reformist birer işçi partisiydi. Biz AKP’nin işçi düşmanı olduğunu söylüyoruz. Margulies buna itiraz etmiyor ve işçi düşmanı partiyle birleşik cephe öneriyor! Daha fazla bir şey söylemeye gerek var mı? Margulies, yumuşakça söyleyelim, sol liberalleri savunmak için Marksizmi karikatürleştirmiş.

Geriye tek bir nokta kalıyor: Mutman hariç bütün cevaplar, bizim 2007 seçimlerinde güttüğümüz taktiğin hatalı olduğu iddiasını esas tartışmayı gölgelemek için kullanıyorlar. Ama bu kendi içinde son derecede önemli bir konu, bütün bu tartışmanın politik sonuçlarıyla ilgili ve başlı başına bir yazıyı hak ediyor. Bu konuyu da başka bir yazıda tartışırız.