Sakarya Komünü’nün zaferi! (09-03-2010)
Ama Danıştay kararıyla birlikte mücadelede yeni bir gün doğdu. Şimdi Tekel işçisi belirsiz bir süre boyunca mücadelesine devam etme olanağına kavuşmuş durumda. Bu olanak iyi kullanılırsa, bugün ilk rauntu kazanan işçi, mücadelenin tamamını da kazanabilir ve bu toprakların bütün işçilerine ve emekçilerine nasıl mücadele edileceğini gösterebilir.
Danıştay kararını "hukuk sözünü söyledi" ya da "hak yerini buldu" türünden dar hukuksal kalıplar içinde ele almak son derecede yanıltıcıdır. Her yargı kurumu, en azından önemli davalarda, kararlarını, yaşanan somut anın somut gelişme ve güç dengelerinin ışığında ve etkisi altında verir. Bu kararda elbette hükümet ile yüksek yargı kurumları arasında son yıllarda süregiden, son haftalarda ise doruğuna ulaşan sürtüşmelerin bir etkisi olmuş olabilir. Bu, Türkiye hakim sınıflarının kendi aralarındaki çekişme ve çatlakların, işçi sınıfı ve emekçiler açısından eşi bulunmaz olanaklar yarattığını somut olarak gösteren bir örnektir.
Ama bundan çok daha önemlisi, çok daha belirleyici olanı şudur: Tekel işçisi bu kararı 77 günlük direnciyle, azmiyle, fedakârlığıyla koparmış almıştır. Tekel işçisinin Danıştay kararı aracılığıyla elde ettiği bu kısmi zafer, bu bakımdan Türkiye tarihinin en büyük işçi eylemi olan 15-16 Haziran'ın büyük zaferine benzemektedir. Hatırlanacağı gibi, 15-16 Haziran 1970'te işçi sınıfı Marmara bölgesinde on binleriyle iki gün boyunca ayaklanmıştı. Bu eylemin karşı çıktığı, o tarihten üç yıl önce kurulmuş olan DİSK'i tasfiye etmeyi hedefleyen bir yasaydı. Yasa, Demirel'in AP'sinin ve İnönü ile Ecevit'in CHP'sinin oylarıyla meclisten geçmiş, cumhurbaşkanınca onaylanmış ve yürürlüğe girmişti. Ama 15-16 Haziran'da işçi sınıfının sergilediği başkaldırı düzende büyük bir korkuya yol açıyordu. Meclisteki sosyalist parti TİP'in yanı sıra, oylama sırasında yasaya olumlu oy kullanmış olan CHP de Anayasa Mahkemesi'ne gidiyor, mahkeme de yasayı Anayasa'ya aykırı bularak iptal ediyordu. İşçi sınıfı mecliste kaybettiğini sokakta kazanmıştı! Bugün Tekel işçisi elbette 15-16 Haziran gibi bütünsel bir zafer kazanmamıştır, sadece kısmi bir zaferdir elde edilen. Ama iki durumun benzerliği, Danıştay kararına formalist bir hukuk yaklaşımıyla bakmanın yanlışlığını hatırlatmaktadır.
Sakarya Komünü
İşçi sınıfının uluslararası tarihinin yüz aklarından Paris Komünü (1871) 72 gün ayakta kalabilmiş, daha sonra burjuvazinin rövanşist saldırıları altında can vermişti. Tekel işçilerinin Ankara'nın göbeğinde kurdukları "Sakarya Komünü" 77 gün (çadırların söküldüğü günü de sayarsak 78 gün) yaşadı! Ve yenilgiyle sonuçlanmadı. Elbette Paris Komünü, işçi sınıfının tarihte ilk kez siyasi iktidarı burjuvazinin elinden aldığı ve kendi kendini yönettiği bir deneyimdi. Tekel işçisinin Ankara'nın Sakarya bölgesinde kurduğu "Direniş Sokağı" bu anlamda Paris Komünü ile aynı ölçekte ele alınabilecek bir tarihsel olay değil. Ama Paris Komünü uluslararası işçi sınıfının belleğine onurun ve özgürlüğün bir simgesi olarak kazınalıberi, değişik türden toplumsal mücadele deneyimleri de "komün" olarak anılmıştır. Örneğin üç yıl önce, Meksika'nın Oaxaca eyaletinin başkentinde işçiler, emekçiler ve yoksul halk, şehrin resmi yönetimini felç ederek her yeri halk tarafından yönetilen bir özgürlük alanına çevirince, iktidarın sınıf karakteri değişmese de bir "Oaxaca Komünü"nden söz edilmiştir. Örneğin, 1989'da Çin'de önce öğrenciler, ardından işçiler, belki yüz binlerce, belki bir milyon insan Pekin'in ana meydanı Tien An Men'i 52 gün işgal edince, bir "Tien an Men Komünü"nden söz edilmiştir.
Kelimenin bu dar ve sınırlı anlamında, Tekel işçisinin Ankara'da Türk-İş önünde oluşturduğu işçi özgürlüğü alanı, özellikle çadırkentin kurulduğu Ocak ortasından itibaren, "Sakarya Komünü" olarak anılmayı hak ediyor. Modern Türkiye tarihinde bu deneyime benzer tek bir deneyimden söz edilebilir: Zonguldak madencilerinin, Aralık 1990'da, kentin neredeyse bütün emekçi halkının desteğiyle bir ay boyunca şehri bir özgürlük alanı haline getirmeleri bazı bakımlardan benzer bir özellik taşır.
Neden mi "Komün"? Çadırkenti ziyaret eden herkes oranın nasıl bir özgürlük alanı olduğuna tanıklık edecektir. Baskı güçlerinin kendilerini gösteremediği bir yerdi Sakarya çadırkent. Hükümet istese, o iradeyi bulabilse, çadırkenti fiziksel anlamda bir gece sabaha doğru yapacağı bir baskınla yerle bir edebilirdi. Ama bütün mesele de burada ya: Hükümet o iradeyi bulamadı. Tekel işçisinin mücadele gücü, kararlılığı ve her şeyden önemlisi bütün toplum nezdinde destek bulan haklılığı ve meşruiyeti, devletin çadırkenti yıkmasına izin vermedi. Böylece, burjuvazinin hakimiyetindeki bir devletin, üstüne üstlük eli sopalı bir devletin başkentinin orta yerinde, işçi sınıfı bir özgürlük alanı yaratmış oldu. Bu özgürlük alanında, her şey ortaklaşa yaşanıyordu. Yemekler birlikte yendi, çadırlarda sırt sırta uyundu, geceler uzun sohbetlerle ve türkülerle paylaşıldı, binlerce kişi bir araya geldi, ama kavga çıkmadı, arsız uğursuz çıkarmaya çalışınca da işçinin olgun tavrıyla yatıştırıldı. En çok, en çok, deneyimler ve fikirler özgürce paylaşıldı.
Bu özgürlük alanı, 12 Eylül gericiliğinden bu yana toplumun çeperine itilmeye çalışılan, halka öcü gibi gösterilen sosyalist hareketlerin işçi sınıfıyla dostça, kardeşçe ve özgürce yaşadığı bir alan haline geldi aynı zamanda. Her an polis baskısı ile yaşayan sosyalistler, bu özgürlük alanında, bayraklarıyla, sloganlarıyla, bütün sembolleriyle özgürce var oldular. Üstelik, bazılarının sandığı gibi bu bir parazit ilişkisi değildi. Çadırlarda konuştuğumuz işçiler arasında o kadar çok insan "ben bugüne kadar sosyalistler hakkında ne kadar yanlış düşünmüşüm" dedi ki! Pek çoğu, siyasi hareketler arasında kimin kendilerinin dostu, kimin düşmanı olduğunu, kiminse sadece gösteriş peşinde olduğunu gayet iyi anladığını ifade etti. Dahasını söyleyeyim (gerekirse çadır ve insan ismi de veririm). Daha ilk tanıştığımızda kendisinin "ülkücü" olduğunu (ve sosyalist fikirlerin etkisinde kalmaya başlayan birçok işçiden farklı olarak) "ideolojisine ihanet etmeyeceğini" ifade eden bir işçi ne söyledi biliyor musunuz? Sosyalist gruplar olmasa, direnişin kesinlikle bu kadar uzun sürmeyeceğini!
Nihayet Tekel işçisi ve Sakarya bu 77 gün boyunca, Türkiye'nin işçisinin, emekçisinin, yoksulunun, ezileninin Mekkesi haline geldi. 17 Ocak mitingi ve 20 Şubat eylemi için on binler Ankara'ya aktı. Ülkenin dört bir köşesinden emeğe saygı duyan sayısız siyasi, toplumsal, yerel çevre Sakarya'yı ziyaret etti. Sakarya sadece Tekel işçisinin değil, Türkiye işçisinin ve emekçisinin tamamının özgürce nefes alıp verdiği yer oldu.
Kazanılan sadece ilk raunttur!
Sakarya Komünü getirdiği zaferle şimdilik sona erdi. Bundan sonra sayısız güç Tekel işçisinin direncinin ve kararlılığının çözülmesi için nice tuzak kuracak. Oysa, daha sadece ilk raunt kazanılmıştır. Mücadelenin kazanılması için önümüzde uzun bir yol var. Tekel işçisi şimdi Türkiye'ye yayıldı. Mücadeleyi işçi sınıfı ve emekçilerin öteki katmanlarına taşımayı, İstanbul'da Marmaray ve iftaiyeciyle, İzmir'de Tariş'le, her yerde ezilenlerle dayanışmayı örerek yürürse mutlaka kazanır. Kimse gardını indirmesin! Türkiye'nin bütününe yayılacak bir komüne, bu toprakların bütünüyle özgürlük alanı haline getirilmesine ulaşmak için daha çok uzun bir yolumuz var.