Olan bitenin bu yanı... (Ahmet Tonak - 18-09-2010)
SINIF İÇİ KAVGA
Bizden başlayalım. Referandum öncesinde giderek daha çok kabul görmeye başlayan sol içi bir tahlil ve ondan türeyen bir strateji var: üçüncü cephe ihtiyacı ve bu cephenin inşası. Burada, üçüncü cepheden kasıt sol güçlerin birlikteliği ile sağlanacak bir ortak irade. Bu tür bir sol cephenin gerekliliği, sol güçlerin diğer iki cepheyle herhangi bir uzak yakın ilişkiye girmesinin sol değer ve hedefler açısından doğru olmayacağı tespitine dayandırılıyor. Çünkü, ilk cephe burjuvazinin bir kanadını temsil eden muhafazakar AKP, diğeri de burjuvazinin diğer kanadını temsil eden ‘sosyal demokrat' CHP'den (ve de MHP'den) oluşmuştur. Bu yazıda, ne bu temsiliyetin ayrıntılarına, ne de üçüncü cephe sol siyasetinin nasıl icra edilebileceği konusuna girmeyeceğim. Sadece AKP ile temsil ettiği burjuva kesimler arasındaki ilişkiye kısaca değinmek istiyorum.
Referandumdan hemen önce bir televizyon kanalında Tayyip Erdoğan şunları söyledi: "İstanbul sermayesi bizimle para kazanmada anlaştı ama siyasette anlaşamadı. Çok da önemsemiyorum ... Türkiye'de sermaye ciddi manada el değiştirmeye başladı. Bu bizim için çok önemli bir güven kaynağı. Türkiye'nin dört bir yanında yatırımlar ve ihracat, 3-5 yıl öncesiyle mukayese edilmeyecek oranda arttı. Bu da İstanbul sermayesini rahatsız ediyor."
AKP'nin başından beri, TÜSİAD dışında kalan Anadolu sermayesini temsil ettiği dile getirilir. Bu yanıyla yukardaki alıntının kendi içinde bir orijinalliği yok. Bence ilginç olan yanı, Marksist teorinin öngörülerinin sahibinin sesi tarafından doğrulanması. Tabii, Marksist kapitalist toplum tahlilini sadece ve sadece emek-sermaye çelişkisinden ibaret sayma dogmatikliğini aşabilmişsek. Reel politikada son derece önemli olan, sermaye-sermaye ve emek-emek çelişkilerinin mevcudiyetini bilmenin ötesinde, bu çelişkilerin aldığı somut biçimlerin farkında isek. Alıntının bariz bir biçimde dile getirdiği gerçeklik şudur: memleketin vardığı noktada, AKP, burjuvazinin bir kanadını kendisine ‘güven kaynağı', Marksist terminoloji ile söyleyecek olursak maddi toplumsal dayanak olarak deklare etmekte beis görmemektedir. Burjuvazinin bu iç kavgasını görmenin ötesinde bu alıntıyla sözkonusu kavgada hükümet partisinin safı ifşa edilmektedir. Ve de bence bizatihi bu durum oldukça yakın bir dönemde AKP'yi istikrarsızlaştıracaktır. Bunu sadece teorik bir öngörü olarak kaydetmek istiyorum. Bu öngörü ile diğer kanadın temsilcisi gibi davranan CHP'nin güçleneceğini ima etmiyorum. Sadece, zaten depresif bir dönemi yaşayan kapitalizmin ve onun yönetiminin bu tür ciddi burjuvazi içi kavgaların yaşanmasına daha az dayanaklı hale geldiğini hatırlatmak istedim.
Ayrıca, emek-emek çelişkisinin milliyetçi motivasyonlarla somutlandığı da apaçık ortada iken, referandum sonuçlarını AKP'nin uzun ömürlü konsolidasyonu olarak değerlendirmenin doğru olduğunu düşünmüyorum. Büyük siyasi çalkantıları besleyecek sınıflar içi kavgaların eşiğindeyiz.
KÜBA
Küba'dan gelen haberler kötü. Hükümet 1 milyon işçinin işten çıkartılacağını, bunun 500000'inin 6 ay içinde gerçekleştirileceğini açıkladı. Gerekçe malum: bütçe açıkları, verimsizlik, enflasyonist baskılar vs. Bu gelişmenin nicel boyutlarını sezdirebilmek için şu kadarını belirteyim; Türkiye'de benzer bir işten çıkarma kararı alınmış olsaydı, bu karar işsizler ordusuna 6.6 milyon yeni işsiz eklemek ve de şu anda % 10.5 olduğu iddia edilen işsizlik oranını %36'ya yükseltmek anlamına gelirdi. Yani, dehşetengiz bir durum. 2009 sonu itibariyle Küba'nın toplam istihdamının %85'inin kamu istihdamı olduğunu ve işten çıkartılacakların toplam istihdamın %17'sine tekabül ettiğini de hatırlayalım. Bu kararın siyasi geri planını ve muhtemel sonuçlarını da bence ayrıca tartışmamız gerekir. Bu arada, sağ cenahın şimdiden zil takıp oynadığını da tahmin edersiniz. Birileri, "yahu, Küba'da üretim araçlarının mülkiyeti işçilerde değil miydi, yani kendi kendilerini mi işten atmaya karar vermiş bu işçiler?" diye dalga geçmeye başlamıştır bile!