Maraş katliamı: Türk faşizminin aynası (İşçi Mücadelesi gazetesi #38 - 01-01-2009)

Hiçbir olay Türk faşizminin korkunç yüzünü Maraş'tan daha iyi anlatamaz. 1978 yılının son günlerinde Maraş'ta yaşanan katliam, faşist hareketin sahip olduğu barbarlık potansiyelinin boyutlarının en açık biçimde gözlemlenebileceği örnektir. İçinde bulunduğumuz Aralık ayının Maraş Katliamı'nın 30. yıldönümüne denk düşmesi, devrimcilere bu olayı özellikle genç işçi ve emekçilerin gündemine sokma fırsatını sunuyor. Ezilenlerin belleği üzerinde verilen mücadele, sınıf mücadelesinin önemli bir parçasıdır. Bu nedenle, Maraş Katliamı'nı kitlelere hatırlatmak faşizme karşı mücadelenin bir parçası olarak kavranmalıdır. Maraş Katliamı'nı 1970'lerin büyük sınıf mücadelelerinin bağlamına yerleştiren ve yaşanan olayların bir özetini sunan bu yazı bu görevin yerine getirilmesine yardımcı olmayı amaçlıyor.

1970'li yıllarda faşist hareket

Türkiye burjuvazisi, işçi ve emekçilerin 1960'ların ikinci yarısından itibaren giderek yükselen mücadelesini bastırmak için (devletin baskı aygıtına ek olarak) faşist hareketi bir "yedek güç" olarak kullanmıştır. Alparslan Türkeş'in başkanlığında Şubat 1969'da kurulan Milliyetçi Hareket Partisi, büyük sermayenin kendisine verdiği bu görevi yerine getirmek amacıyla bir yandan gençlik içinde yoğun bir örgütlenme seferberliğine girişmiş, diğer yandan faşist militanları grev ve direnişlerinin, lise ve üniversitelerdeki sol örgütlenmelerin üzerine saldırtmaya başlamıştır. 12 Mart 1971'deki askeri darbenin işçi sınıfı hareketinin ve devrimci-sosyalist mücadelenin yükselişini durdurmayı başaramaması 1974-80 döneminde faşist hareketin bu kez çok daha ciddi ve örgütlü bir politik güç olarak ön plana çıkmasına neden olmuştur.

Faşist hareket bu dönemde bir yandan anti-komünist saldırganlığı yükseltirken diğer yandan küçük burjuvazi ve işsizler arasındaki örgütlülüğünü güçlendirmek için sözde anti-kapitalist bir dil kullanmıştır. Sıradan bir faşist militan bu dönemde komünizmin, kapitalizmin, emperyalizmin (ve hatta faşizmin!) aynı Batılı, kozmopolit, materyalist kültürün ürünü olduğunu ve MHP'nin bunların tümüne birden karşı olduğunu düşündüğü için faşist oluyordu. 1970'ler boyunca binlerce devrimciyi öldüren faşist çeteler sermayeye hizmetlerini sürdürürken bir yandan da anti-kapitalist demagojiyi mümkün olduğunca kullandılar.

Faşist hareketin 1970'lerdeki siyasetinin en önemli özelliklerinden biri de onun Alevi düşmanı karakteriydi. 1950'lerden sonra hızla kapitalist pazara eklemlenen Orta-Doğu Anadolu'daki kentlerde yerleşik küçük burjuva kesimler sanayi kapitalizminin ağırlığı altında ezilirken, sulama vb. olanakların artmasıyla birlikte ekonomik olanakları gelişen Alevi köylü kesimlerinin bir bölümü (elbette Alevilerin büyük bölümü yoksulluk içinde yaşarken) kent merkezlerinde ekonomik yatırımlar yapmaya başlamışlardı. MHP'nin bu bölgede izlediği genel strateji buna bağlı olarak geliştirildi. Güç kaybeden, proleterleşme tehlikesini hisseden Sünni kökenli küçük burjuva kesimlere, yoksulluklarının sebebinin kente 1950'lerden sonra göç eden Aleviler olduğu mesajının verilmesi bu siyasetin en önemli parçasıydı. Alevilerin önemli bölümünün o dönemde "ortanın solu" siyasetine yönelen CHP'ye destek vermeleri, bu kesimin çoğunluğunu oluşturan proleter unsurların devrimci-sosyalist örgütlere yönelmeleri de MHP'nin çizdiği tablonun tamamlayıcı unsurlarıydı. Üstelik, Sivas, Malatya, Maraş vb. illerde yaşayan Alevilerin önemli bölümünün Kürt olması dinsel gerilimin etnik boyut kazanmasına da yol açıyordu. "Dinsiz", "gavur" olarak nitelenen Aleviler hem ekonomik yönden, hem de politik açıdan bertaraf edilmesi gereken güçler olarak sunuldular. Dönemin ünlü 3K (Kızılbaş-Kürt-Komünist) sloganı bu bağlamda ortaya çıktı. Faşist hareketin bu düşmanlık siyaseti daha önce Necmettin Erbakan'ın Milli Selamet Partisi'ne oy vermiş olan Sünni kitlenin bir bölümünün MHP'ye yönelmesini sağladı. 1973 seçimlerinde 11.8 oranında oy alan MSP Haziran 1977'de 8.6'ya gerilerken, MHP oyunu 3.4'ten 6.4'e yükseltti. MSP'nin Orta-Doğu Anadolu'da aldığı oyların yarıya yakınının MHP'ye kayması sonucunda gerçekleşen bu başarı, MHP'nin 1990'lardaki büyük yükselişine değin bir daha yakalayamadığı en üst noktaydı.

MHP'nin iç savaş stratejisi

Ancak bu kısmi başarı da faşistlerin işini kolaylaştırmıyordu. İşçi hareketinin önü kesilememiş, devrimci-sosyalist gruplar zayıflatılamamıştı. Dahası, faşist saldırılar karşısında (tüm eksik ve hatalarına rağmen) güçlü bir anti-faşist direniş gelişmişti. Bununla birlikte, faşist hareket Milliyetçi Cephe hükümetleri döneminde devlet kadroları içinde yaygın biçimde kadrolaşmak dışında önemli bir kazanım sağlayamamış, büyük burjuvazi nezdinde ciddi bir iktidar alternatifi haline gelememişti.

Ocak 1978'de Bülent Ecevit'in başbakanlığındaki CHP hükümetinin kurulması, MHP'yi içinde bulunduğu sıkışıklığı aşmak amacıyla radikal bir strateji değişikliğine yöneltti. "İç savaş stratejisi" olarak da tanımlanabilecek bu stratejiye göre, Orta ve Doğu Anadolu bölgelerinde faşist hareketin önderliğinde birleşecek geniş kitlelerin sözünü ettiğimiz hedeflere yine kitlesel biçimde saldırması bu bölgelerde iç savaşı kışkırtacak ve orduyu faşistleri de içine alan bir iktidar bloğu kurmaya zorlayacaktı. Bu seçenek gerçekleşmediği takdirde, süreç açık bir iç savaşa dönüştürülecek ve faşistler bu savaştaki sağcı cephenin önderliğini (elbette silahlı kuvvetler içinde kendisiyle birlikte davranmaya yatkın unsurlarla mümkün olduğunca birlikte davranmaya gayret ederek) tek başına yapacaktı.

5 Nisan 1978'de MHP'nin Ankara'da düzenlediği "Büyük Yürüyüş" bu strateji içinde özel bir yere sahipti. Faşistlerin tüm çabalarına rağmen yeterince başarılı olmadı. Aynı günlerde Malatya'da başka bir senaryo devreye sokuldu. Daha sonra faşistler tarafından kışkırtma amacıyla gönderildiği saptanan bir bombalı paket 17 Nisan günü Malatya'nın sağcı belediye başkanı (yerel seçimlerde sağcı partilerin ittifakıyla seçilmişti) Hamit Fendoğlu ile birlikte gelininin ve iki torununun da ölümüne yol açtı. Olayın hemen ardından çevre illerden Malatya'ya taşınan faşistlerin de katılımıyla sayısı 20 bini aşan büyük bir kitle faşist sloganlar eşliğinde solcu ve Alevilere ait ev ve işyerlerine saldırdı. Saldırılar çok geçmeden Alevilerin yoğun olarak yaşadığı mahallelere doğru yöneldi. Mahallelerdeki halkın birleşik direnişini aşamayan faşistler geri çekilmek zorunda kaldılar. 18-20 Nisan günlerinde devam eden çatışmalar sonucunda aralarında faşistlerin de bulunduğu 8 kişi öldü, 100 kişi yaralandı. 100 işyeri ve konut tamamen tahrip oldu, 960 tanesi ise zarar gördü. Malatya'daki saldırılar bölgedeki gerilimi olabildiğince arttırdı. Ancak devrimci güçlerin saldırılara birleşerek yanıt vermesi olası bir toplu katliamı önledi.

Faşistlerin Malatya'dan sonraki ikinci büyük hedefi Sivas'tı. Benzer bir senaryoyu orada da uygulamaya çalıştılar. Ramazan bayramı arifesinde (3 Eylül 1978) Alevilerin yoğun olarak bulunduğu Alibaba Mahallesi'nde çıkan bir çocuk kavgasını önlemeye çalışan yaşlı bir Alevinin çevresinin yirmiye yakın faşist tarafından sarılmasıyla başlayan olaya karışan iki kadın oracıkta faşistler tarafından öldürüldü. Ardından Alibaba Mahallesi'nde Alevi ve solculara ait evler elinde benzin bidonları bulunan faşistler tarafından yakılmaya başlandı. Şehrin diğer taraflarındaki Sünnileri Alevilere karşı kışkırtmak için "Alibaba Camisi bombalandı, ölenler var" söylentisini yaydılar. Böylece çarşı esnafı ve kahvehanelerde bulunan halk faşistlerce harekete geçirildi. Belediye başkanının CHP'li olması ve çalışanlarının çoğunluğunun "solcu-komünist-Alevi" olarak sunulması nedeniyle belediye binası taşlandı. Pek çok işyeri yakıldı. Faşistlerin mahallelere yönelik saldırısı kitle direnişiyle yanıtlandı. Aralarında faşistlerin de bulunduğu 5 kişi öldü, 50 civarında kişi yaralandı.

Katliamın öncesinde Maraş'taki siyasi durum

Türkiye genelindeki siyasi mücadele atmosferini Maraş'ta da gözlemlemek mümkündü. 1970'li yıllar boyunca özellikle Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde köylülerin toprak mücadelesinin yükselmesiyle güç kazanan devrimci-sosyalist hareket, 1978 yılı itibariyle kent merkezinde de ciddi bir örgütlülüğe kavuşmuş, geçmişte sağın mutlak hakimiyetinin belirlediği statüko kırılmaya başlamıştı. Solun gücünün önemli bölümü Alevi Kürtlerden gelse de, Sünni Türk kesimler de mücadeleye artan oranda dahil oluyorlardı. Pişkinler İplik Fabrikası'nda çalışan Sünni Türk işçilerin ülkücü Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu'ndan (MİSK) koparak DİSK'te örgütlenmeleri ve hemen ardından patronun işçilerin tamamını işten çıkarmasına karşı patlayan direniş kentteki politik atmosferi önemli ölçüde değiştirmişti.

Altlarındaki zeminin gün geçtikçe kaydığını anlayan faşistler Maraş'ta da aynı senaryoyu sahneye koymaya başladılar. 3 Nisan 1978'de Alevi dedesi Sabri Özkan faşistler tarafından öldürüldü. Cenazesi 5000 kişilik kitle tarafından anti-faşist bir eyleme dönüştürüldü. Din eksenli provokasyon faşistler tarafından devam ettirildi. MHP yanlısı Ortadoğu gazetesinde 9 Temmuz 1978 tarihinde yayımlanan şu yalan "haber" provokasyonun boyutlarını ortaya koymaktadır: "Kahramanmaraş Beyazıt Camii'ni solcular benzin dökerek yaktı. Hadise ile ilgili olarak hadiseyi kınayan bildiri dağıtan gençler, Cuma namazından sonra emniyet yetkililerince yakalanmış ve gözaltına alınmıştır. Bunu gören halk din düşmanı solcular yerine olayı kınayan milliyetçi gençleri yakalayan emniyet mensuplarını kınamıştır."

Faşistlerin solun önünü kesmeye yönelik artan faaliyetleri Aralık ayında doruk noktasına ulaştı. 19 Aralık gecesi, tüm Türkiye'de Ülkücü Gençlik Derneği tarafından gösterilen "Güneş Ne Zaman Doğacak?" adlı filmin gösterimi sırasında Çiçek Sineması'na düşük tesirli bir bomba atıldı. Sinemaya Türkoğlu ilçesinden gelen bir grup faşist "Kanımız aksa da zafer İslamın" ve "Müslüman Türkiye" sloganlarıyla CHP il binasına saldırdılar. 20 Aralık akşamı solcuların gittiği Yeni Mahalle'deki Akın Kıraathanesi bombalandı.

Katliam günleri (22-25 Aralık 1978)

21 Aralık günü Kahramanmaraş Endüstri Meslek Lisesi'nde çalışan TÖB-DER üyesi iki solcu öğretmen (Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu) faşistlerce katledildi. Ertesi gün cumaydı ve faşistler özellikle Cuma namazı esnasında oldukça kalabalık olmak için hazırlıklara giriştiler. Endüstri Meslek Lisesi'ndeki bir dakikalık saygı duruşunun ardından cenazeleri defnetmek için yürüyüşe geçen 5000 kişilik kitle anti-faşist sloganlar atarak kent merkezindeki Ulu Cami'ye yaklaştı. Tam bu esnada Cuma namazı çıkışında caminin önünde biriken ve öğretmenlerin cenazesini camiye sokmamakta kararlı olan sağcı grubun içinden biri şöyle bağırıyordu: "Komünistler geliyor! Komünistler Ulu Cami'yi yakıyor! Ordu bizimle beraber! Neden duruyorsunuz, sizde din iman yok mu? Din elden gidiyor! Yürüyün, komünistleri öldürelim!" Ardından "Komünistler Moskova'ya!", "Katil iktidar, katil Ecevit!", "Komünistlerin cenaze namazı kılınmaz!" diye bağıran 10 bin kişilik faşist topluluk saldırıya geçti. Ardından kitlenin üzerine apartmanlardan sandalyeler, briketler, kaleden taşlar, silahlar, camiden takunyalara varıncaya kadar her şey atıldı. Cenazeler yerde bırakılmak zorunda kalındı. Kitle ancak Pol-Der'li polislerin olağanüstü gayretlerinin sonucunda Yörük Selim Mahallesi'ne geri dönebildi. Çatışmalar sonucunda faşist güruhun içinde yer alanlardan üç kişi öldürüldü.

Ancak her şey daha yeni başlıyordu. 22 Aralık gecesi faşist ajitatörler Sünnilerin yoğunlukta olduğu mahallelerde "ertesi gün Alevilerin silahlı saldırı yapacağı" propagandasına başladılar. 23 Aralık'ta MHP ve ÜGD adına belediye hoparlöründen yapılan anonslarda halk üç "şehit"in cenazesine katılmaya çağırıldı. Cenaze törenlerinin hemen ardından Yörük Selim Mahallesi'ne doğru saldırıya geçen sayısı 15 bini aşan kitle mahalledeki kitle direnişini kıramadı. Faşistler çok sayıda kayıp verdiler. Sonraki üç gün boyunca Yörük Selim Mahallesi'ne girmeye çalışan faşistler hiçbirinde bunu başaramadılar. Esas trajedi de bu başarısızlıklarının yarattığı hıncın sonucunda yaşandı. Devrimci güçlerin Yörük Selim Mahallesi'ne çekilme çağrısına uymayan, evlerinden ayrılmak istemeyen, çoğunluğu CHP taraftarı olan pek çok kişi faşistlerce katledildi. 22-25 Aralık günleri arasında sayısı bugün de belli olmayan (resmi rakamlara göre ölü sayısı 111'di; ancak gerçek rakamın bunun en az iki katı olduğuna inanılmaktadır) pek çok insan faşistler tarafından işkence edilerek, yakılarak katledildi. Bin civarında insan yaralandı. Çok sayıda kadına tecavüz edildi. Atılan sloganlar katliamın faillerini açıkça ortaya koyuyordu: "Allahını seven, peygamberini seven yürüsün", "Komünist Alevileri öldürün!", "Alevileri yaşatmayın, bunları öldüren cennetlik olur!", "Kahrolsun komünistler!", "Müslüman Türkiye", "Alevilere ölüm!", "Komünistler Moskova'ya!", "Yaşasın Türkeş."

Asker ve polislerin faşistleri engellemek için hiçbir ciddi müdahalede bulunmaması devletin katliama göz yumduğunu açıkça gösteriyordu. Bundan cesaret alan faşistler, son derece sınırlı bazı müdahale girişimlerine bile büyük bir öfkeyle tepki gösterdiler. 23 Aralık günü Jandarma Alay Komutanlığı "Komünist asker!" sloganını atan faşistlerin saldırısına uğradı. Saldırıları önlemeye çalışan az sayıdaki polis "Komünist polis!" sloganıyla protesto edildi. 24 Aralık günü ilan edilen sokağa çıkma yasağına uyan tek grup faşistleri önlemek yerine karakol ve kışlalarda oturmayı tercih eden devlet güçleriydi! Ancak katliam tamamlandıktan sonra, katledilenlerin cesetlerini toplamak için geldiler. 

Sıkıyönetimden 12 Eylül'e

25 Aralık gecesine kadar süren saldırıların ardından 26 Aralık günü Maraş'ın da içinde olduğu 13 ilde sıkıyönetim ilan edildi. Sıkıyönetim ilanının ardından umutlanan MHP'nin iktidar bloğu içinde yer alma çabaları sonuç vermedi. Ordu MHP'yi eşit bir ortak olarak görmedi. Faşistlerle ortaklaşmak yerine düzenin merkez siyasal güçleri olan Adalet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi'ni daha baskıcı önlemler almaları için sıkıştırdı. Bunun üzerine umudunu hızla yitiren faşist hareket, MHP genel başkan yardımcısı Gün Sazak'ın 27 Mayıs 1980 günü Ankara'da öldürülmesi üzerine ülke çapında silahlı saldırı kampanyasına girişti. Son büyük saldırısını Temmuz 1980'de Çorum'da gerçekleştiren faşist hareket, devrimci-sosyalist güçlerin kentteki direnişi nedeniyle başarıya ulaşamadı. 12 Eylül 1980'de gerçekleşen askeri darbenin ardından da iktidar bloğu içinde yer alamadı.

Maraş Katliamı'ndan çıkarılması gereken dersler

Faşistlerin başını çektiği güruhların Kürtlere karşı gerçekleştirdiği saldırıların sayı ve kitlesellik bakımından büyüdüğü son dönemde Maraş Katliamı'nın somut derslerini bir kez daha hatırlamak gerekiyor. Çıkarılması gereken ilk ders faşistlerin mahalleleri hedef aldığı somut durumlarda zaman kaybetmeksizin bulunulan alandaki tüm anti-faşist ve devrimci güçlerle tam bir işbirliği içinde direnişi örgütlemenin önceliğidir. Maraş örneği, saldırılara hedef olabilecek herkesin birarada durarak direnmesinin koşulları yaratılmadan saldırıların püskürtülemeyeceğini kanıtlıyor. Katledilenlerin çoğunluğunu devrimcilerin Yörük Selim Mahallesi'ne çekilme çağrısına uymayanların oluşturması, buna karşın bu çağrıya uyanların kayıplarının çok az olması bunu kanıtlıyor. Bu yerel boyutun ötesinde, faşist harekete karşı ülke çapında bir Birleşik İşçi Cephesi'nin kurulması faşizme karşı mücadeleyi saldırılar başlamadan önce gündeme getirip kitlelerin hazırlık düzeyini arttıracağından her somut anda doğru hareket etmenin en emin yoludur.

Son olarak, Birleşik İşçi Cephesi'nin yerine getirmesi gereken somut faaliyetlerden birisinin faşizmin siyasi niteliğinin teşhiri olduğunun altını çizmek gerekiyor. Maraş Katliamı'nın hemen sonrasında sendikaların ve devrimci grupların (tüm eksik ve kusurlu yönlerine rağmen) katliamın faşist niteliğini teşhir etmek için büyük çaba harcadıklarını hatırlamalıyız. Faşistlerin olayın sorumluluğunu üstlerinden atmak için harcadıkları onca çabaya rağmen, anti-faşist güçlerin ısrarlı teşhir faaliyeti sayesinde geniş kitleler katliamın sorumlusunun MHP'li faşistler olduğunu açıkça görebilmişti. DİSK'in, TÖB-DER'in, diğer demokratik kitle örgütlerinin, sol ve devrimci grupların katliamın birinci yıldönümünde ülke çapında gerçekleştirdikleri genel direniş eylemi bu teşhir faaliyetinin en önemli parçasıydı. O dönemde bir birleşik işçi cephesi kurulabilmiş olsaydı, bu eylemlerin etkisi çok daha fazla olurdu.

Bu teşhir faaliyetinin 12 Eylül darbesiyle birlikte sona ermesiyle birlikte Maraş Katliamı ile ilgili olarak açılan davanın seyri de tamamen değişti. MHP'nin sorumluluğunun ortaya çıkmasından rahatsız olan askeri rejimin mahkemeleri, bütün sorumluluğu Maraş'taki devrimci grupların üzerine yıkarak dava dosyasını kapattılar. Yüzlerce faşist sanık çok geçmeden salıverilirken, Maraş'taki anti-faşist direnişe katılanlar ağır işkencelere uğradı ve zindanlara atıldı. Faşistlerin sorumluluğunu irdeleyenlerin susturulmasının da etkisiyle, katliamın büyük ölçüde unutturulması sağlandı. Bu nedenle, bugün faşizme karşı mücadelenin temel görevlerinden birisi (12 Eylül öncesi ve sonrası döneme ait, üzeri örtülen diğer tüm katliamlarla birlikte) Maraş Katliamı dosyasının yeniden açılması için mücadele etmek olmalıdır. MHP'nin ve devletin katliamdaki tüm sorumluluğu çok sayıda belgeyle ve canlı tanıklıklarla ortaya serilmişken, sorumluların cezasız kalması faşistleri yeni cinayet ve katliamlar için cesaretlendirmektedir. Dolayısıyla, Maraş Katliamı dosyasının yeniden açılmasını sağlayacak bir bağımsız soruşturma komisyonunun kurulması talebini yükseltmek faşizme karşı birleşik işçi cephesini kurmak için mücadele eden devrimci Marksistlerin görevidir.