Lev Trotskiy'in Ölümünün 68.Yılı (18-08-2008)
1903 RSDİP Kongresi
1903 yılında Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi 2.Kongresi toplanıyordu. Bu Kongre “ekonomistler” ile İskra taraftarları arasında bir mücadele olarak geçti. İskra grubu bu tartışmayı kazandı ancak partide bir bölünme yaşandı. Parti, "Bolshinstvo" (Bolşevikler-çoğunluk partisi) ve "Menshinstvo" (Menşevikler-azınlık partisi) hiziplerine bölündü. 1917’ye kadar RSDİP ismi iki hizip tarafindan da kullanıldı.
Lenin’in lideri olduğu çoğunluk (Bolşevikler) merkezi ve disiplinli bir profesyonel devrimci örgütü kurmak isterken, Martov’un lideri olduğu azınlık (Menşevikler) daha yatay ve gevşek bir parti yanlısıydı. Sonradan bu konuda “hayatımın en büyük hatası” diyen Trotskiy, Menşeviklerden yana tutum aldı.
Trotskiy, 1917’e kadar RSDİP içerisinde bu iki karşıt fraksiyonu “uzlaştırma” politikası güttü. Trotskiy özeleştirisinde, parti içindeki bölünmeyi “uzlaştırma” politikasının, kendisini zaman içerisinde nasıl haksız çıkardığını, Bolşevikler ile Menşevikler arasındaki kutuplaşmanın basit bir politik ayrışma olmadığını, temelde devrimci güçler ile reformist güçler arasındaki bir saflaşma olduğunu şu sözlerle dile getirdi. “Bolşevizm, proletaryanın devrimci öncüsüne dayanıyor, ona, ardından yoksul köylüleri sürüklemeyi öğretiyordu. Menşevizm ise işçi aristokrasisinin ince tabakasına dayanıyor, yüzünü liberal burjuvaziye dönüyordu. Kitleler yeniden açık mücadeleye girdiği anda artık bu iki fraksiyon arasındaki ‘uzlaşma’ söz konusu olamazdı. Uzlaştırmacılar, yeni pozisyonlar edinmek durumundaydılar. Devrimciler Bolşeviklerle, oportünistler Menşeviklerle.” (Trotskiy, Stalin) Trotskiy tarih tarafından yanlışlanan “uzlaştırmacılığı”nı yine kendi mahkûm etmekte hiç mi hiç tereddüt etmedi. Trotskiy her şeyden önce, kendi yanlışlarından doğru sonuçları çıkarmayı becerebilen nadir devrimcilerden biriydi.
Trotskiy çok sonraları Lenin’le örgüt sorunu konusunda düştüğü anlaşmazlıktan biyografisinde şu sözlerle bahsedecektir:
“Ben de kendimi merkezcilikten yana sanıyordum. Ama o dönemde milyonlarca insandan kurulu eski bir topluma karşı yürütülecek bir kavgada ne kadar sıkı ve sözünü geçirir güçte bir merkezciliğin gerekli olduğunu iyice anlayabilmiş değildim. Benim ilk gençliğim, Odesa’da öbür yerlerden beş yıl daha uzun sürmüş olan gerici karanlığın içinde geçmişti. Lenin’in gençliği ise, “Halkın Özgürlüğü” dönemine kadar çıkmaktaydı. Benden birkaç yıl sonra doğmuş olanlar, politikada yeni bir belini doğrultmanın ortaya çıktığı bir zamanda yetişmişlerdir. 1903 Londra Kongresi zamanında benim gözümde devrim, henüz teorik bir soyutlamadan başka bir şey değildi. Leninci merkezcilik benim için henüz açık seçik ve tek başına ele alınabilecek devrimci bir kavram haline gelmiş değildi. Oysa bu soruyu tek başıma çözebilmek ve gerekli sonuçlara ulaşmak, bana öyle gelir ki, her zaman için ömrümün en önemli gereği olmuştur.” (Trotskiy, Hayatım)
1905 Devrimi
1905 yılında Rus-Japon savaşının da etkisiyle işçiler, ardından denizciler ve köylüler ayaklanır. Çarlık ordusunun 100’e yakın askeri birliğinde ayaklanma olur, köylüler tarafından 2 bin toprak sahibinin malikânesi yakılır, Rusya ayaktadır. Trotskiy gizlice Rusya’ya girer. Çarlığa karşı ayaklanan işçiler sovyetler içerisinde örgütlenmeye başlar. Sovyetler ilk başta, işçilerin fabrikalarda başlattığı grevleri örgütlemek için kurulmuş ama hızla grevleri genel bir greve, genel grevi çarlığa karşı genel siyasi ayaklanmaya dönüştüren mücadele aracı olur. Trotskiy Petrograd şehir sovyetinin başına geçerek tüm kilit faaliyetlerin önünde yer almaya başlar. Bütün grevlerde, bütün gösterilerde, bütün bildirilerde ve alınan tüm kararlarda onun etkisi vardır. Ancak Çarlık ordusunda gerçek bir bölünme yaşanmamıştı. Çar’a bağlı birlikler Petrograd’ı kuşattı ve Trotskiy de dâhil tüm liderleri tutukladı. Moskova’da ayaklanan Bolşevikler de kısa sürede Çar’a bağlı birliklerce bastırıldı. 1905 devrimi bir yıl içinde yenildi. Trotskiy 1907'de Doğu Sibirya’ya sürüldü.
Sürekli Devrim
Sürekli devrim teorisi Trotskiy’in Marksizm’e yaptığı en büyük katkılardan biridir. Trotskiy bu teoriyi 1905 devriminin deneylerinden oluşturmuştu. O dönemde hâkim olan anlayışa göre; geri kalmış ülkelerde devrimin karakteri burjuva demokratiktir. Bu yüzden işçi sınıfı burjuva demokratik görevleri tamamlayabilmek için mücadele etmeliydi. Lenin bu mücadelenin işçi sınıfı tarafından verilmesi gerektiğini savunmakla birlikte ufku demokratik devrimin ötesine geçmiyordu. Menşevikler ise bambaşka bir yaklaşım içindeydi: madem devrim burjuva demokratikti, işçi sınıfı partilerinin liberal burjuvazi ile ittifak yapmalıydı. Trotskiy Menşevik tezin tersine; işçi sınıfın nispeten küçük olduğu ülkelerde de, burjuva demokratik görevlerin ancak işçi sınıfının iktidarı almasıyla yerine getirileceğini söyler. İktidarı alan işçi sınıfı, bir yandan feodalizmi tamamen çözerken, öte yandan kapitalist mülkiyet ilişkilerine müdahale edecektir. Sürekli devrim teorisine göre dünya üzerindeki her ülke farklı gelişmişlik düzeylerine sahip olsa da, hepsi aynı dünya kapitalist sistemin parçalarıdır. Her hangi bir ülkede gerçekleşecek devrimin kaderi dünya devrimine bağlıdır.
Trotskiy’e göre işçi sınıfı sadece Çarlık zorbalığına karşı değil, kapitalistlere karşı da devrimi sürekli kılmalıydı. İşçi sınıfı bir kez devrime başladığında, bu mücadelenin kapitalizmi dünya ölçeğinde topyekûn devirmeden durması mümkün değildi. Trotskiy’in sürekli devrim hakkındaki yazılarında sıkça vurguladığı gibi; bir ülkede işçi sınıfının devrimci mücadeleyi nihai zafere ulaştırmasının tek yolu, devrimin bir dünya devrimine dönüşmesi, tüm ülkelerin işçi sınıflarınca desteklenmesi ve ayaklanmanın dünya çapında örgütlenmesidir. “Sosyalist devrim ulusal sınırlar içinde tamamlanamaz. Burjuva toplumunun bunalımının esaslı nedenlerinden biri de, bu toplumun yarattığı üretici güçlerin ulusal devletin çerçevesi dışına çıkma eğiliminde oluşundan ileri gelmektedir… sosyalist devrim ulusal arenada başlar, uluslararası arenada gelişir, dünya arenasında tamamlanır. Böylece sosyalist devrim, kelimenin daha yeni ve daha geniş anlamında da sürekli bir devrim haline gelir: sosyalist devrim, ancak yeni toplumun gezegenimizin tüm yüzeyinde en son zafere ulaşmasıyla tamamlanacaktır.” (L.Trotskiy, Sürekli Devrim)
1917 Sovyet Devrimi
Rusya’da Şubat devrimi başladığında Avrupa’dan kovulup New York’a giden Trotskiy, bir gemi ile Rusya’ya dönerken İngilizler tarafından tutuklanıp Alman esirlerin bulunduğu bir kampa yollandı. Trotskiy burda da boş durmadı, bir çok Alman askerini sosyalizme kazandı. Trotskiy bu olayı Hayatım kitabında detaylarıyla anlatır.
Trotskiy Petersburg Sovyeti’nin müdahalesiyle serbest kaldı ve Rusya’ya döndü. Hemen katıldığı sovyet toplantılarında, Geçici Hükümet’e katılanları sert bir dille eleştirdi, bütün iktidarın sovyetlere verilmesi talebini savundu. Stalin ve Kamenev Geçici Hükümete katılınması taraftarıydı, Nisan Tezleri’nde aynı talepleri savunan Lenin’i “Trotskiyst” olmakla suçladılar. Kısa bir süre sonra Trotskiy 4 bin kişilik grubuyla (Mejrayontsi) Bolşeviklere katıldı.
Kızılordunun Başkomutanı
Devrim sonrasında Trotskiy, yeni Sovyet hükümeti adına barış görüşmelerini yürüttü. Trotskiy bir süre sonra çok daha önemli bir görev üstlenecekti: başlayan iç savaşa yönelik olarak Kızılordu’yu kurmak ve karşı devrime karşı savaşmak. Trotskiy bu görevi başarı ile yerine getirdi. Trotskiy “Bir ordu yaratabilecek miyiz, yaratamayacak mıyız?” diye soruyordu, Ekim devrimin yazgısı bu soruya bağlıydı. “Askeri eğitim almış olanlar siperlerdeki savaştan bıkmışlardı; Devrim, onlar için savaştan kurtulmak anlamına geliyordu. Ayrıca, yeni bir savaş için onları yeniden harekete geçirmek kolay bir şey değildi. Gençleri harekete geçirmek daha kolaydı, ama onlar savaş hakkında hiçbir şey bilmiyorlardı, onları bu konuda yetiştirmek gerekiyordu; ama düşman buna yetecek zamanı vermiyordu bize. Şu ya da bu şekilde partimize bağlı olan kesinlikle güvenilir olan kendi subaylarımızın çoğu yetersizdi. Ordunun içinde son derecede önemli bir politik rol oynuyorlardı; ne yazık ki askeri anlayışları gelişmemişti ve bilgilerinin yetersizliği ortaya çıktığında sıkça siyasi ve devrimci otoritelerine başvuruyorlar, böylece asıl ordu kurma görevini içinden çıkılmaz hale getiriyorlardı. Partinin kendisi de parlak Ekim devriminden sonra, daima iç savaşla karşı karşıya bulunduğumuz düşüncesine alışmakta zorlanıyordu. Bütün bu nedenler yüzünden, yeni bir ordunun oluşturulmasının yolu sayısız zorluklarla kapatılıyordu. Bazen tartışmalar, harcadığımız bütün enerjiyi silip süpürüyor gibiydi. Bir ordu yaratabilecek miyiz, yaratamayacak mıyız? Devrimin yazgısı bu soruna dayanıyordu.” (Trotskiy, Stalin) Kızıl Ordu’nun temel unsurları olan öncü işçilerin büyük bölümü iç savaş sırasında imha oldu. Kalanlar sınıf mücadelesi ve örgütlenme deneyimi olmayan köylülerdi. 5 milyon asker terhis edildikten sonra, hem Kızıl Ordu’da hem de tüm Sovyet toplumunda kaçınılmaz bir bürokratlaşma başladı. Bürokrasi politik bir karşı-devrimle işçi sınıfının iktidarını gasp etti, yerine kendi bürokratik diktatörlüğünü geçirdi.
Bürokrasiye karşı mücadele
İç savaş dönemi boyunca sovyetlerin etkisi giderek azalırken, parti merkez komitesinin, Sovyet yürütmesinin ve diğer merkezi yapıların etkisi arttı. İç savaşın yarattığı ekonomik çöküş, zaten zayıf olan işçi sınıfının imha oluşunun da etkisiyle birleşince, bürokrasi daha da güçlendi. Lenin 1923’te hastalanıp siyasi hayatın dışına düşmeden önce, Trotskiy’e, bürokrasiye ve büyük Rus şovenizmine karşı mücadele etmesini salık veriyordu. Bürokrasiye karşı sık sık uyarılarda bulundu. 1927’de Trotskiy partiden ihraç edilene kadar, iktidar bürokrasinin eline geçmiş ve yığınlar mücadele araçlarını yitirmişti. Düzelir diye beklenen parti, bürokrasinin iktidar aracı haline gelmiş, devrimin partisi olmaktan uzaklaşmıştı. “Eski Bolşevik partisi artık sınıfın öncüsü değil, bürokrasinin siyasi örgütüdür.” diyordu Trotskiy. Ekim devrimi ihanete uğramıştır, işçi iktidarı bürokrasiye yem edilmiştir.
Sürgün
Ocak 1928’de Trotskiy önce Kazakistan’ın Almatı şehrine, ardından İstanbul Büyükada’ya sürüldü. 1929-33 yılları arasında İstanbul Büyükada’da sürgün hayatı yaşadı. Sürekli Devrim, Çarpıtılan Devrim, Rus Devriminin Tarihi, Çin Üzerine, Hayatım vb. eserleri Büyükada’da yazdı. Trotskiy 20 Ağustos 1940’ta Meksika’da Stalin’in bir ajanı tarafından, korkakça ve haince, arkasından gizlice yaklaşılarak, kafasına bir buz baltası vurulması suretiyle öldürülene dek, çeşitli Avrupa ülkelerinde sürgün hayatı yaşadı. Trotskiy tüm bu zor koşullara rağmen hem Stalinizme karşı işçi sınıfını savunmaktan, hem de o yıllarda yükselmekte olan faşizme karşı mücadele etmekten bir an bile geri durmadı.
Faşizme Karşı Birleşik İşçi Cephesi
Naziler Almanya’da, 1928’de 800 bin, 1930’da 6.5 milyon, 1932 Martı’nda 11.3 milyon, Nisan’da 13.4 milyon (%36.8) oy aldılar. Rakamlar faşizmin ne müthiş bir hızla iktidara yürüdüğünün göstergesiydi. Oysa Stalin’in “3. Dönem” diye anılan teorisine göre kapitalizmin sonu gelmişti. Hitler’in seçim zaferi yenilgisinin başlangıcıydı, asıl düşman sosyal-faşist olan sosyal demokrasiydi ve onlarla hiçbir şekilde işbirliği yapılamazdı. Stalin’in tüm bu zırvalarının faturası, Alman işçi sınıfı için çok ağır olacaktı. Trotskiy bu dönemde ısrarla, Komünistler ile Sosyal Demokratların faşizme karşı birleşik cephesini savunuyordu. Alman Komünist Partisi (KPD) bunu Trotskiy’in “faşist propagandası” olarak lanetledi. Hatta KPD Prusya referandumunda Nazilerle birlikte davranarak sosyal demokratların iktidardan indirilmesine yol açtı. Sonunda KPD genel grev çağrısı yaptığında kimse katılmadı. O dönemde, sosyal demokrat sendikalarda 5.5 milyon, KPD’ye bağlı sendikalarda 150 bin işçi vardı. Hitler’in iktidarı ile birlikte, ilk kurbanlar, bu yanlış politikanın uygulayıcıları olan komünistler oldu. Ardından sıra sosyal demokratlara, sendikacılara geldi. Dünya işçi sınıfı büyük bir yenilgi yaşamış ve yeni bir emperyalist savaşa sürüklenmişti. Alman devrimi, sosyalist dünya devriminin kalbiydi. Stalinist bürokrasi, Alman devrimini tek kurşun atmaksızın faşizme teslim etti. Trotskiy’in Marksizm’e yaptığı en önemli katkılardan biri, faşizmin dakik bir tahlilidir. Trotskiy, faşizmin olağanüstü bir rejim olduğunu, işçi sınıfının sendikal haklarını, basın ve ifade özgürlüğünü ezmeyi, işçi örgütlerini dağıtmayı hedefleyen, toplumun küçük burjuva ve orta sınıfları üzerinde yükselen bir kitle hareketi olduğunu ortaya koydu. Trotskiy, faşizmin Almanya’daki egemenliğinin sorumlusu olan Stalinizmi ve onun denetimindeki Alman Komünist Partisi’nin hatalı politikalarını teşhir etmekten kaçınmadı.
Dördüncü Enternasyonal
Trotskiy, “Komünist Enternasyonal”adını taşımakla birlikte Stalinist bürokrasinin uluslararası diplomasi örgütüne dönüşen ve özellikle Avrupa ülkelerindeki işçi sınıfını o ülkelerin burjuvazileri ile uzlaşmaya zorlayan Üçüncü Enternasyonal yerine yeni bir enternasyonal kurulması için mücadele etti. Bu mücadele sonucunda, Marx, Engels, Lenin’den devralınan "uluslararası sosyalist devrimin dünya partisini örgütleme görevini" yerine getirmek üzere 1938’de Trotskiy’in önderliğinde Dördüncü Enternasyonal kuruldu. Trotskiy hayatının hiçbir döneminde işçi sınıfının yanında yer almaktan vazgeçmedi, Marksizm ve Leninizm in yılmaz bir savunucusu oldu. Stalin önderliğindeki bürokrasi, onu her zaman kendisi için bir tehlike olarak görmüştü. Trotskiy bürokrasi için gerçek bir tehlikeydi. Çünkü bürokrasiye karşı her koşulda işçi iktidarını savunmuştu. Onu sadece bürokrasi değil, sürgünde bulunduğu emperyalist ülkelerin egemen sınıfları da tehlike olarak görmüş, oradan oraya sürmüştü. Trotskiy karanlığın içinde parlayan kızıl bir yıldızdır! Devrimci Marksistler onun mücadele bayrağını gururla taşımaya dün olduğu gibi bugünde devam ediyorlar!