Kriz Türkiye'de dengeleri sarsmaya başladı! (Sungur Savran - 30-03-2009)

Oysa seçim öncesinde bazılarının beklentisi çok farklıydı. Görünüşe aldananlar, Erdoğan'ın özgüven dolu nutuklarını dinleyenler, tersine AKP'nin oylarını % 50'nin dahi üstüne çıkarabileceğini düşünüyorlardı.  Oysa toplumsal ve siyasal dinamiklerin analizi bir süredir gerileme yönünü gösteriyor. Seçim bunu doğrulamıştır. İl genel meclislerindeki oy oranları partilerin gücünün göstergesi kabul edilirse, AKP 2007'ye göre 7,5 puan gerileyerek % 39'da kalıyor. Bir yandan Kürt illerinde bir yandan  büyük kentlerde geriliyor. İstanbul'da, Ankara'da, Antalya'da oy oranı düştü. Adana ve Urfa'da eski belediye başkanlarını, sonra da seçimleri de yitirdi. Ege'den Tarkya'ya ve Karadeniz'e, bir dizi şehri rakiplerine yitirdi. Bütün bunlardan dolayı, 2009 seçimleri AKP için gerileme döneminin başlangıcı olarak görülebilir. Davos'un yarattığı prestije, Ergenekon davasının kazandırdığı psikolojik üstünlüğe, meclisteki muhalefetin sefaletine rağmen AKP'nin gerilemesinin nedenlerinin iyi anlaşılması gerekiyor. Bunun ardında iki temel dinamik var: Kürt sorunu ve kriz.

Birincisi, 2002-2007 arasında Kürt savaşı son derecede düşük bir seyir gösterdi. 1990'lı yıllarda istisnasız bütün hükümetleri kısa sürede güçten düşüren, Kürt savaşı olmuştu. AKP ise savaştaki bu düşük seyirden yararlanarak gücünü korudu. 5 Kasım 2007 Beyaz Saray görüşmelerinden sonra hükümetin savaşı yükseltmesi, AKP'nin de sarsılacağı anlamına geliyordu. DTP'nin bölgede AKP'yi seçim sandığında ezmesi, Kürt halkının AKP'ye cevabı oldu. Tayyip Erdoğan'ın 2007 genel seçim sonuçlarından şımarıp "Diyarbakır'ı istiyorum" dediği hâlâ kulaklarımızda. Kürt halkı Erdoğan'a "al bakalım!" demiştir. Osman Baydemir'in oyu % 58'den % 66'ya yükselirken, AKP'nin kapitalist adayının oyu, 2004'e göre 14 puanlık bir gerilemeyi temsil eden % 31'de kalıyor. Yani Diyarbakır'da DTP AKP'nin iki katı oy almıştır. Üstelik bu aynı zamanda Kudbettin Arzu'nun şahsında Diyarbakır burjuvazisinin yenilgisidir. 22 Temmuz 2007 seçimlerinden sonra Baydemir ile Erdoğan arasında söz savaşı sürerken, Diyarbakır'ın bütün patron örgütlerinin yüksek sesle kendilerini Baydemir'den ayırdıkları hatırlardadır.

Aynı tablo, daha da vurgulu biçimde Hakkâri'de görülüyor. DTP adayı oylarını % 61'den dudak uçuklatıcı bir düzey olan % 79'a çıkarırken, AKP tam 15  puan kayıpla % 16'ya düşüyor. Bu iki kentteki gerilemeye AKP'nin Van, Siirt ve Iğdır'da uğradığı bozgunu da katmak gerek. Kürt halkı AKP'nin bütün sahtekârlıklarını (TRT Şeş, Kürt enstitüleri vaadleri, "Müslüman" iş adamlarının dini bayramlarda yaptığı kitlesel bağış çıkarmaları, Dersim'deki buzdolapları, çamaşı makinaları, Erdoğan'ın "Kürt gerçeği", Gül'ün seçime birkaç gün kala "Kürdistan" kelimesini telaffuz etmesi vb. vb.) suratına çarpmış, kendi onuruna sahip çıkmıştır.

DTP'nin bu seçim zaferi içinden geçmekte olduğumuz kavşakta büyük anlam taşıyor. Seçim sonrasında düzenlenmesi düşünülen Kürt Konferansı bağlamında Türk devleti Kürt sorununun çözümünü, ABD ve Barzani ile işbirliği içinde, Kürt hareketini çözmeye bağlamıştır. Şimdi bu seçim sonuçlarıyla, Kürt halkı bütün dünyaya kendisini, mücadelesini ve örgütlerini kaale almayan hiçbir hesabın kolay yürümeyeceğini ilân etmiş oluyor. DTP bu seçimde sadece AKP'yi değil, aynı zamanda Barzani'yi ve ABD planlarını yenilgiye uğratmıştır!

Bölgedeki yenilgi AKP'nin elinden Batıcı-laik burjuvaziye dönük en büyük kozlarından birini almıştır. AKP burjuvaziye ve devlete "Kürt sorununu Kürt hareketini çözerek ben çözerim" vaadiyle vazgeçilmezliğini kanıtlamaya çalışıyordu. Şimdi bu gelişme ile birlikte, Batıcı-laik kamp AKP'nin kendisi için en önemli avantajının buharlaştığını göreceği için burjuvazinin iç savaşı bir süre sonra canlanacak, bu da AKP'yi daha da fazla zayıflatacaktır.

İkinci faktör sınıf faktörüdür. Geçmişte de ısrarla belirttiğimiz gibi, AKP'nin 2007 başarısının ardında olumlu dünya ekonomik konjonktürü sayesinde Türkiye'nin 2001 krizi gibi bir olay yaşamaması vardı. Şimdi bu faktör tersine dönüyor. İşçi sınıfı ve emekçiler krizin sarsıntısı içinde AKP'nin de kendi dertlerine merhem olmadığını öğrenmeye başladılar. Bu daha başlangıç. AKP'nin seçim yatırımı politikası dolayısıyla krizin etkisi asıl bundan sonra hissedilecek. Hükümet seçime kadar İMF'yi oyaladı, son aylarda devlet yardımlarını doruğuna çıkardı, Erdoğan meydanlarda işçi çıkarttıkları için patronlara çatarak suret-i haktan görünmeye çalıştı. Seçimden sonrasına dikkat! İMF'li ya da İMF'siz, kemer sıkma politikaları asıl şimdi geliyor. Bu, işçi sınıfı ve emekçiler nezdinde AKP'nin prestijinin çok daha fazla sarsılacağı anlamını taşıyor.

Bu bakımdan hiçbir yerdeki seçim sonuçları İstanbul kadar anlamlı değil. Burada da Kemal Kılıçdaroğlu faktörü denen şeyin hem faktörlerden sadece biri olduğunu saptamak hem de gerçek anlamını kavramak gerekir. Faktörlerden sadece biri, çünkü CHP İstanbul'un ilçelerinde de başarılı. Bayrampaşa, Esenyurt, Güngören, Kartal, Küçükçekmece, Maltepe, Sarıyer, Zeytinburnu gibi ilçelerde oyunu yüzde 10 ila yüzde 24 arasında arttırdı. Yani işçi sınıfı mahallelerinde ya da varoşlarda çözülme başladı. Bunun nedeni krizdir. Oyların CHP'ye yönelmesini olanaklı kılan ise, Kemal Kılıçdaroğlu-Gürsel Tekin ikilisinin "laiklik", "cumhuriyet", "rejim" takıntılı genel merkez politikasından uzaklaşarak ekonomik meseleler üzerinde yoğunlaşmasıdır. Öyleyse, kriz Türkiye'yi sarsmaya başladı demektir. Bu, ilk evrede en güçlü muhalefet partisine yarayacaktır elbette. Ama her şey önümüzdeki dönemde sınıf mücadelesinin ne şiddette yaşanacağına bağlıdır. Mücadele yükseldikçe CHP kitlelere dar gelecektir.

MHP ise oylarını 2007'ye göre 2 puan, 2004 seçimleriyle karşılaştırıldığında 5 puan arttırdı. Bir dizi başka kentin yanı sıra, Adana gibi önemli bir merkezin büyükşehir belediyesini ele geçirmesi ciddi bir avantaj. Daha genel olarak, Çukurova faşist hareketin önemli bir üssü haline gelme tehlikesiyle karşı karşıya. Adana'ya Osmaniye merkez ve Mersin'in bir dizi ilçesi eklenince, bütün bir faşist kuşak oluşuyor. BBP'nin Yazıcıoğlu'nun ölümü dolayısıyla bu seçimde oylarını 1,5 puan arttırmasına aldanmamak gerek. Büyük ölçüde tek adam partisi olan BBP'nin tabanı yakın gelecekte muhtemelen MHP'ye kayacaktır. Yani MHP'nin % 16'sına bir-iki puan da BBP'den ekleyebilirsiniz. Faşist harekete dikkat!

Sosyalist sol, "Biz Varız!" kampanyasının başlangıçtaki vaadine rağmen bu seçimde de iyi bir sınav vermedi. Aslında bu andan itibaren sosyalist sol için soru şudur: AKP'nin gerilemesi ulusalcı/milliyetçi düzen partilerine (CHP ve MHP) mi yarayacak, yoksa sosyalist hareket işçi sınıfında yükselecek huzursuzluğu kendi yanına çekebilecek mi? Bu açıdan bakıldığında, burjuvazinin iki kampına alternatif bir üçüncü odağın yükselebilmesi bakımından bu seçimde yaşanan çok değerli bir deneyim ihmal ediliyor. Evet, "Biz Varız" kampanyasında İstanbul, Ankara, İzmir gibi kentlerde başarı elde edilemedi. Ama Adana'da bir sosyalistin, Devrimci İşçi Partisi Girişimi üyesi Şiar Rişvanoğlu'nun solun büyükşehirdeki ortak adayı olarak Kürtlerin yanı sıra işçi sınıfına da hitap eden, sosyalizmi de gündeme getiren kampanyası sonucunda 70 bine yakın oy alarak (% 9) 2007'deki DTP kökenli bağımsız adayın 54 binlik oyunun üstüne yükselmesi, geleceğin Emek ve Özgürlük Cephesi'nin bir küçük laboratuvarı sayılabilir. Sosyalistler ve Kürt hareketi Kürt mücadelesi ile işçi sınıfının mücadelesini birleştirmeyi öğrendiğinde Türkiye yeni bir mecraya girecektir.