Kosova'nın "bağımsızlığı": "Büyük Arnavutluk" projesinin yeni adımı (İşçi Mücadelesi - 21-02-2008)
Kosova’nın “bağımsızlığı”, her şeyden önce, Balkanlarda ABD’nin projelerinden biri olan “Büyük Arnavutluk” hedefinin önemli bir merhaleyi aşmasıdır. Bu o kadar somut, o kadar gerçek bir tespittir ki, Birleşmiş Milletler’in (BM) Kosova Özel Temsilcisi Finlandiyalı Martti Ahtisaari, Kosova ve Sırbistan yönetimleri arasında iki yıl boyunca süren görüşmeler çıkmaza girince 2007 baharında hazırladığı raporda, bütünüyle emperyalizmin politikası doğrultusunda Kosova’nın “bağımsızlığı”nı tavsiye ettiğinde, bu “bağımsızlığı” “denetimli bağımsızlık” olarak nitelemek zorunda kalmıştır. Peki Ahtisaari neden Kosova için düpedüz bir bağımsızlık değil de “denetimli bağımsızlık” önermiştir? Denetimliliğin ilk koşulu Kosova’nın Arnavutluk ile bütünleşmemesidir! Bu koşulun konulması bile esas hedefin bugünkü Arnavutluk ile Kosova’nın birleşmesi yoluyla bir “Büyük Arnavutluk” yaratmanın Kosova Arnavutlarının (ve ABD’nin) esas düşü olduğunu tartışmasız biçimde ortaya koyuyor. Demek ki, Kosova’nın “bağımsızlığı”, birincisi, bu nedenle sahtedir.
“Denetimli bağımsızlığı” gerçekleştirecek olan kimdir? Bu sorunun cevabı bize Kosova’nın “bağımsızlığının” ikinci boyutunu veriyor. Bilindiği gibi Kosova 1999’da NATO’nun 74 günlük bir hava savaşı sonucunda UNMİK (BM Kosova Misyonu) adlı oluşumun sivil yönetimine ve KFOR (Kosova Barış Gücü) adını taşıyan NATO kuvvetlerinin askeri yönetimine verilmişti. BM’nin Kosova Savaşı’nın bitiminde aldığı karara göre Kosova Sırbistan’ın bir parçası olarak kalacaktı, ama aynı zamanda bir “BM protektorası” haline getirilecekti. Bu, kendi içinde hiçbir tutarlılığı olmayan bir hukuki formüldü, çünkü “protektora” (yani himaye altına alınmış topraklar) bir sömürge kategorisidir. Bağımsız bir devletin (Sırbistan) parçası olan toprakların başkasının sömürgesi olması mümkün değildir. Bugün Kosova’ya bahşedilen “bağımsızlık” ile işte bu çelişki giderilmektedir. Kosova, artık düpedüz çok-taraflı bir sömürge haline getirilmektedir. Bağımsızlığı ilân eden, Ocak ayında seçilerek Kosova’nın başbakanı olan UÇK (Kosova Kurtuluş Ordusu) lideri Haşim Taçi değildir. BM adına hazırladığı raporda bağımsızlığı ortaya atan Ahtisaari’dir. Taçi’yi ve Kosova hükümetini kahraman yerine koymanın hiçbir anlamı yoktur. Emperyalizm “denetimli bağımsızlığı” UÇK’ya altın tepsi içinde sunmuştur. Bugün Kosova 17 bin NATO askerinin denetimindedir. Yönetim AB’ye devredilmektedir. AB Kosova’ya 1800 kişilik bir polis gücü de yollayacaktır. Başkalarının silahıyla bağımsızlık, sahte bağımsızlıktır!
Bu sahte bağımsızlığın esas tarihsel anlamı şudur: ABD ve AB, 1999 Kosova Savaşı ile bir ülkenin bir parçasını zorla alıp gitmişlerdir! (AB hayranlarına hatırlatmak gerekiyor ki, Kosova Savaşı’nda, örneğin 2003 Irak Savaşı’ndan farklı olarak, büyük AB ülkeleri ABD’nin yanında, hatta savaş çabasının başında idiler.) Kosova Savaşı güya Miloşeviç’in Kosova Arnavutlarına karşı uyguladığı mezalim ve etnik arındırmayı durdurmak için yapılmıştı. Ama dokuz yıl içinde ortaya çıkan gelişme, esas amacın Yugoslavya’nın parçalanmasını sonucuna ulaştırmak olduğunu gösteriyor. Kosova’nın “bağımsızlığı” operasyonu, Yugoslavya’yı 1991-1999 arasında zora dayalı biçimde paramparça eden emperyalist politikanın gecikmiş bir devamıdır.
Bu emperyalist politikanın amaçlarını iyi kavramak gerekiyor. Birincisi, Balkanlar, 1989-92 arasında Sovyetler Birliği’nin ve Avrupa kıtasındaki bürokratik işçi devletlerinin çöküşü sonrasında dünya politikasında muazzam önemli bir alan olarak ortaya çıkan Avrasya’nın Batı ucudur. Burada emperyalist projelere engel olacak kapasiteye sahip bir devletin ayakta kalmaması gerekiyordu. Yugoslavya’nın parçalanması, kapitalist restorasyonun bütün bu bölgede aldığı en şiddetli biçim oldu. İkincisi, AB açısından Avrupa kıtasının ilhakı sürecinde Yugoslavya’nın minik birimlere ayrıştırılması ve sonra Balkanların kendine özgü kimliğinin imha edilerek yerine “Güneydoğu Avrupa” kavramının yerleştirilmesi yoluyla bütün bölgenin parça parça yutulması gerekiyordu. Kosova Savaşı’ndan sonra kurulan (ve Türkiye’nin de faal biçimde içinde yer aldığı) “Güneydoğu Avrupa İstikrar Paktı” işte bu operasyonun ürünüdür. Üçüncüsü, Arnavutlar ABD’nin özel müttefiki olarak Balkanlarda güçlendiriliyordu. Arnavutluk bugün uyuşturucu ve kadın ticareti de dahil olmak üzere Balkanlarda gericiliğin ve emperyalizm yanlılığının kalesi haline gelmiştir. “Büyük Arnavutluk” projesi, Slavların Balkanlardaki hakimiyetini dengelemek üzere geliştirilmiş bir ABD projesidir. Bugün Arnavut bayrağındaki kartalın iki başı Arnavutluk ve Kosova’dan oluşuyor. Yarın kartal üç başlı hale gelebilir, çünkü Makedonya’daki Arnavutların da bu yola girmesi büyük olasılıktır. Kosova’nın “bağımsızlığı” işte bu bütünsel tablo içinde düşünülmelidir.
Kosova Arnavutları ezici biçimde Sırbistan’dan ayrılma taraftarı gibi görünüyor. Bu durumda enternasyonalistlerin ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı (UKKTH) çerçevesinde bu bağımsızlığı desteklemesi gerekmez mi? Kosova’nın tarihsel gelişmesi ve “Büyük Arnavutluk” projesi sorunun böyle bu yalın biçimde ele alınmasını olanaksızlaştırıyor. Kosova 1399 Kosova Savaşı’nın ertesinde bütünüyle Osmanlıların hakimiyetine düşmeden önce Sırbistan’ın tarihsel merkeziydi. Osmanlı’nın sömürgeci politikası ve Müslümanlaştırılmış Arnavutlara desteğidir ki Sırpların etnik arındırma yöntemleriyle bölgeden sürülmesi yoluyla Kosova denen toprak parçasında Arnavutları nihayet 19. yüzyıl sonunda çoğunluk haline getirmiştir. Buna Arnavutların zaten bir devlete sahip olduğu gerçeğini ve bu devletin Sırbistan devletinin komşusu olduğunu eklemek gerekiyor. Bu durumda Kosova sorunu bir devletin topraklarını (ve nüfusunu) öteki devlet aleyhine genişletmesi ile özdeşleşiyor. Bu durumda UKKTH’nin yalın biçimde işleyişinden öteye iki devlet arasında güç mücadeleleri söz konusudur. Ama bütün bunlardan çok daha önemlisi, Kosova’nın bugün kazandığı yeni statünün hiçbir biçimde “bağımsızlık” olmadığı gerçeğidir. Yeni bir sömürge yaratılıyor. Bu sömürge statüsünün ne kadar süreceği, emperyalistlerin Balkan politikası göz önüne alındığında bütünüyle belirsizdir.
Türkiye’nin kendi Kürt sorununa ve Irak sınırları içindeki Kürdistan Bölgesi’nin bağımsızlığı konusundaki korkularına rağmen ABD ve büyük AB ülkeleri ile aynı günde Kosova’nın bağımsızlığını tanıması elbette ezilen ulusların haklarına duyduğu saygıdan değildir. Türkiye’nin hakim sınıfları emperyalizmin ve en başta ABD emperyalizminin Avrasya politikalarına, kendi çıkarlarıyla doğrudan doğruya çelişmediği sürece, nerede olursa olsun hizmeti tam bir ilke edinmiştir. 1991’de Özal ile başlayan Avrasya politikası, askeri alanda Türk ordusunun mümkün olan bütün emperyalist girişimlere (Somali, Afganistan, Lübnan vb.) destek vermesi biçimini almıştır. Kosova Savaşı’nda Türk uçakları emperyalist hava kuvvetleri ile kanat kanada Sırp halkının başına bombalar yağdırmış, Türkiye’nin üç askeri hava alanı emperyalist uçaklara tahsis edilmiş (ama savaş erken bittiği için kullanılmamış), Türkiye’nin başbakanı (“ulusalcı”!) Ecevit TSK’nın kara savaşına hazır olduğunu daha savaşın başında ilan etmiştir. Kosova’nın “bağımsızlığını” tanıma, Türk devletinin Avrasya’da emperyalizmin oyununu oynamaya devam ettiğinin ilânıdır ve 5 Kasım’da Bush ile Erdoğan arasında Kürt sorununda varılan anlaşmayla doğrudan ilişkilidir. Türklerin Osmanlı döneminde Sırplar üzerinde uyguladığı mezalim ve Kosova’nın zorla Müslümanlaştırılmasında oynadığı tarihsel rol göz önüne alındığında bu politika daha da yüz kızartıcıdır.
Kosova’nın bağımsızlığını tanıma kararı geri alınsın!
Türkiye NATO’dan ayrılsın!
Balkanlardaki bütün emperyalist birlikler geri çekilsin!
Yaşasın Balkan Sosyalist Federasyonu!