KESK Kongresi: Sınıf için Sendika'dan daha uzağa (İM #33 - Mustafa Kemal Coşkun - 10-07-2008)
KESK kongresi, maalesef, kimsenin sendikal çıkarları, sınıfsal çıkarları öne çıkarmadığını, tersine, neredeyse bütün grupların hala kendi grupsal çıkarlarının peşinde koştuğunu bir kez daha gösterdi. Nitekim sınıfsal çıkarları gözetenlerin, birlik çağrılarını dikkate alması, kongreyi sınıf politikalarının, sınıf çıkarlarının nasıl savunulacağına ilişkin politikalar üretmek konusunda bir fırsat olarak görmesi gerekirdi. Oysa böyle olmadı. Bölünen DSD'nin iki kanadı birbirleriyle tartışmayı, birbirlerini kıyasıya eleştirmeyi, hatta zaman zaman birbirlerinin üstüne yürümeyi daha uygun gördüler(!). Oysa bir önceki KESK kongresinde birlikte değiller miydi? Aynı adayı hep beraber desteklememişler miydi? Bunların hepsi unutuldu. Konfederasyonun erimesinin nedeni de, sanki bütün bunlar etkili değilmiş gibi, neoliberal politikalara, küreselleşmeye, tüm dünyada sendikaların küçülüyor oluşuna yükleniverdi kolayca.
İşin daha da ilginç tarafı, DSD'nin "hakim" grubu içinde bile kimin başkan adayı olacağı konusunda tartışmalar yaşanmasıydı. Zira Alaaddin Dinçer'in mi yoksa Sami Evren'in mi aday gösterileceği konusunda bir tartışma yaşandı kendi içlerinde. Sonunda, Alaaddin Dinçer yerine Sami Evren aday gösterildi. Yine de, kimin genel başkan olacağı hala netleşmiş değil. Son gelen haberlere göre Genel Başkanlık için Sami Evren'in yanı sıra Emirali Şimşek ve Adnan Gölpınar'ın da adları geçiyor ve bu konuda bir tartışma yaşandığını gösteriyor. Büyük olasılıkla bu tartışmalar kendi tabanlarına bir mesaj vermek için yapılan bir takım manevralara benziyor. Buradan da çok iyi anlaşılabileceği gibi, ittifaka rağmen birbirlerine karşı mücadele etmekten kendilerini alamıyorlar. Bu durum, KESK seçimlerinin bir koltuk savaşına dönüştüğünün basit göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Oluşturulan ittifakta, DSD'nin hakim kanadı, yurtsever hareket olarak bilinen Demokratik Emek Konfederasyonu", Devrimci Kamu Çalışanları (YÖN), Kamu Emekçileri Cephesi (HÖC) ve Sendikal Birlik'in Vicdan Baykara destekli bir kanadı seçimlere girdi ve kazandı. Bunun karşısına hiçbir aday çıkmadı, hatta delegelerin bir kısmı (DSD'nin diğer kanadı, EMEP'e yakın Emek Hareketi ve Sendikal Birlik'in diğer kısmı) seçimlere bile katılmadı ve seçimler tek liste ile gerçekleştirildi. Yani, tek liste olmakla beraber parçalı, neredeyse KESK'i temsil eden grupların yarısının dışarıda bırakıldığı bir yönetim oluşturuldu.
Bütün bu olanlardan sonra KESK'te bir sınıf politikasının oluşturulması, sınıf mücadelesinin yükseltilmesi oldukça zor görünüyor. Zira yönetime seçilen ittifakın ne bunları gündeme getirmeye, ne tartışmaya, ne de geleceğe ilişkin bir politika üretmeye niyetinin olduğu söylenebilir. Kongre sırasındaki tartışmalar bunun apaçık bir göstergesidir. Seçimlerin bir koltuk elde etme kavgasından öteye gidememesi, önümüzdeki yıllarda KESK politikalarının da sınıf için ve sınıftan yana olamayacağının göstergeleri olarak düşünülebilir.
Oysa gerek birlik haline gelmiş, gerek sınıf perspektifi olan, sınıfsal çıkarlarının peşinde, sınıfı örgütlemeye çalışan bir KESK, bugün en önemli ihtiyaçtır. Bugünkü saldırıların ancak birlik olunursa püskürtüleceği unutulmamalıdır. Bu durumda, DSD ve Emek Hareketi dışındaki grupların bu parçalardan herhangi birine yedeklenmemesi, tersine, birleştirmeye çalışması gerekirken, tıpkı Eğitim Sen'de olduğu gibi bunlardan birinin arkasında sürüklendiler.
Bundan sonra bizlere düşen, nasıl bir yönetim oluşmuş olursa olsun, KESK'i yeniden ayağa kaldıracak politikalara sahip çıkmak, bürokratikleşmeye karşı savaş açmak, diğer sendikalarla sınıf mücadeleci bir güç birliği oluşturulmasını savunmak ve bunun için mücadele etmek, KESK'i bir sınıf örgütü haline getirmekten başka bir şey değildir. Unutulmamalıdır ki, her zaman seçilenler yönetmez, bazen de muhalefet yönetir.