İşsizlik ve güvencesizlik (Ahmet Tonak - 17-03-2010)
Bence, bayağı bir ipucu verdiği kesin. Hatta, daha da ileri gideyim, teşhis tarzının sosyalistliğin turnusol kağıdı olduğunu düşünüyorum. Açmaya çalışayım.
Sözünü ettiğim sürgit sorunlardan biri de işsizlik ve güvencesizlik meselesi. İster istemez Türkiye'nin de gündeminde. Kriz vesilesiyle hem işsizlik hem de güvencesiz çalıştırma arttıkça bu sorunlar daha çok konuşulur hale geldi. 2009 yılının işsizlik oranı yüzde 14 olarak gerçekleşti. Çoğumuz kendi işyerimizde ya da bir yakınımızın işyerinde güvencesiz çalıştırmanın varlığını görüyoruz. TEKEL işçilerinin dirayetli direnişi ile bu sorunun artık gizlenecek hâli kalmadı. Mızrak çuvala sığmaz oldu.
Dolayısıyla, sorunun farklı teşhisleri ve ona bağlı olarak farklı çözüm önerileri de konuşulmaya başladı. İki ana yaklaşımdan söz edilebilir: Bir yanda, kötü/yanlış uygulamalar/kişiler perspektifi, öte yanda da yapısal perspektif. Daha somut bir ifadeyle, kötü kişiler perspektifi ki, yaygın görüşün bu olduğunu sanıyorum- işsizliğin ve güvencesiz çalıştırmanın bu denli artmış olmasını birilerinin tercihlerinin sonucu olduğunu düşünüyor. Bu birilerinin, neoliberalizmi Türkiye'ye ithal eden Özal, T.C.'yi şirketleştiren Erdoğan veya insafsız işadamları olması, bu perspektifin özünü değiştirmiyor.
Teşhis böyle olunca, bu yaklaşımın, açıkça "çözüm, biraz insaf, biraz insan yenilenmesi ile sağlanabilir" demesi veya ima etmesi kendi içinde tutarlı görülebilir. Zaten, bu tür tutarlılıklardır reformculuğu besleyen.
Yapısal diye adlandırdığım perspektif ise, sorunun kaynağının kapitalizmin doğasında olduğunu söylemekte. İşsizliğin ve güvencesiz çalıştırmanın kapitalizmin ilk vuku buluşundan beri, yani yüz yıllardır var olduğunu iddia etmektedir. Kapitalizmin yeni yeni yeşerdiği bölgelerde, topraklarından, tarımsal üretim faaliyetinden kopartılarak şehirlere akan köylüleri güvenceli işlerin beklediğini kim iddia edebilir? Her yeni gelene istihdam yaratma ve de bunun güvenceli oluşunu sağlama mecburiyetini şirketler niye hissetsinler ki? Hattâ, tam aksinin şirketler tarafından tercih edilmesi daha akla yatkın değil midir? İşsizler olsun ki, işi olanlar güvencesizlik hissetsinler ki, düşük ücretle, kötü koşullarla çalıştırma sürgitleştirilsin.
Peki, kapitalistler bu tercihlerini insafsız, kötü kişiler oldukları için mi yapmaktadırlar? Tabii ki, hayır. Maliyetlerini düşürerek, daha fazla malı daha ucuza satarak, daha fazla kâr elde etmek mecburiyetinde oldukları için bu tercih burjuvazinin genlerine kazınmıştır. Ne kadar yıkarsan yıka, çıkmaz. Ve işte bu nedenle, işsizlik ve güvencesizlik yapısaldır, kapitalizmin doğasında mündemiçtir.
Bu teşhis, kapitalizmin değişik ülkelerde, değişik konjonktürlerde büyüme dönemleri yaşamış olduğunu inkâr etmek anlamına gelmez. O dönemlerdeki kısmi işsizlik azalışını, kısmi güvenceli çalışma koşullarının ortaya çıkışını kendi özgüllükleri içinde değerlendirir. Kapitalizmin 1950'lerde, 1960'larda yaşadığı altın dönem, refah devleti uygulamaları o dönemlerin özgül ve tekrarlanaması imkânsızlaşmış koşullarıdır.
O zaman, kapitalizmi yıkamadığımız dönemlerde işsizlik ve güvencesiz çalıştırmaya razı mı olmamız gerekiyor? Şüphesiz, hayır. Taleplerimizin kapitalizmin sınırları içinde gerçekleştirilebilir olması ölçütünü terkederek, yeni talepler tahayyül etmemiz gerekiyor. İdeal ölçüt, taleplerimizin sınıf dayanışmacılığını, örgütlülüğünü sağlayıp sağlamadığı, kapitalizmin sınırlarını sorgulama imkânını yaratarak, sosyalizmi gündemimize koyup, koymadığıdır. Zaten, devrimciliği besleyen de "imkânsızın" peşinde koşmak değil midir?