İşçiler genel grev bürokrasi geri adım diyor (27-03-2008)
14 Mart'ta Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) yasa tasarısına karşı Emek Platformu'nun çağrısıyla yapılan 2 saatlik iş bırakma eylemi başarılı geçmiş, iki saat boyunca hayat durmuş ve birçok şehir kitlesel eylemlere sahne olmuştu. Hükümet eylemlerin akşamında konuyu taraflarıyla görüşmek üzere tasarıyı geçici olarak geri çektiklerini açıklamıştı. Hükümete bu geri adımı arttıran hiç kuşkusuz işçi ve emekçilerin kitlesel gücüydü. Ne var ki bu yasa işçiler ve emekçiler için olduğu kadar sermaye ve onun hükümeti için de önemli. Çünkü bu yasa üzerinde yapılan kavga içinde olduğumuz ve giderek derinleşen ekonomik krizin faturasını kimin ödeyeceği ile ilgili.
Aşağıdan yukarı direniş yukarıdan aşağı uzlaşma
Hükümet yasayı dosdoğru geçiremeyeceğini anlayınca başka yollar denemeyi seçti. İşçiye elense çeken hükümet rakibinin yıkılmaya niyeti olmadığını görünce "konuyu taraflarıyla görüşme" görünümü altında arkaya dolanıp iki puan almaya çalıştı. 24 Mart Pazartesi günü hükümetin Emek Platformu temsilcilerini görüşmeye çağırması işçi hareketinde ciddi bir kaygı uyandırmıştı. Asgari ücretin belirlenmesinde görülmemiş bir tavırla sefalet zammının altına imza atan Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu'nun, hükümetin işçilere yönelik halkla ilişkiler bürosu gibi çalışmaya alışmış Hak-İş ile birlikte uzlaşmacı bir tutum sergileyeceği kimse için sır değildi. Görüşmenin yapılacağı gün hem hükümete hem de Emek Platformu'na mesaj gönderen, pazarlığı ve uzlaşmayı reddederek yasanın geri çekilmesini savunan başını "Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu"nun çektiği eylemler yapıldı.
Görüşme çıkışında işin rengi belli olmaya başlamıştı. Hükümet ciddi bir geri adım atmazken ve tüm kazanılmış hakların geriletilmesindeki ısrarını sürdürürken Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu hükümet sözcüleriyle birlikte büyük oranda uzlaşıldığı yönünde bir izlenim yaydılar. Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik "böyle konularda yüzde yüzle olmaz" derken, Kumlu bu sözleri "yüzde seksen doksan anlaşmaya vardık" diyerek tamamladı. Bu yüzde seksen-doksanın temelinde prim ödeme gün sayısının 9000 işgününe değil 7000'den 7200'e çıkarılmasında varılan anlaşma yer alıyordu. Buradaki tutum tek kelimeyle yüz kızartıcıdır. Çünkü sendikalar hak alma örgütleridir. Bir sendikanın kazanılmış hakların geriletilmesinde anlaşmaya varması düşünülemez. Yeri gelmişken "kazanılmış hak" kavramının bireysel değil toplu bir anlamı olduğunu belirtmek gerekli. Zira hükümet sürekli, emeklilik yaşı ve prim gün sayısının yeni sigortalılar için geçerli olacağını söyleyerek kazanılmış haklara dokunmadıkları yalanını söylüyorlar. Oysa işçi için kazanılan hak bireysel hak değil şimdiki işçilerin ve gelecek işçi kuşaklarının yani emekçilerinin çocuklarının hakkıdır. Dolayısıyla söz konusu yasa net biçimde kazanılmış hakları gasp etmektedir.
Uzlaşmayla değil direne direne kazanacağız
Emek Platformu'nun sözcülüğünü yapan Mustafa Kumlu (elbetteki hükümetin her dediğine uslu uslu uyan Hak-İş'li Salim Uslu ile birlikte) işçilerin bu tip durumlara verdiği adla mücadeleyi açıkça "satma" eğilimini göstermiştir. Bunlar olurken Emek Platformu'nun diğer bileşenlerinin başta DİSK ve KESK olarak hemen hükümetle uzlaşıldığına dair yayılan izlenimi tersine çevirecek açıklamalar yapmaması ve gecikmesi de eleştirilmelidir. Nitekim DİSK'e bağlı Birleşik Metal İş sendikası "Mutabık Değiliz" başlığıyla yaptığı bir basın açıklamasıyla DİSK yönetiminin atıl tavrını içerden bir eleştiriye tabi tutmuştur. HSGG Platformunun tepkilerinin de yoğunlaşmasıyla Perşembe günü DİSK bölgelerde yürüyüşler düzenleyerek uzlaşmaya karşı çıktığını açıklamış ve yasanın geri çekilmesi çağrısını yinelemiştir.
Aynı gün (Perşembe) yapılan Emek Platformu toplantısından ise 2 ayrı tutum çıkmıştır. Türk-İş rüşveti kelam kabilinden 58-60 yaşta, emekli aylıkları konusunda vb. ısrarcıyız dese de "süreci aktif biçimde izleyeceğiz" sözleriyle niyetini açık etmiştir. Toplantının ardından DİSK, KESK, TTB ve TMMOB ise yasanın geri çekilmesi doğrultusunda eylemlerini sürdüreceğini açıklamıştır.
Durum açıktır ve şaşılacak hiçbir şey yoktur. Çünkü baştan Emek Platformu sonuç elde etmeye değil yasak savmaya yönelik bir eylem programı benimsemiştir. Düşünün, 14 Mart'ta 2 Saatlik iş bırakma eylemi ilan ediyorsunuz ama kitlesel basın açıklaması için 13 Mart günü öğlen arasını seçiyorsunuz. Adım adım eylemleri yükselteceğiniz yerde uyarı için "2 saatlik iş bırakma" örgütlüyorsunuz ve yasayı meclise getirirseniz "sendika yöneticileri olarak meclise yürürüz" diyerek işi sembolik bir eyleme kadar küçültüyorsunuz. Tüm bunlar ortada etkili bir mücadele niyetinin olmadığını gösteriyordu. Konfederasyonlardan öte sendika şubelerini bir araya getiren HSGG Platformları eylemlerin etkinliğinin arttırılması ve 2 saatlik iş bırakmanın kitlesel eylemliliklere dönüşmesinde önemli bir rol oynadı. HSGG Platformu bu süreçte tabanın sesinin en çok duyulduğu zemini oluşturdu.
Ne Yapmalı?
27 Mart Perşembe günü itibariyle yasa meclis gündemine getirildi. Hükümet göz boyamaya yönelik küçük bazı değişikliklerle yasayı geçirmekte kararlı. Bu süreci durduracak güç ise belli. İşçi sınıfı üretimden gelen gücünü ve kitleselliğini kullanırsa bu yasayı durdurabilir. Ne var ki Emek Platformu orta yerinden çatlamış durumda. Bu halde yapılacak şey 2007 yılında önemli silkinme emareleri gösteren (2007, THY ve Telekom Grevlerinin yanı sıra birçok irili ufaklı mücadeleyle dolu geçti) 13-14 Mart sürecinde ciddi bir canlanma yaşayan işçi hareketinin tabanındaki güce yaslanmaktır. Bu güce dayanarak sendika yönetimlerini etkili eylemlere zorlamaktır. Son günlerde Türk-İş'i eleştiren ve yasanın geri çekilmesinde ısrar eden eylemler içerik olarak doğru olmakla birlikte yeterli bir kitleselliğe ulaşamamaktadır. DİSK, KESK, TTB ve TMMOB dörtlüsünü kendinden menkul bir odak olarak Türk-İş'in karşısına çıkarmak tek başına yetersiz ve dahası yanlıştır. Türk-İş tabanında, şubelerinde ve hatta bir dizi sendikanın yönetim düzeyinde ciddi hoşnutsuzluklar söz konusudur. Şimdi tabanda, şubeler ve sendikalar arasında SSGSS'nin geri çekilmesi talebi etrafında, genel grev ve genel direnişe doğru yönelen güçlü bir birlik oluşturmanın zamanıdır. DİSK ve KESK tutarlı, canlı bir örgütlülük ve eylemlilik sürecine girmelidir, Türk-İş içinde Hava-İş, Petrol-İş, Belediye-İş, Tümtis, Deri-İş gibi muhalif pozisyondaki sendikalar ise üzerlerindeki ölü toprağını atarak başı dik bir tutumla tabanı harekete geçirecek ve konfederasyon yönetimini sarsacak bir yönelişe girmelidir. Bu mücadeledeki öznelerin yapacakları önümüzdeki yıllar için belirleyici önemde olacaktır.