Irkçılık tarihinde-tarih ırkçılığında bir resmi hallaç: HALAÇOĞLU (29-09-2007)
Halaçoğlu, bu kez Kayseri’nin Tomarza ilçesine bağlı Dadaloğlu beldesinde katıldığı Dadaloğlu Şenlikleri’nde (ironiye bakın ki Dadaloğlu "Ferman padişahınsa, dağlar bizimdir" dizesini hemen herkesin ezbere bildiği, bu coğrafyanın adı “isyan” ile “başkaldırı” ile anılan en büyük ozanlarından birisidir) şöyle buyurmuş: “Araştırmalarımızda Kürt diye bildiğimiz insanların aslında yapısal olarak 'Türkmen asıllı olduğunu, Kürt Alevi olarak bilinen vatandaşların ise Ermeni kökenli olduğunu gördük. Ülkeyi bölmeye çalışan TİKKO ve PKK terör örgütlerinin içinde yer alan insanların birçoğu Ermeni dönmesi Kürtlerden oluşuyor ".
Hızını alamayıp devam ediyor: “1915’teki tehcir sırasında bazı Ermeniler bazı bölgelere yerleşerek kendilerini Alevi-Kürt olarak göstermeye başladılar. Ermenilikten dönenlerin birçoğu da samimi değil. Kilise kurma çabasında oldukları biliniyor. Mesela, bazı PKK’lılar sünnetsiz çıkıyor… 1936-37'de devlet bu dönmeleri ev ev tespit etmiş” (Radikal Gazetesi - 20 Ağustos 2007).
Deveye “Boynun niye eğri?” demişler, “Nerem doğru ki?” diye cevap vermiş. (Bu arada develerden özür dileyelim.) Halaçoğlu’nun eğrilerine geçmeden kurumunun siciline kısaca bakalım.
Irkçılığın cisimleştiği resmi kurum: TTK
TTK’nın faaliyetleri kurulduğu günden beri Anadolu ve Mezopotamya’da yaşan diğer halklara yönelik inkâr ve asimilasyon ve bu coğrafyanın tamamını Türkleştirme politikalarına ideolojik, “bilimsel” malzeme üretmek etrafında şekillendi. Kurum bu eksende dünya tarihinde gelmiş geçmiş bütün uygarlıkları “Türk Kökenli” olarak değerlendirerek, diğer bütün ulusların “Türk Irkından Doğduğunu” ispat etmeye çalıştı. 1935 yılında TTK tarafından gerçekleştirilen “Türk Tarih Kongresi”nde kabul edilen ve süreç içinde resmi devlet politikası haline getirilen görüş, sıkı durun, aynen şöyle; “Beşeriyetin en yüksek ilk kavimi vatanı Altaylar ve Orta Asya olan Türkleridir. Çin medeniyeti esasen Türklerdir. Mezopotamya’da, İran’da milattan en aşağı 7000 yıl önce ilk medeniyet devrini açan Sümer, Elam, Akta vb. Türk’türler… Mısır, Akdeniz ve Roma medeniyetin kökenleri Türklerdir… Hint medeniyeti Orta Asya’da gelen Türkler tarafından kurulmuştur… Grek namı olan Doryenlerin ahalisi Türk’tür. Eti’lerin başlarında bulunanlar Türklerdi. Latin medeniyetinin kurucuları kimlerdir? Türklerdir…”
Resmi ideolojinin temelini oluşturan bu ırkçı ve şovenist görüşler zaman içinde daha da “zenginleştirilecek”, 12 Eylül sonrasında Genelkurmay’ın bastırdığı kitaplarda “Kürt” kavramının etimolojisi dağda yaşayan Türklerin karda yürürken çıkardığı “Kart-Kurt” sesleri ile açıklanarak doruğa çıkarılacaktı. Absürd bir film senaryosunu andıran bu tezler ve benzerleri 12 Eylül darbesi ile bütünüyle yükselişe geçen, aynı zamanda bugüne de damgasını vuran Türk-İslam Sentezinin de tarihsel köklerini oluşturur.
Kısacası Halaçoğlu tam da lâyık olduğu bir kurumun başkanlığını yapmakta, onun tarihi misyonunu “lâyıkıyla” yerine getirmektedir!
“Nerem doğru ki?”
Halaçoğlu’nun söylediklerinin elbette elle tutulur bir yanı yok. Bu yönüyle tek tek değerlendirilip eleştirilmeyi bile hak ettiği söylenemez. Ancak bu ifadelerle yıllardır resmi ağızlardan duymadığımız ve hiç duyamayacağımız bazı gerçekleri itiraf etti ki, bu durum belki onu koltuğundan edebilir.
Birincisi; “Araştırmalarımızda Kürt diye bildiğimiz insanların aslında yapısal olarak Türkmen asıllı olduğunu gördük” diyerek Kürtlerin Türkmen kökenli olduğunu ispatlamaya çalışırken klasik devlet tezini yineliyor, ama devamında “Kürt Alevi olarak bilinen vatandaşların ise Ermeni kökenli olduğunu gördük” beyanıyla da Kürtlerin Anadolu’da diğer unsurları doğal asimilasyona uğratacak denli baskın bir kültüre sahip olduğunu itiraf etmiş oluyor. Tabii, “Türkmen” olan “Kürt”ler, yani Alevi olmayan Kürtler, “Kürt” nüfusunun çoğunluğunu oluşturduğuna göre, azınlıkta kalan “Kürt Alevi”lerin Anadolu ve Mezopotamya’nın en kadim halklarından Ermenileri nasıl asimile ettiği sorusu akıl ve mantık sınırlarını zorluyor. Kaldı ki, Halaçoğlu’nun sözlerine göre “dönme” Ermeniler dışında “Kürt Alevi” diye bir topluluktan da bahsetmek mümkün değil. Çünkü zat-ı muhteremin sözleri en ufak bir ihtimal dahi barındırmayan kesinlikte.
İkincisi; “1915’teki tehcir sırasında bazı Ermeniler bazı bölgelere yerleşerek kendilerini Alevi-Kürt olarak göstermeye başladılar” diyerek, Ermenilerin bir bölümünün ancak din değiştirerek soykırımdan canını kurtarabildiğini itiraf etmiş oldu.
Üçüncüsü; “Ülkeyi bölmeye çalışan TİKKO ve PKK terör örgütlerinin içinde yer alan insanların birçoğu Ermeni dönmesi Kürtlerden oluşuyor” ifadesiyle devletin her Kürt gibi, her Ermeniyi de kendi ifadeleri ile potansiyel “terörist” gördüğünü ifşa etmiş oldu.
Dördüncüsü; “Ermenilikten dönenlerin birçoğu da samimi değil. Kilise kurma çabasında oldukları biliniyor.” diyerek resmi ideolojinin “Hıristiyanlığı” ve buna bağlı olarak “kilise kurma” çabasını tehlikeli bir iş olarak değerlendirdiğini itiraf ediyor. Bu arada biz de, Malatya’da üç Hıristiyan vatandaşı canice katledenlerin bilincini ve bilinçaltını besleyen kültürün resmi kurumlardan ve onun profesörlerinden de destek aldığını öğrenmiş oluyoruz.
Beşincisi; “1936-37'de devlet bu dönmeleri ev ev tespit etmiş… Bu da dönmelerin listesi. Mahallesine, köyüne, evine varıncaya kadar isim isim. Eski ismi nedir, yeni ismi nedir? Hangi evde otururlara varıncaya kadar, resmî belgeler” ifadesi. Bu ise, bize Nazilerin Yahudilerin ve komünistlerin evlerini tespit ederek kapısına çarpı işareti koyma uygulamasını T.C.’den öğrendiğini göstermekle kalmıyor, aynı zamanda 6-7 Eylül olaylarında, Sivas’ta, Maraş’ta, Çorum’da ve diğer yerlerde yapılan Rumlara, Ermenilere, Alevilere, Kürtlere, sosyalistlere yönelik katliamlarda sivil faşistlerin nasıl bu kadar hızlı ve örgütlü çalıştığını da açıklıyor.
Halaçoğlu bu ifadesini ertesi gün verdiği bir beyanatla tamamlıyor: “Elimde din değiştiren Ermenilerin listesi var. Ama bunu hiçbir zaman açıklamayacağım, bu bir tehdit olarak da algılanmasın" (Sabah Gazetesi -21 Ağustos 2007) Dikkat edilirse bu ifadenin kendisi bile başlı başına bir tehdit. Yani “Ey dönmeler, sizi biliyoruz, atalarınız canını zor kurtarmış siz de ona göre ayağınızı denk alın!”
Son olarak ise Halaçoğlu: “Mesela, bazı PKK’lılar sünnetsiz çıkıyor…” ifadesi ile tarih bilimi-sünnet-terör ilişkisi bağlamında uzmanlığını konuşturarak yine tarihe geçecek olan bir atılım yapmıştır!
Teşekkürler sayın Halaçoğlu başka sorum yok!
Halaçoğlu’nun ırkçı-kafatasçı sabıkası:
Halaçoğlu’nun geçmişte yapmış olduğu benzeri açıklamalar herhalde birkaç kitap doldurur. Biz sadece yakın dönemden seçtiğimiz bazılarını aktaralım.
Hrant Dink’in cenazesine ilişkin olarak şu sözleri söylemişti: “Elde kafa biçimindeki pankartlar önceden hazırlanmıştı. Sanki bu ölüm onlar tarafından önceden biliniyormuş gibi tavır takındılar. O kafalar sayesinde katılanlar iki misli göründü… Kimler finansman sağladı?” (Radikal Gazetesi- 26 Şubat 2007).
Harput’ta henüz yüzyılın başında çoğunluğu oluşturan Ermeni nüfusu tartışmalarında Londra Gomidas Enstitüsü Müdürü tarihçi Ara Sarafyan’a Harput Ermenileri konusunda ortak araştırma konusunda söz vermiş, daha sonra ise “Arşivlerde bu konuda kayıt yok” diyerek sözünden dönmüştü. (Milliyet Gazetesi, 10 Mart 2007).
Orhan Pamuk Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldığında “Kendisi casustur” ifadesini kullanmıştı. (Zaman Gazetesi- 13 Nisan 2007).
Nusaybin’deki Kuru Köyü’ndeki mağaralarda ortaya çıkarılan toplu mezarlardaki iskeletlerin incelenmesi için Prof. David Gaunt’la sözleşmiş, ancak Prof. David Gaunt’la İsveç’ten geldiğinde iskeletlerin her ne hikmetse yok olması üzerine: “Mevsim kış. Yağmur yağmış, su ve çamur gelmiş. Zaten bunlar Romalıydı” diye izah etmişti. (24 Nisan 2007 tarihli TV haberleri)
İnadına “hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz”
Tarihsel bir anlayışın sözcüsü olan Halaçoğlu’ndan başka ifadeler beklemek de kanımızca mümkün değildir. Üstüne üstlük; MHP’nin, yerli faşistlerin “Ya Sev Ya Terk Et!” sloganının başbakanın ağzında “Beğenmeyen Gider” ifadesi ile güncellendiği, seçim öncesi propaganda çalışmalarında “Kurban Olam Ayına, Yıldızına”, “Tek Bayrak, Tek Dil, Tek Millet” ifadelerinin ve benzerlerinin hemen her yerde kullanıldığı, meydanlardan iplerin fırlatıldığı bir politik atmosferi soluyoruz. Aynı atmosferde Baykal’lar, sözde sosyal demokratlar milliyetçilik-ırkçılık sularında faşistlerle kulaç atıyor, İlhan Selçuk gibi “aydın”lar “yutseverlik” adına işkencecilerle barışıyor, ve en acısı memleketin ordu şeflerine “sayın”, “hazretleri” ifadeleri ile hitap ederek saygıda kusur etmeyen Yalçın Küçük ve benzeri “küçük” solcuları Sabetaycı avına çıkıp, üstelik bunu hâlâ sol adına pazarlıyor.
Bu kirlilikten kurtulmanın, halkların kardeşliğinin renkli sularında yüzmenin yolu ise Kürtleri, Ermenileri, bütün ezilen ulusları her koşulda savunmaktan geçiyor.
O yüzden inadına “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeniyiz”, o yüzden inadına “Bijî Biratîya Gelan”!