Genel prova (08-09-2010)
Referandumun hukuki içeriğinin önemsiz olduğunu söylemiyoruz. Bugüne kadar biz de başkaları gibi bu meseleyi ayrıntısıyla tartıştık. Şimdi de işe siyasi yönüyle bakalım diyoruz. Aslında referandumun siyasi yönünün hukuki yönünden daha önemli olduğu neredeyse mantıksal bir kesinlikle kanıtlanabilir: Refarandumda boykot ne orana ulaşırsa ulaşsın, hukuki bakımdan "Evet" ya da "Hayır" kazanacak. "Hayır" kazanırsa hukuki olarak zaten bir değişiklik olmayacak. "Evet" kazanırsa ne olacak? Kimilerine göre AKP "yargıyı ele geçirecek". Ama ya referandumdan sadece aylar sonra yapılacak genel seçimin sonucunda AKP hükümetinin yerine başka bir hükümet başa gelirse? O zaman AKP yargıyı ele geçiremeyecek! Demek ki, seçim, referandumun pratik sonucunu bile belirleyecek kadar önemlidir.
Bu o kadar böyledir ki, referandumun en önemli özelliği genel seçimin genel provası olmasıdır.
Genel seçimin yakıcı önemi
Aslında referandumun ardından gelecek olan genel seçimin doğasını daha derinden kavramak gerekir. 2011 (ya da düşük bir ihtimalle de olsa 2010) seçimi, AKP'yi Türkiye politikasında belirleyici güç haline getiren daha önceki seçimlerden çok daha büyük bir önem taşıyor. Bunun çeşitli nedenlerine ayrıntısıyla giremeyiz ama en önemlileri üzerinde özetle duralım.
Birincisi, Türkiye burjuvazisinin iki kanadı (Batıcı-laik ve İslamcı) arasında yıllardır yürüyen politik (yani askeri olmayan) iç savaş, bir patlama noktasına yaklaşıyor. 2002 seçimlerinin sonucu siyasetin tablosunu altüst ettiği için elbette sarsıcıydı. 2007 elbette, Gül'ün cumhurbaşkanlığına aday olmasından doğan aşırı gergin ortamda çok önemliydi. Ama 2011 seçimi, Batıcı-laik burjuvazinin ve ona yakın kurumların artık tahammül sınırlarının aşılmaya başladığı bir aşamaya denk düşüyor. Erdoğan üçüncü defa hükümeti kurma olanağını elde ederse bu sadece dört yıllık yeni bir sabır zorunluluğu demek değildir. Aynı zamanda, 2012'de yapılması hemen hemen kesin olan cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan'ın kendisinin seçilmesinin yüksek bir olasılık olması demektir.
İşte bu yüzden, geçtiğimiz bahar aylarında, milimetrik olarak hesaplanmış bir zamanlamayla tam kurultay öncesinde, Baykal birtakım kudretli odakların komplosu ile devrilmiş, önceden ayarlanmış olan Önder Sav aracılığıyla Kılıçdaroğlu aşırı bir pürüz çıkmadan partinin başına getirilmiştir. Bu, Batıcı-laik burjuva kampın uzun yıllardır ilk kez Erdoğan'ı seçimde geriletmesi, hatta göreli bir yenilgiye uğratması olasılığını doğurmuştur. Bu da 2011 seçimini özel kılan ikinci faktördür.
Üçüncüsü, birlikte çok işler yapmayı planladığı Türkiye'nin AKP hükümeti altında İsrail ve İran politikalarından memnuniyetsiz olan ABD'nin, kendisine daha uygun bir hükümet bulma umudu şimdilik büyük ölçüde bu seçime bağlıdır.
İşçi sınıfı ve Kürt halkı
Bu toplumun bir de ezilenleri var. İşçi sınıfı, kent ve kır emekçileri, Kürt halkı, Aleviler, kadınlar, gençler ve diğerleri. 2010 yılı bu bakımdan çok sarsıcı geçti. Bugün Kürt hareketinin Türkiye politikasını etkilemek bakımından büyük bir manevra yeteneğine ve meşruiyete sahip duruma geldiğini kimse yadsıyamaz. Tekel eylemi ise, yıllardır unutulmaya terk edilmiş gibi olan sınıf mücadelesini yeniden gündeme taşıdı. 2011 seçimi aynı zamanda sınıf mücadelesinde ve Kürt sorununda yakın gelecekte ezilenlerin lehine bir gelişme olup olmayacağı konusunda önemli ölçüde belirleyici olacak.
İşte bu tablo karşısında, referanduma genel prova olarak yaklaştığınızda, mesele hukuki içerik olmaktan, hatta referandumu kimin kazanacağından farklı bir şey oluyor. Herkes için cevap verilmesi gereken soru şudur: 2011 seçimlerinde kimin kazanmasını istiyorum?
İşçi sınıfına düşman, Özal'dan beri en başarılı neoliberalizm uygulamacısı, Kürt hareketinin altını oymaya çalışan, İslamcı ideolojinin giderek daha fazla bayraktarı, toplumu gittikçe muhafazakârlaştıran AKP'nin mi? "Evet" taraftarları, AKP'nin anayasa paketine iliştirdiği üç-beş şekere kanarak bu provadan AKP'nin güçlü çıkmasına destek veriyor olacaklarını hesaplamalılar.
Yoksa CHP'nin kazanmasını mı diliyorum? Daha düne kadar "Ergenekon'un avukatı" olan eski başkanının ardında kale gibi sağlam duran CHP örgütü bugün hep birlikte Ecevit kasketleri giyen, Ecevit güvercinleri uçuran, "halkın iktidarını" kuracağını iddia eden bir yeni başkanın arkasında neredeyse en ufak bir fire vermeden saflaşmışsa, sormak gerekmiyor mu, bu iş nasıl olacak diye? Kimse Kılıçdaroğlu CHP'si konusunda hayallere kapılmasın! CHP kazanırsa, TÜSİAD burjuvazisinin tartışmasız hakimiyetini restore edecek, işçiye köylüye vaadlerini iktidara gelir gelmez unutacak, Kürtleri ve Alevileri oyalayacak, ABD'nin ve İsrail'in de destekleyeceği bir hükümet kuracaktır. Bir de ikramiyesi var: Bir ihtimalle bu hükümette MHP koalisyon ortağı olacaktır! "Hayır"cıların provada verecekleri oyu bir de böyle değerlendirmesi gerekiyor.
Yoksa burjuvazinin bu partilerce temsil edilen iki kanadının da ezilenlere, işçilere, emekçilere, Kürtlere, Alevilere, kadınlara, gençlere hayır getirmeyeceğini görerek, bir Üçüncü Cephe'nin oluşmasını ve seçimlerden başarıyla çıkmasını mı diliyorum? İşte boykotun esas anlamı budur. Boykot, bugün Üçüncü bir cephenin halk tarafından görülür, pratik bir ifadesidir. "Hayır" demeyi düşünen sosyalistler ve demokratlar, yarın seçimde kim için oy kullanacaklarını düşünüp meseleye bir de siyasi pencereden bakarak yüzlerini boykot cephesine çevirmelidirler. Hatta "Evet" deme niyeti olanlar da, çok değer verdikleri demokratik hakların bir Üçüncü Cephe'nin kurulması halinde çok daha büyük bir destekçiye kavuşacağını hatırlamalılar.
Genel seçimin genel provasında boykotun başarısı, yarın ezilen kitlelerin burjuvazinin iki kampından bağımsızlaşmasının güvencesi olacaktır. 12 Eylül'de 12 Eylül'e karşı tavır mı almak istiyorsunuz? 12 Eylül rejimi, Türkiye tarihinde ilk kez, seçimlerde oy kullanmamayı cezalandırılması gereken bir suç haline getirmişti. Sandığa gitmeyin ve 12 Eylül'ün bu zorlamasına meydan okuyun!
Bir de tavsiyemiz olacak. Gelecek Pazar günü sandığa gitmek yerine kitap okuyun. Ama herhangi bir kitap değil. Kılıçdaroğlu'nun bugün bütün sembolleriyle taklit ettiği Ecevit'in Türkiye işçileri, emekçileri, solcuları, demokratları, bütün ezilenleri için nasıl büyük bir hayal kırıklığı kaynağı olduğunu doğru dürüst anlatan bir kitap.