G20 zirvesi: “Toplantı olaysız sona erdi”! (04-04-2009)
ABD, ev sahibi Britanya'nın da desteğiyle, dünya çapında bütün ülkelerin katılacağı bir kamu harcamaları seferberliği yoluyla ekonomiyi canlandırma yönünde bir karar alınmasını öneriyordu. Fransa ve Almanya ise, finans dünyasının uluslararası çapta sıkı bir şekilde denetlenmesini. Her iki taraf da birbirinin önerisine kesinlikle karşı olduğunu belli etmişti. ABD finans dünyasındaki üstünlüğüne başka ülkelerin karşımasına karşı. Fransa ve Almanya ise hem büyük harcamaların enflasyonist etkisinden ürküyorlar hem de kendi kamu harcamalarının otomatikman canlandırma etkisi yarattığını ileri sürüyorlar. Sonunda ne ABD"nin istediği karar, ne de Avrupalıların talebi kabul edildi. Her iki taraf da geri adım attı ve yapılan onca propagandaya rağmen zirve tek bir önemli karar alarak dağıldı. Bu önemli karar, İMF'nin kaynaklarının arttırılmasıydı.
İMF'nin kaynaklarının arttırılmasının anlamı, yangının her şeyi yakıp yıkabileceği ülkelerde itfaiyenin güçlü olmasını sağlamak. Türkiye'nin işçi ve emekçilerinin gayet iyi bildiği gibi, İMF ödemeler dengesi altüst olmuş, borçlarını ödeyemeyecek durumda, dövizi değer yitiren ve bütün bunlarla ilintili olarak üretim ve büyüme bakımından derin bir kriz yaşayan ülkelere bir takım koşullar dayatma karşılığında hem kendisi borç verir, hem de daha önemlisi uluslararası bankalara ve öteki kredi kuruluşlarına "bu ülke sağlam" diyerek ülkenin uluslararası piyasalardan kredi bulmasını kolaylaştırır. Tabii dayatılan koşullar büyük çoğunluğuyla işçi ve emekçileri yoksullaştıracak koşullardır.
İşte şimdi bu İMF'nin kaynakları üç katına, yani 250 milyar dolardan 750 milyar dolara çıkartılıyor. 500 milyar dolarlık ek kaynak yanı sıra, İMF'nin 250 milyar dolarlık İMF parası, yani resmi adıyla "Özel Çekme Hakları" yaratabileceği öngörülüyor. Yani aslında İMF olanakları dört katına çıkarılıyor. Bunun anlamı şudur: büyük kapitalist devletlerin liderleri, o kadar çok ülkenin o kadar büyük krizlere düşeceğini bekliyorlar ki, İMF'nin kendisinin eski kaynak miktarıyla bu yangınlara yetişemeyeceğini düşünerek kaynaklarını arttırıyorlar.
Bu 750 milyar dolara, 250 milyar dolar dış ticaret kredisi ve 100 milyar dolar da çeşitli kalkınma bankalarına yeni kaynak ekleyin, 1,1 trilyon dolara erişirsiniz. Ama dikkat edin: Bütün bunlar krizin nedenlerine değil, sonuçlarına yönelik önlemler. Bir yandan, krizin esas çıktığı gelişmiş ülkelerdeki sorunlarla uğraşmak yerine, İMF'ye başvuran ve kalkınma bankalarının kredilerinden yararlanan azgelişmiş, emperyalizme bağımlı ülkelerin çökmesini önlemeye yönelik. Bir yandan da krizin başlamasına yol açan finans dünyasının ve krizin esas merkezi olan üretim alanının sorunlarıyla uğraşmak yerine, ödemeler dengesi sorunlarına ve uluslararası ticarete koltuk değneği olmaya çalışıyor.
Düşman kardeşler sustu, zirve dağılmadı!
ABD-Britanya ikilisiyle Fransa-Almanya ikilisi arasındaki çekişme zirve öncesinde öylesine sertleşti ki, Fransa maliye bakanı eğer Obama canlandırma paketi diye bastırırsa Sarkozy'nin zirveyi terk edeceğini açıkladı. Bu, Erdoğan'ın Davos panelini terk etmesine benzemez! Böyle bir şey yaşansaydı, borsalar derhal çöker, dünya ekonomisi bugünkünden de beter bir sarsıntı yaşardı!
Bu tehlike nasıl atlatıldı? Hiçbir şey yapmayarak! Rakipler birbirilerini yenemediler, ama birlikte felç oldular. Ne canlandırma paketi çıktı, ne de ciddi bir uluslararası finansal düzenleme kararı. Sonuç bildirgesine "sürdürülebilir büyüme" amaç diye yazıldı, Obama buna sığınıyor. Kumarbazlık gibi bir şey olan "hedge fonları"na ve reyting şirketlerine yeni kurallar geleceği söylendi, ama ortada somut hiçbir şey yok. Bir Finansal İstikrar Kurulu kuruldu, ama hiçbir yaptırım yetkisi yok. Tek somut adım, vergi cennetlerinin adlarının açıklanması ve basınç altına alınması. Bu da Fransa ve Almanya için teselli mükâfatı.
Bilindiği gibi, Londra polisi G20'yi protesto ederek "iş ve adalet" isteyen kalabalıklara hunharca saldırdı. Ama az kaldı toplantı salonunun içinde de bir yanda Sarkozy ve Merkel ile bir yanda Obama ve Brown arasına da polis yerleştirmek gerekecekti! Hatta iş daha da ileri gitmiş. Dışarı sızan haberlere göre, Sarkozy ile Çin cumhurbaşkanı Hu Jintao, bir aşamada öteki 18 devlet ve hükümet başkanının şaşkın bakışları arasında yaklaşık bir saatlik bir söz düellosuna girişmişler. Konu Çin'in siyasi egemenliği altındaki özerk bölgeler Hong Kong ve Makao'nun kınanması gereken vergi cennetleri arasına yerleştirilip yerleştirilmemeleri imiş. Sonunda Obama her ikisini de ayrı ayrı birer köşeye çekmiş de bir uzlaşma sağlanmış. Yoksa birinin ötekine "çık dışarı, seninle görüşelim!" diyeceği bir aşamaya yaklaşıldığı anlaşılıyor! Tabii Tayyip Erdoğan kimin yanını tutarsa o kazanırdı böyle bir düelloyu!
İşte kapitalizm tarihinin en büyük krizlerinden birine boylu boyuna batmışken, kapitalist dünyanın liderleri böylesine birlik içinde dünyayı kurtaracak önlemler aldılar ve krizde bir dönüm noktası yarattılar! Bir de Obama basına krizin aşılacağına dair "hiçbir garanti yok" demeseydi, ne kadar rahatlayacaktık!
Bu arada, kriz...
Zirvenin ertesi günü ABD'de Mart ayı işsizlik raporu açıklandı. Mart ayı içinde 663 bin işçi işinden çıkartılmış. 600 binden fazla işçinin işinden çıkartıldığı üst üste gelen dördüncü ay Mart. Bu, işsizlik istatistiklerinin tutulmaya başlamasından bu yana bir rekor. ABD'de resesyon 2007 Aralık ayında başladığından bu yana işini yitirenlerin sayısı 5,1 milyona yükseliyor böylece. Bu gelişmeyle birlikte, altı ay önce % 4,9 olan resmi işsizlik oranı % 8,5'e yükseliyor. Kendi rızası dışında part-time çalışanlar ve iş bulmaktan umudunu yitirmiş olanlar eklendiğinde oran % 15,6! Çalışanların önemli bir bölümü ise kısa çalışma düzeninde. Mart ayında ortalama haftalık çalışma 33,2 saate düşmüş durumda. Bu da istatistiklerin tutulmaya başlamasından bu yana bir rekor. Tabii kısa çalışanların ücreti de ona göre düşük oluyor.
G20 toplantısının şiarı şu olmalıydı: "Krize selam, çaresizliğe devam!"