Fransa’da “ahtapot operasyonu”: (14-02-2007)
İşçi Mücadelesi için bu gelişme hiç de sürpriz olmadı. Çünkü çok uzun bir süredir emperyalizmin Türkiye gibi bir müttefiki Kürtlerle ittifakı uğruna bir kenara bırakmayacağını söylüyorduk. Bir süredir de ABD’nin Türkiye devleti ile el ele vererek Kürt hareketi etrafındaki çemberi daraltmakta olduğuna işaret ediyorduk. Emperyalistlerle Kürt hareketinin işbirliği içinde olduğunu, birlikte Türkiye’yi bölmeye soyunduklarını söyleyerek Türkiye’deki anti-emperyalist duyguları Kürt düşmanlığına dönüştürmek isteyen ulusalcıların da, ABD’nin bölgedeki planlarının halklara demokratik açılımlar sağlayacağını ya da AB’nin sorunun çözümünde esas alınması gerektiğini düşünen her türden liberalin de hakim güçlere hizmet ettiğini defalarca vurguladık.
ABD ile Türkiye arasında PKK konusunda oluşturulan koordinasyonun, Kürt hareketini tasfiye etmeye yönelik olduğu ortadaydı. Bu koordinasyonda ABD ile Türkiye arasında çıkan anlaşmazlıklar, bu tasfiyede izlenecek yöntemler ve zamanlamayla ilgiliydi sadece. Şimdi yaşananlara bir bakalım: Fransa ve Belçika üzerinden Kürt hareketinin Avrupa’daki bir dizi önemli ismine yönelik bir operasyon yapılıyor. “Ahtapot operasyonu” adı verilen bu operasyonda ilk etapta aralarında Rıza Altun ve Nedim Seven gibi isimlerin de bulunduğu 15 kişi gözaltına alındı ve daha sonra 14’ü tutuklandı. Bu operasyon Türkiye’deki resmi çevrelerce büyük bir sevinçle karşılandı. Kürt halkı bu insanları kendi meşru temsilcileri olarak gördüklerini bir kez daha Türkiye’deki ve Avrupa’daki eylemlerle ortaya koydu. Bu eylemlerin bazıları polis saldırısına maruz kaldı. Nihayet Fransa İçişleri Bakanı Sarkozy’nin danışmanı Patrick Dévédjian, “Bu operasyon iki büyük devletin, ABD ve Türkiye’nin istemi doğrultusunda, antiterör savcılarının girişimiyle yapıldı” dedi. Bununla birlikte Dévédjian’ın açıklamalarından bu operasyonun bir dayatma sonucu olmadığı da anlaşılıyor. Dévédjian Fransa’nın Türkiye üzerindeki çıkarlarının da bu operasyonun yapılmasında etkili olduğunu açıkça ifade etti. Türkiye’deki ulusalcılar/milliyetçiler için ilginç bir gelişme! Genelde bu çevrelerden Avrupa’nın Türkiye üzerinde çıkarları olduğu için PKK’ye destek verdiğini duyardık. Bu tür safsatalar çok önemli bir gerçeğin üstünü örtüyordu. Emperyalist sürekli savaş döneminde Türkiye’yi taşeron olarak kullanmak isteyen emperyalist AB’nin ve onlarla işbirliği yapan burjuvazinin Türk ve Kürt emekçileri üzerinden yaptığı pazarlıklar ulusalcı/milliyetçi sis perdesinin arkasında kalıyordu.
Bu çerçeveden bakıldığında ABD ve AB emperyalizmlerinin Türkiye ile birlikte yaptığı bu operasyonun Türk ve Kürt emekçilerine yönelik bir saldırı olduğu daha açık bir biçimde ortaya çıkar. Birincisi bu operasyonla, şu anda askeri operasyonlar dışında büyük ölçüde çatışmaları durdurmuş olan ateşkes süreci önemli bir yara almıştır. Bu savaşın sürmesinin ne Türk ne de Kürt emekçilerine bir yarar getirmeyeceği ortadadır. Türkiye’nin Avrupa’daki tutuklama dalgasının ardından bir sınır ötesi operasyonu zorlayacağını da kestirmek güç değil. Böyle bir operasyonun sonuçları sadece Kandil dağıyla sınırlı kalmayacak, ülke içinde hem Kürt halkına hem de genel olarak emekçilere yönelik daha da baskıcı bir ortamın doğmasına yol açacaktır.
İkinci olarak Avrupa’daki operasyon, Türkiye’nin emperyalizme daha da fazla bağlanacağının işaretidir. Bugüne kadar Kürt sorunu başta olmak üzere bir dizi başlıkta AB ve ABD ile Türkiye arasında yaşanan çelişkiler emperyalistler tarafından Türkiye’yi hizaya getirmek amacıyla kullanılmıştır. Gerek AB gerekse de ABD emperyalizmi çeşitli konularda Türkiye’nin istediği adımları atmak için kendileri için daha fazla hizmet talep etmektedir. Türkiye’nin Lübnan’a asker göndermesinin sadece Lübnan sorunuyla ilgili olmadığı açıktı. Lübnan’daki hizmetin ve sadakat gösterisinin karşılığında beklenen, Kürt sorununda işbirliği ve Türkiye’deki iktidarın elinin giderek serbest bırakılmasıydı. Şimdi AB ve ABD Kürt sorununda attıkları her adımın karşılığında Irak ve İran’dan başlayarak daha fazla işbirliği hatta taşeronluk talep edecek. Bu çarkın dişlileri arasında sadece Türk ve Kürt değil, bölgenin tüm emekçi halklarının kalacağı açıktır.
Şimdi ülkedeki anti-emperyalist duyarlılığı Kürt düşmanlığına dönüştürmek isteyen milliyetçilerimizin, Kürt düşmanlığından yola çıkarak emperyalistleri savunmaya başlamalarına şaşırmamak gerekir. Değil mi ki tüm bir toplumsal muhalefet Irak savaşına karşı çıkarken Türkiye’yi –yine Kürt düşmanlığı üzerinden- Kuzey Irak’a sokup ABD’nin kuzey cephesini açtırmaya çalışan da bu milliyetçilerdir yarın aynı şekilde Türkiye’yi yeni maceralara sürüklemek isteyeceklerdir.
Elbette ki Kürt hareketinin de bu süreçten ders alması gerektiği açıktır. Her şeyi Ortadoğu’da statüko ve değişim arasındaki çelişkiyle açıklayan ve ABD’ye hayırhah bakan yaklaşımların, Avrupa Birliği’ni çözüm adresi olarak gösteren tutumların nasıl ölümcül sonuçlar doğurduğu ortaya çıkmıştır. Evet, yalnızlaştırılmak, inkâr ve imha politikalarıyla yıldırılmak istenen Kürt halkının mutlaka müttefiklere ihtiyacı vardır. Ancak bu müttefik, bölgenin emekçi halklarından başkası olamaz. Bu ittifak da eğer halkların özgürlüğü için mücadele edecekse mutlaka aynı zamanda anti-emperyalist olmalıdır.
Sonuç olarak tutarlı bir anti-emperyalizmin halkların kardeşliğinden ve enternasyonalizmden geçtiğinin bir kez daha kanıtlandığı bir süreç yaşıyoruz. İşçiler ve emekçiler, ulusalcı/milliyetçi zehrin etkisinden kurtularak Kürt halkına elini uzatmalıdır. Kürt sorununun gerçek çözümünün de, emperyalizmin yenilgiye uğratılmasının da anahtarı bu mücadele ortaklığındadır. Ezilenlerin anti-faşist, anti-emperyalist cephesini yaratma görevi elbette ki biz sosyalistlere düşüyor.