DTP'ye saldırı başladı: Mecliste teröristler mi var? (17-09-2007)
İşçi Mücadelesi, geçen sayısında 2 Mart 1994'te Kürt vekillerin meclisten atılmasını kastederek seçim sonrası için ana görevlerden birinin “yeni 2 Mart'lara karşı uyanık olmak” olduğunu yazmıştı. Oysa DTP'li milletvekillerinin bu dönemde uzlaşma arayışı içinde olacakları daha seçim öncesinden belliydi. Ne var ki, Kürt sorununu “terör” ile özdeşleştiren sistem güçlerinin sorunun “siyasallaşma”sına da karşı olduğu biliniyor. Yani Kürtlerin temsilcileri ne kadar uzlaşmacı, ne kadar yumuşak davranırlarsa davransınlar, sistemin saldırıya geçeceği belliydi. İşte şimdi başlayan bu saldırıdır.
Genelkurmay'ın çelişkileri
Bu saldırıda herhangi bir mantık aramak mümkün değil. Genelkurmay başkanının “teröristleri muhatap almam” ifadesi, olgularla taban tabana karşıt bir çıkıştır. Ortada bir milyondan fazla insanın oyuyla meclise girmiş bir parti vardır. Şimdi Genelkurmay başkanına sormak gerekir. Sizin emrinizdeki Kara Kuvvetleri komutanı DTP'nin Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) tarafından davet edilmesini PKK'nin terör örgütü olduğunu kabul etmesi şartına bağladı. Bir an diyelim ki DTP bu şartı yerine getirdi, PKK için “terör örgütü” dedi. Kara Kuvvetleri komutanının sözünün eri olması için, DTP'nin bir dahaki sefere TSK'nin davetlerine çağırılması gerekir. Ama siz bu insanların kendilerine terörist dediniz? O zaman teröristler Genelkurmay'ın misafiri mi olacak?
Kimyasal silah kullanımı konusunda verilen cevap da ciddiye alınamaz. Genelkurmay başkanı “Bunların hepsi palavra, tamamen yalan” diyor gazetecilere. Kimyasal silah kullanımı, doğrudur, yanlıştır, son derecede ciddi bir iddia. Böyle bir iddia ortaya atıldı mı önce araştırılır. Ama araştırma Büyükanıt'ın pek sevdiği bir şey değil. Şemdinli olayları çıktığında da daha silahın dumanı tüterken sanıklardan biri hakkında “Tanırım, iyi çocuktur” diye açıklama yapmamış mıydı? Bir an TSK'nin Şemdinli olaylarında veya kimyasal silah kullanımında sorumluluğu olmadığını kabul edelim. Ya devlet adına hareket etmeyi pek seven güçlerin sorumluluğu varsa? Bu ülkede böyle güçlerin varlığı başbakanlık raporlarıyla saptanmış olduğuna göre Büyükanıt'ın bu acelesi ne?
Şunu da ekleyelim: Kimyasal silah kullanımı iddiası Şırnak Uludere'de öldürülen 11 gerillanın cesetlerinin ailelerine verilmemesinden kaynaklanıyor. Eğer iddia doğru değilse cesetler neden verilmiyor? Devletin kamu vicdanını rahatlatmak için hiç olmazsa bunu açıklaması gerekir.
Ya sivil güçler?
DTP'ye karşı saldırıda sorumluluğu olan sadece asker değil. Bir kere medya kimyasal silah kullanımı meselesini veya 30 Ağustos sorununu komutanlara sorarak bu ülkenin asker tarafından yönetiliyor olmasına katkıda bulunuyor. Bu soruların muhatabı hükümettir, başbakandır. Ayrıca medya günlerdir devam eden Şırnak Uludere olaylarına hiç yer vermeyerek görevinden yan çizmiş, olayın kamuoyuna tek yanlı olarak yansımasına yol açmıştır.
Yargı Genelkurmay'ın çıkışıyla derhal harekete geçmekle ve kötü şöhretli 301'i devreye sokarak bir parti başkanı hakkında daha seçilmesinin üzerinden bir ay geçmişken soruşturma açmakla gerici düzenin en önemli muhafızlarından biri olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Yargıtay Başsavcısı'nın DTP hakkında soruşturma açması da bütünüyle politik bir karardır: DTP'ye “ya susun, ya da dokunulmazlığınızı kaldırırız, partiyi kapatırız” denmektedir.
Nihayet, hükümet ve parlamento kendi yetki alanlarının gaspı karşısında bütünüyle sessizdir. En önemli politik meselelerde sözü orduya bırakan bir hükümet daha sonra kendisi mağdur olmaya bütünüyle müstahaktır! En önemlisi ise şudur: Parlamento kendi içinde “teröristler” olduğu iddiası karşısında susmuştur! Bu, gelecekte Gül'ün cumhurbaşkanlığı ve AKP-TSK çekişmesi dolayısıyla meclisin kapatılması için kullanılabilecek bir gerekçeye suç ortağı olmaktır!
DTP ders çıkaracak mı?
Seçimin ardından henüz bir ay geçmişken başlayan bu saldırı, “bir musibet bin nasihatten iyidir” sözüne uygun olarak belki DTP'yi hayallerinden uyandırabilir. Bugün başlamış olan saldırı, seçim öncesi ve sonrası DTP'ye hakim olan “aman bir sorun çıkmasın” yaklaşımının baştan aşağı yanlış olduğu konusunda bir erken uyarı olarak görülmelidir. MHP başkanı Bahçeli'nin elinin sıkılması, bunun Başbakan ile devam etmesi, Köksal Toptan'ın meclis başkanlığına seçimi konusundaki belirsiz tavır, ilk aşamada Gül'e oy verme eğiliminin doğduğu yolundaki belirtiler, sürekli “Türkiye'nin önünü açacağız”, “çözücü olacağız” söylemi, bütün bunlar DTP'nin Türkiye burjuvazisi ile işbirliği arayan tavrının ifadeleridir. Oysa her şey bir yana burjuvazi böyle bir işbirliğini istemiyor! Bu görülmeli, her şeyin Kürtlerin ve müttefiklerinin dişiyle tırnağıyla vereceği mücadele sonucunda kazanılacağı anlaşılmalıdır. Bu açıdan bakıldığında, partinin Eşbaşkan Vekili Selma Irmak'ın son günlerde yaptığı çıkış çok önemlidir: “Bize 'uslu çocuk olun' diyorlar. Kimsenin 'iyi çocukları'na pabuç bırakmayacağımız gibi, biz kimsenin 'uslu çocukları' da olmayacağız. Biz bu halkın onurlu çocukları olacağız.” (Gündem, 27 Ağustos 2007) Irmak'ın açıklaması “iki buçukuncu cephe”den uzaklaşma yönünde önemli bir açılımdır.
Bugün sosyalistlerin ve mücadeleci işçilerin temel görevi Kürt halkının büyük çabalarla meclise göndermiş olduğu DTP milletvekillerine yönelen saldırılara karşı onları savunmaktır.