Devrimci Marksizmin seçim politikası (İşçi Mücadelesi - 18-06-2007)

 

İşçi sınıfının kurtuluşu seçimle değil devrimle olacak. Türkiye’de kapitalizm devrimle ortadan kaldırılacak. Bu da yetmeyecek, nihai kurtuluşu sağlayabilmek için kapitalizmin en ileri biçimi olan emperyalizmin hakimiyetini tarihe gömecek olan dünya devriminin zaferi gerekecek. Ama oraya giden yolda Marksistler her fırsatta, en küçük ekonomik mücadeleden en büyük siyasi krize kadar her mücadelede, işçi sınıfının bu gaddar sisteme karşı sınıf bilincini geliştirmesi ve kazanımlar sağlaması için somut müdahalelerde bulunmak zorundalar. Seçimler bu somut müdahalenin en belirgin örneklerinden biri. Büyük halk kitlelerinin dikkatinin bütünüyle politikaya çevrildiği seçimlerde Marksistler de işçi sınıfına ve bütün ezilenlere kurtuluşun kendi devrimci mücadelelerinde yattığını anlatmak için ve kapitalist düzenin içinde güç dengelerini mümkün olduğunca işçi sınıfı ve ezilenlerden yana çevirebilmek için seçim alanında yer alırlar. İşçi Mücadelesi’nin ve bugün mirasını taşıdığı 90’lı yılların Patronsuz Generalsiz Bürokratsız Sosyalizm/Sınıf Bilinci çizgisinin seçimlere yaklaşımı da hep bu temellerde olmuştur.

İşçi sınıfının bağımsızlığı için, bütün ezilenlerin ittifakı için

İşçi Mücadelesi’nin ve onun 90’lı yıllardaki öncülü olan Patronsuz, Generalsiz, Bürokratsız Sosyalizm/Sınıf Bilinci (PGBS/SB) çizgisinin 90’lı yılların başlarından 2002’ye kadar sürdürdüğü seçim politikası esas olarak üç amacı hedefliyordu. Birincisi, işçi sınıfının burjuva partilerinden ve onların oluşturduğu bloklardan bağımsızlaşması. İkincisi, Türkiye’yi ileriye taşıyacak olan iki büyük gücün, yani işçi sınıfı ile ezilen Kürt halk kitlelerinin arasında bir mücadele birliği sağlanması. Üçüncüsü, işçi sınıfının öncüsünü örgütleyecek bir devrimci işçi partisinin propagandasının yapılması ve bu yolda güç biriktirilmesi. Bu amaçla, hareket 1995’te Emek, Barış, Özgürlük Bloku’nun kurucu unsurları arasında yer aldı. 1999’da Türkiye solunun önemli sayıda eğilimini bir araya getiren ÖDP’nin Kürt hareketiyle birlikte seçime girmesi için mücadele etti. 2002’de yine Emek, Barış, Demokrasi Bloku’yla seçime katıldı. 2004’te ise Blok güçlerinin bir burjuva düzen partisi olan SHP ile kurduğu Demokratik Güç Birliği’ni açıkça eleştirerek belirli bölgelerde bağımsız sosyalist adayları destekledi. Bugün İşçi Mücadelesi’nin temsil ettiği çizginin yukarıda özetlenen yaklaşımı, 1993’te, Ocak ayında Uğur Mumcu’nun öldürülmesi ve cenazesi, Temmuz ayında ise Sivas katliamının ertesinde, Türkiye’deki siyasi kamplaşma potansiyelleri konusunda yaptığı analizin sonucunda kararlaştırılmış son derece bilinçli ve bütün bir dönemi kapsayan bir taktik yönelişin ürünüdür. Bu analiz ve onun temelinde işçi sınıfı ve ezilenlere önerilen siyasi hat, o dönemde yayınlanmış olan Emek ve Özgürlük Cephesi broşüründe ayrıntısıyla ortaya konulmuştu. Buna göre, Türkiye dört temel sorunun basıncı altında büyük bir kriz dönemine giriyordu. Burjuvazinin neoliberal politikalarla işçi sınıfına saldırısı, Kürt sorunu, Doğu Avrupa ve SSCB’nin yıkılışından sonra başlayan emperyalist yeniden paylaşım döneminin dinamikleri ve İslamcılığın yükselişi karşısında resmi ideolojinin konumu, Türkiye’yi başa çıkılması zor sarsıntılarla karşı karşıya bırakıyordu. Bu çapraz dinamiklerin basıncı altında üç siyasi kamp oluşmaktaydı: Atatürkçü kamp, sözde liberal kamp ve İslamcı kamp. Her üçü de gerici olan bu kamplar karşısında broşürün önerdiği, bir “Emek ve Özgürlük Cephesi”nin kurulması, yani işçi sınıfı ile ezilen Kürt halkının düzene karşı birlikte bir mücadele cephesi örmesiydi. Burada “emek” işçi sınıfının, “özgürlük” ise Kürt halkının mücadelesini simgeliyordu.

1993’ten itibaren propagandası yapılan Emek ve Özgürlük Cephesi fikri, 1995’te genel seçimler yaklaşırken Kürt hareketi (HADEP) tarafından benimsendi. HADEP, “emek” ve “özgürlük” kavramlarının yanına, o dönemde yavaş yavaş Kürt hareketinin çizgisine hakim olmaya başlayan yönelişi ifade etmek için “barış”ı ekledi. Böylece, 1995 seçimlerine Kürt hareketi ve bir dizi sosyalist akım Emek, Barış, Özgürlük Bloku (EBÖB) ile HADEP bayrağı altında girdiler. Hareketimiz, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Eskişehir, Kocaeli gibi bölgelerde yoğun bir çalışma yaptı. Sungur Savran Kocaeli’nde HADEP listesinden ikinci sırada aday gösterildi. Bu aşamada, ÖDP henüz kurulmamıştı. ÖDP’nin tarihi kaynaklarından biri olan Birleşik Sosyalist Parti (BSP) seçimler karşısında bölünmüş bir tepki verdi. Başta Kurtuluş eğilimi olmak üzere bazı akımlar EBÖB’e destek verirlerken, TBKP geleneği EBÖB’e uzak duruyordu. (Ama tabanda, örneğin Kocaeli’nde, bu gelenekten gelen birçok sosyalist, kampanyanın taşıyıcıları arasında yer alacaktı.) İlginç bir nokta da, bugünkü EMEP çizgisinin o seçimde bağımsız adaylar göstermesi ve en azından bazı bölgelerde EBÖB’deki sosyalistleri “milliyetçilerle işbirliği” ile suçlamasıydı. Blok, seçimlerde % 4,2 dolayında oy aldı.

1999’da kaçırılan fırsat

      PGBS/SB seçimlerin hemen ardından kurulan Özgürlük ve Dayanışma Partisi’ne üç amaçla girdi. Birincisi, sosyalist solun birçok eğilimini bir araya getiren bu partinin, işçi sınıfı ve kamu çalışanları içindeki bağlarının yarattığı olanaklar temelinde, devrimci olmamakla birlikte işçi sınıfını burjuvaziden bağımsızlaştıracak bir kitlesel işçi partisinin inşası yolunda bir fırsat olarak kullanılabileceği düşüncesiydi. Bunun yanlışlığı sonradan açıkça ortaya çıkacaktı. İkincisi, bu partinin Türkiye solunda yarattığı heyecan EBÖB türü kanallara akıtılabilirse, Türkiye’de burjuvazinin üç kampının dışında bir mücadele cephesi kurulabilirdi. Üçüncüsü, proletaryanın öncü partisinin gerekliliği fikrini bu partide sosyalistlerin ve işçilerin yer alacağı bir ortamda yaymak için çalışmak mümkündü 1999 seçimleri, Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu uzatılmış krize emeğin ve ezilenlerin hayati çıkarları doğrultusunda güçlü bir müdahale yapılması, Emek ve Özgürlük Cephesi’nin kurulması yolunda dev bir sıçrama sağlanması açısından büyük bir fırsat yaratıyordu. 1995 EBÖB deneyiminde HADEP’in yanında her biri göreli olarak zayıf kalan sosyalist güçler yer almışlardı. ÖDP’nin Türkiye solunda yarattığı rüzgârla EBÖB bu kez büyük bir atılım yapabilir, hatta % 10 barajı aşılabilir, ezilenlerin temsilcileri, üstelik arkalarında iki örgütlü gücün desteğini bularak meclise girebilirlerdi. Türkiye’de siyasi hayatın bütün kimyası değişebilirdi. ÖDP içindeki en büyük grup olan ve partinin 2001’deki bölünmesinden sonra tek başına kalan Özgürlükçü Sosyalizm eğilimi ise hem Türk solundaki milliyetçi kalıntılardan kurtulamadığı için, hem de Kürt solunun gücünden duyduğu kompleksle HADEP’ten uzak durmaya çalışıyordu. Bu kanadın önderleri ÖDP’ye % 8 oy biçecek kadar başları dönmüş haldeydiler. PGBS/SB’nin Parti Meclisi’ndeki temsilcisi ise kürsüden, on binlerce sosyalistin bu kadar yıllık çabasından sonra partiyi % 1’in altına mahkûm etmeye kimsenin hakkı olmadığını haykırıyordu. Parti içi demokrasinin gerekleri, örgütün Kongre dışındaki en yetkili karar organı olan Parti Danışma Meclisi’nin oybirliğiyle aldığı karar uyarınca HADEP ve öteki sosyalist partilerle işbirliğini gerektiriyordu. Ama Özgürlükçü Sosyalizm’in oluşturduğu çoğunluk, demokrasinin gereklerini ayaklar altına aldı, HADEP’le daha ilk görüşmeden sonra bu çabayı terk etti. Böylece, büyük bir fırsat heba edilmiş oldu. ÖDP ise seçimlerde bindelik oy alarak bütün iddialarının fos olduğunu ortaya koyacaktı! HADEP ise % 5 dolayında oy topluyordu.

2002’nin büyük hataları

2002’de geçmişin EBÖB modeli genişletilerek yeniden denendi. Başta EMEP, SDP, ESP olmak üzere, bir düzineye yaklaşan sosyalist akım Kürt hareketiyle birlikte Emek, Barış, Demokrasi Bloku (EBDB) adı altında seçimlere DEHAP bayrağı altında girdiler. İşçi Mücadelesi bu blokta da yer aldı. İstanbul, İzmir ve Adana’da yoğun olarak çalıştı. Adana’da Şiar Rişvanoğlu DEHAP listesinden 7. sırada aday oldu. Ne var ki, EBDB, 1995 EBÖB deneyimiyle karşılaştırıldığında işçi sınıfı ve emekçilerden çok uzaklara savrulmuştu. Seçim propagandası işçi sınıfı ve emekçilerin çıkarlarıyla ilgisi olmayan bir çizgide yürütülüyordu. İşçi Mücadelesi ve bazı sosyalist akımlar her ne kadar kendi propagandalarında sağlam bir Marksist yaklaşım sergileseler de, EBDB’nin genel kampanyası neoliberal modelin sınırlarına boyun eğiyor, Avrupa Birliği propagandası yapıyor, emperyalizme karşı çıkmaktan uzak duruyordu. Seçim faaliyetlerinin eşgüdümü için kurulan Türkiye Koordinasyonu’nda İşçi Mücadelesi’nin temsilcisi bu konulara dikkat çekerek eleştiri yönelttiğinde neredeyse bütünüyle yalnız kalıyordu. Seçim sonrasında, oyların 1995 ve 1999’a göre pek az ilerleyerek % 6,2’de kalması, daha önemlisi Batı’da büyük kentlerde hiçbir başarı elde edilememesi Blok bileşenleri arasında bir tartışma başlattı. Burada iki pozisyon vardı: Kürt hareketi ve EMEP her şeyi örgütsel zaaflara, iyi çalışılmamasına vb. bağlıyorlardı. İşçi Mücadelesi ise sorunun örgütsel değil politik olduğunu, Blok’un Batı’daki başarısızlığının temelinde işçi sınıfı ve emekçilerin kampanyada kendi sorunlarına ilişkin hiçbir açılım bulamamasının yattığını ileri sürüyordu. Bu tartışma basit bir teknik tartışma değildi: İşçi Mücadelesi, Blok’a katılmış olan bütün sosyalist hareketler arasında neredeyse tek başına devrimci bir sınıf çizgisini temsil ediyordu. 1995’te çok daha belirgin bir sınıf çizgisi izlemiş olan EBÖB’e “milliyetçilerle işbirliği” eleştirisi yönelten EMEP ise EBDB’nin sınıf çizgisinden uzaklaşmasını sorun edinmiyordu! 2002 seçimlerinde büyük işçi ve emekçi kitlelerinin 2001 krizinin etkisi altında var olan partilerden kopma eğilimi ifadesini sadece AKP ve Genç Parti gibi son bir yıl içinde kurulmuş olan iki partiye yönelerek bulacaktı. Ezilenler cephesi ise siyasi yanlışları dolayısıyla yeni bir fırsat kaçırmıştı.

Sağa kayış devam ediyor

İşçi sınıfının çıkarlarından uzaklaşma ve sağa kayış 2004 yerel seçimlerinde devam etti. Ancak bu kez söz konusu olan yalnızca işçi sınıfından uzak durmak değil, bir burjuva partisiyle işbirliğine girmekti. SHP ile kurulan Demokratik Güç Birliği (DGB) adlı seçim ittifakına Kürt hareketinin yanı sıra ÖDP, EMEP ve SDP de katıldı, bir dizi sosyalist akım da bu ittifakı dışarıdan destekledi. O dönemde İşçi Mücadelesi bunun açık bir sınıf işbirliği çizgisi olduğunu belirterek DGB’ye karşı çıktı ve çeşitli yerlerde bağımsız sosyalist adayları destekledi. İşçi sınıfından uzak durma ve düzen partileriyle ittifak arama politikasının yanlışlığı seçim sonuçlarında da kendini ortaya koydu. SHP’nin de katılımına rağmen oylar 2002’dekinin de altına düştü ve %5’i dahi geçemedi. Bugün, 2007 seçimleri için hem Kürt hareketinde hem sosyalistler arasında baraj engelini aşmak için bağımsız adaylar temelinde bir seçim politikası tartışılıyor. Her iki kanatta da parlamentarizm, yani sorunların parlamentoda çözülebileceği yolunda bir yanılsama inanılmaz bir boyuta ulaşmış durumda. Ama bu büyük sorunun yanı sıra, bağımsız adayların işçi sınıfı ve emekçilerin önünde savunacağı fikirlerin temeli olacak olan seçim programına sosyalist hareketin ezici çoğunluğunun bütünüyle kayıtsız olduğu çıplak bir gerçek olarak ortaya çıkıyor. İşçi Mücadelesi’nin bu konudaki girişimleri bazı çevrelerde kabul görmekle birlikte kimse program meselesinin takipçisi olmuyor. Sosyalist hareket, sınıf politikasından her geçen gün daha fazla uzaklaşıyor. Oysa ister işsizlik ve yoksulluk gibi doğrudan sınıfsal meseleler, ister askeri darbeye ve faşizme karşı mücadele gibi yakıcı siyasi görevler olsun, bu büyük sorunlar ancak işçi sınıfı ve emekçileri seferber ederek çözülebilir. Bir devrimci işçi partisine ihtiyacın yakıcılığı her geçen gün daha fazla ortaya çıkıyor.

1987 ve 1989’da Bağımsız Sosyalist Adaylar

1980’li yıllar 12 Eylül’ün uzatmalı askeri diktatörlüğünün devam ettiği, işçi sınıfı hareketi ve sosyalizmin üzerine ölü toprağı örtülmüş bir dönemdi. İşte bu dönemde, 1987 yılında yapılan genel seçimlerde, sosyalizmin adını etmek bile henüz bir tehlike iken, devrimci Marksistler bir dizi başka siyasi akımla birlikte beş bölgeden bağımsız sosyalist adaylarla seçime girdiler. Bu seçimlerde Sungur Savran da İstanbul’da Eyüp, Gaziosmanpaşa, Bayrampaşa, Silivri seçim bölgesinde adaydı. 1989 belediye seçimlerinde ise daha geniş bir blok İstanbul belediye başkanlığına bir sosyalist işçiyi aday gösterdi. Her iki kampanyada da adaylar düşük oy aldılar, ama sosyalist hareketin 12 Eylül sonrası toparlanmasında bu kampanyaların anlamlı bir katkısı oldu.