Çılgın dünyadan dersler (Ahmet Tonak - 05-04-2010)

Sermayenin büyümesi gerekiyor ya, yerinde duramıyordu yavru Daewoo.  Dünyanın başındaki belaları yeni yatırım ve daha çok kâr imkanına nasıl çevirebilirim diye düşüne düşüne sonunda dahiyane bir fikir buldular.  Madagaskar adasını işgal edeceklerdi! Madagaskar’ın 2.5 milyon hektar ekilebilir arazisinin yarısından fazlasına, 1.3 milyon hektarına el koydular.  Politikacılar ikna edildi, yerel şirketler kafaya alındı (eskiden işbirlikçiler derdik bu zevata), alan memnun, satan memnun bir vaziyet hasıl oldu.  İşin ilginç yanı, aslında ortalıkta satın alınan bir şey de yoktu.  Müflis yöneticiler  Belçika’nın yarısı kadar olan bu araziye bir kuruş bile ödemeyeceklerdi.  Hesaba göre, yatırımlar yapılacak, mısır ve palmiye ekilecek, ilkinden yakıt, ikincisinden yağ elde edilecekti.  Bu işler de insansız olamayacağı için Madagaskarlılara istihdam ‘yaratılacaktı.’  Mahsul, dünya pazarında satılacak, paralar akacak, herkes nasibini alacaktı.  Hesap buydu, küreselleşmenin nimetleri ile dünya tarımının çöküşü ve enerji sorunu ancak bu kadar ‘yaratıcı’ bir şekilde kaynaştırılabilirdi!

Seul’daki hesap çarşıya uymadı. Daha doğrusu Madagaskar’daki askeri darbeye uymadı.  Yeni rejim ‘arsa satışını’ tanımadı.  Bu arada 21. yüzyılın ilk depresyonu başlamış, adına lojistik eklemiş yavru Daewoo kredi lojistiği sorunlarıyla da karşı karşıya kalmıştı.  Sonları, tıpkı içinden doğdukları ebeveyn Daewoo gibi oldu. İflas.

Ders II

Sermaye, ara sıra dürüst olmak zorundadır.  Somut, olgusal haber, hatta bazen değerlendirmelerinde bile açık sözlü olabilir.  Yoksa bu hayatı nasıl sürdürecekler?  Tamamen çarpıtmalarla yürümeyeceğini en yakından onlar bilir ve güvenilen sermaye yayınlarını bu işe memur ederler.  Bu son cümle biraz komplo koktu.  Oysa, sermayenin kimseyi memur etmesine gerek kalmadan mebzul miktarda bu kârlı işe soyunanlar zaten mevcut. Başta Financial Times ve Wall Street Journal gelir.  Sonra da MBA dünyasının sevgilisi Harvard Busines Review (HBR) gibiler.   

İşte bu HBR’nun blogundaki bir yazıdan eski bir öğrencim aracılığıyla haberdar oldum: Sermayenin Yabancılaşması (Chris Meyer ve Julia Kirby; 30 Mart 2010).  İnsanın, “yahu, bu Marx ne madenmiş” diyesi geliyor.  Adam, emeğin yabancılaşması üzerine Kapital’in binlerce sayfası arasında, şöyle geçerken bir tahlil yapıyor, o bile 143 yıl sonra insanlara ilham kaynağı olabiliyor.  Küçük bir farkla tabii: Marx kapitalizmi yıkmaya kafayı takmış, MBA’liler ise “nasıl kurtarırız”a.   

Yazıda, önce kapitalizmin, emeğin yabancılaşmasını nasıl çözdüğünden dem vuruluyor.  Kısmen sermayenin uzak görüşlülüğü (iş güvenliğine ilişkin regülasyonların kabulü örnek gösterilerek) kısmen de işçi sınıfının zorlaması ile (sendikal örgütlenme) bu yabancılaşmanın yaratacağı “tehlike”nin nasıl üstesinden gelindiği belirtiliyor.  Sonra da “endüstriyel üretimin diğer girdisi” sermayeye sıra geliyor (öbürü emek ya; onun yabancılaşmasını hallettiler!).  Soru şu: “Büyük Resesyonun” en temel nedeni acaba sermayenin yabancılaşması mıdır?

Cevap muazzam, sanki Marx konuşuyor: “Sermaye-yoğun yeniliklerin finansmanı ile sağlanacak yüksek kârlılık imkanları, giderek eldeki finansal kaynaklar için yetersizleştiği” için finans kuruluşları paradan para kazanma yollarını denemeye başladılar.  Yani, üretimden uzaklaşarak, asli işlevlerine yabancılaştılar.  Al sana bir kriz analizi.  Beni şahsen kesmez, ama ortalıkta gezen saçmalıklardan çok daha aklı başında.