Bütün işçiler siyaset yapınız! (Ahmet Öncü - 27-01-2010)
Tekel direnişinden geriye kalacak haykırışlardan bir tanesinde dendiği gibi, artık "gemiler yakılmıştır." Yaşamı kucaklamak adına istemeyerek de olsa "ölmek var, dönmek yok" denmiştir. Dahası, direniş çok kısa bir zamanda yeni bir emekçi marşını doğurmuştur. Bu marş bütün bir yıl (ve tabi ki bundan sonraki yılarda da) ülkenin dört bir yanında coşkuyla söylenecektir: "Güvenli bir gelecek, güvenceli iş ya da genel grev, genel direniş" (Marşı dinlemek ve bu güzel besteyi yapanlar ve icra edenler hakkında bilgilenmek için http://www.sendika.org/). Soğuktan ve açlıktan zayıf düşen Tekel işçilerinin narin bedenleri, onlarla dayanışma içerisinde olan milyonlarca işçi ve emekçi kardeşinin yüreklerini ısıtmış, bilinçlerini güçlendirmiş ve "yaşasın sınıf dayanışması," masanın üstüne inen bir yumruk gibi, bulvarlara, caddelere, sokaklara inmiştir.
Kısacası bugün geldiğimiz noktada işçi sınıfının kendisi için siyasallaşma yönünde güçlü bir adım atmış olduğunu görmekteyiz. İlk yazımızda vurguladığımız gibi, Aristo'dan bu yana ve gelmiş geçmiş bütün liberallerin aksine, siyasallaşmak demek çatışma demektir; kavga demektir, dost ve hasım saflaşmasında netleşmek demektir. (Kısa bir sapma: Bugünün liberallerinin demokratik toplum arayışlarına temel sağlamak adına öne sürdükleri bütün o yüce ama soyut ahlaki ilkeler ve sorumluluklar ancak bu şekilde tanımlanan bir siyasallaşmayla gerçek ve somut halleriyle insanın dünyasına ait duruma geleceklerdir. Bu nedenle, en üst soyutlama düzeyinde ifade edildiğinde, siyasal sınıf mücadelesinin sonucunda, aynen Tekel işçileri örneğinde olduğu gibi, işçi ve emekçiler "güzel ahlakı" tanımlayacaklardır. Ve bu ahlak bütünüyle onlara ait olacağından, burjuva toplumunda başarısızca dayatılan bir kural olan etik olarak yaşamak zorunluluğu, onlar için candan arzulayacakları bir varoluş tarzına dönüşecektir.)
Peki, direnen işçilerin siyasal mücadelesinde dostları ve hasımları kimlerdir ya da kimler olacaktır? E. Ahmet Tonak "Uzlaşma değil, kavga zamanı" başlık yazısıyla BirGün'de dün bu soruya çok açık bir yanıt vermişti. Kısaca hatırlatacak olursak, Tonak, hasımlar cephesinde bir tarafta sermaye ve onun siyasi temsilcilerini, diğer tarafta uzlaşmacı sendikacıları gördüğünü yazmış ve eğer bugün kavga (yani siyaset) devam ediyorsa, bu sokaktaki işçilerin güçlü iradesinin bir sonucudur demişti.
Aynı soruya İşçi Mücadelesi web sitesinde (http://www.iscimucadelesi.net/) "17 Ocak mitinginin tarihsel anlamı" başlıklı yazısında eğilen Sungur Savran ise, bu büyük mitingin sadece sermayeye karşı güçlü bir uyarı anlamı taşımadığını, işçi sınıfının tarihinde işçilerin sendika bürokrasisine kamusal alanda ilk defa hayır diyerek, kürsüye çıkmalarıyla yeni bir dönemin habercisi olduğunun altını çizmişti. Savran, 17 Ocak'ın siyasi anlamını şu sözlerle ortaya koymuştu: 17 Ocak "işçi ile [sendika] bürokrasi[si] arasında sınıf mücadelesi ile sınıf uzlaşması yönelişleri biçiminde var olan farklılığı ve mücadeleyi pratikte, saydam olarak herkese" göstermiştir.
Bu iki yazarın bıraktığı yerden devam edecek olursak, bugün işçilerin iki cephede birden savaşım içinde olduklarını söyleyebiliriz. Birinci cephe onlara her gün saldıran, onları duyarsızca yoksulluğa ve yoksunluğa mahkum eden sermaye cephesi, ikinci cephe ise ancak işçiler var oldukları sürece var olabilecek olan kendi örgütleri yani sendikalar cephesi. Birinci cephe sınıfın sınıfla karşı karşıya geldiği haklar mücadelesi cephesidir; ikinci cephe ise sınıfın kendi içinde sürdürdüğü örgütlenmeye dair mücadele cephesidir. Her iki cephe de, işte bu nedenle, birer siyasal eylem alanıdır. O halde, sermayenin saldırılarına ve sınıf uzlaşmacılığına karşı bütün işçiler siyaset yapınız!