Başbuğ görevden alınmalıdır! Albay Çiçek ve suç ortakları tutuklanmalıdır! (30-10-2009)

Bu durumda, AKP'nin çeşitli sözcülerinin yanı sıra Başbakan Yardımcısı konumunda olan Bülent Arınç'ın İlker Başbuğ'a "bu işe adı karışan kişilerin açığa alınması" çağrısı yapması bütünüyle yetersizdir. Tayyip Erdoğan'ın da Başbuğ'dan olayın en önemli sorumlularından biri olarak görülen 1. Ordu Komutanı Hasan Iğsız'ı açığa almasını isteyeceğine dair haberler basına sızmıştır. Bu da bütünüyle yetersizdir. Genelkurmay Başkanı, Haziran aynında ne olduğunu bile bile halkın gözünün içine bakarak yalan söylediyse, bu ya kendisinin de işin içinde olduğu ya da cuntacıları koruduğu anlamına gelir. O zaman görevden alınmalıdır! Yok, astları tarafından aldatıldıysa, fotokopinin ortaya çıkmasından sonra karargâhta birileri harıl harıl delil karatmakla meşgulken, bilgisayarlar 35 kez silinirken bundan haberi olmadıysa, orduyu yönetmekten bütünüyle âciz demektir. Yine görevden alınmalıdır!

Albay Dursun Çiçek, altında "ıslak imza"sı bulunan belgeden haberdar olmadığını beyan ederek yalan söylemiştir. Ardından o ve başkaları derhal delil karartma işlemine girişmiştir. Delil karartma tutuklamanın en anlamlı olduğu durumdur. Dolayısıyla, gerek Dursun Çiçek, gerek onunla birlikte delil karartma işine girişenler derhal tutuklanmalıdır!

Bugün her kim bu olayda tavır almaz, kıvırtır, AKP'yi ya da "irtica" tehlikesini gerekçe göstererek İlker Başbuğ'u, Hasan Iğsız'ı, Dursun Çiçek'i ve suç ortaklarını savunursa, ister sağdan olsun ister soldan, gelecekte askeri darbelerden en ufak bir şikâyette bulunduğunda ahlâksızlığını ortaya koymuş olacaktır.

Ulusalcıların da bir "Başbuğu" oldu!

Şimdi her şey ortaya çıkmışken, ulusalcı kanat hâlâ güneşi balçıkla sıvamaya kalkışıyor. Sokaklarda Azeri bayraklarıyla Türk bayraklarını birlikte taşıyan bir güruh, cuntacıları savunmak için "Türkiye laiktir, laik kalacak!" sloganlarının arkasına sığınıyor. Beyaz Türkler 29 Ekim'i vesile ederek ciplerine Türk bayrakları asıyor. Türk Solu denen kripto faşistler herkesi asacaklarını ilân ediyor. Ve Baykal hâlâ Başbuğ'u savunmaya çalışıyor. İhbarcı subayın mektubunda siyasi partiler hakkında yapılan suçlamayı haklı olarak kendi üzerine alıyor ve ihbarın tamamı CHP hakkındaki iddia gibiyse altının ne kadar boş olduğunu söylüyor. Yani hâlâ suçun üstünü örtmeye çalışıyor.

Bir de ulusalcı kanadın tümünün "zamanlama" argümanı var. "Bu belge neden şimdi ortaya çıktı?" diye soruyorlar. Cevapları "açılım"da yaşanan geri düşüşün üstünün örtülmesi amacına işaret ediyor. Baykal bu soruyu genelleştiriyor: "Albay sorunu nasıl Genelkurmay Başkanı sorunu haline geldi?" diye soruyor. İhbarcı subay, belge başından beri elindeyken neden şimdi, askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasının önü açıldıktan sonra açıklamış?

Biz her iki argüman konusunda da ulusalcıları aydınlatalım: Türkiye burjuvazisinin bir iç savaşı var da ondan! Evet, ordunun devirmeyi planladığı AKP hükümeti ve baskı altına aldığı Fethullahçılar, aynen ulusalcılar ya da daha doğru bir deyişle kökten Kemalistlerin yaptığı gibi, çeşitli kurumlardaki güçlerini kullanarak cuntacıları sıkıştırmaya çalışıyorlar da ondan.

Bu tespit, askeri darbe hazırlıklarını meşru kılıyorsa, o zaman bunu açıkça söyleyin. Yok askeri darbeye karşı iseniz, o zaman bu tespiti yapsanız da bütün gücünüzle olayın üzerine gidin. Bakın bakalım o zaman cuntacılık ayakta durabiliyor mu?

Bir de üçüncü bir argüman olabilirdi ama bugünlerde pek duyulmuyor. "Amerika Türk ordusunu yıkmak istiyor" gülünç cümlesiyle ifade edilebilecek bu argüman nedense bugünlerde dile getirilmiyor. "Nedense" dememiz elbette kinaye. Bugünlerde AKP hükümetinin İsrail'le çatışması, Suriye, Irak ve İran'la flörtü, ulusalcıları başka bir taktiğe yöneltti de ondan kullanmıyorlar bu argümanı. Şimdi Erdoğan'ı ABD'ye ihbar etmekle meşguller. Türkiye'nin dış politikasında "eksen kayması" yaşanıyormuş, AKP hükümeti İslam dünyasına yanaşıyor, Türkiye'yi Batı'dan kopartıyormuş. Hani AKP emperyalizmin ve Siyonizmin dostu idi, hani bu beyler ve hanımlar "ulusalcı" idi, anti-emperyalistti ve Siyonizme karşıydı? Haydi ordan!

Tarihin istihzası! Ulusalcıları kendilerini "milliyetçiler" olarak anan faşistlerden son dönemde ayıran bir tek şey kalmıştı. Faşistlerin tarihinde bir "başbuğ" vardı, ulusalcıların ise yoktu. Şimdi ulusalcılar İlker Başbuğ'a sahip çıktıkça, onların da bir başbuğu oldu!

Bir de bu olayın ulusalcı yazarları nasıl rezil ettiğine değinmek gerek. Alaycı üsluplarıyla kitlelerin beğenisini kazanan Bekir Coşkun ve onun tahtını devralan Yılmaz Özdil başta olmak üzere, Başbuğ'un kâğıt parçası açıklamasından sonra, ulusalcıların o artık alıştığımız ukalâ tarzıyla Genelkurmay'ı savunmaya girişen bu yazarlardan, bildiğimiz kadarıyla yalnızca Necati Doğru özür diledi. Ötekiler belki şimdi mizahlarını kendilerine çevirseler hayırlı bir iş yapmış olurlar.

"İç savaşın sonu" teorilerinin iflası

Türkiye politikasındaki bu çok sarsıcı gelişme, aynı zamanda, Devrimci İşçi Partisi Girişimi'nin en başından beri "burjuvazinin politik iç savaşı" olarak andığı, Batıcı-laik burjuvazi ile İslamcı burjuvazi arasında ülkenin bütün politikasını tutsak alan mücadelenin devam etmekte olduğunun somut belgesidir.

Bunu vurgulamamızın elbette bir nedeni var. İlker Başbuğ'dan önce Genelkurmay Başkanı olan Yaşar Büyükanıt emekliye ayrılırken, CHP, skandaller müdürü Kemal Kılıçdaroğlu aracılığıyla, Yüksek Askeri Şura'da hiçbir subayın "irtica" gerekçesiyle görevden alınmamış olmasına ve Büyükanıt'a milyon dolarlık bir zırhlı araç verilmesine karşı esip gürlemişti. Açıkça ifade edilmemekle birlikte, buradaki imanın Genelkurmay'ın AKP'ye "teslim olması"nın eleştirilmesi olduğu herkes tarafından biliniyordu. İlker Başbuğ'un Büyükanıt'ın çizgisinde bir komutan olduğuna hiç kuşku yok. Şimdi ortaya çıkan belgelere göre durum şu: Büyükanıt'ın Genelkurmay Başkanlığı döneminde, 2007'de 22 Temmuz seçimleri ardından ordu Genelkurmay 2. Başkanı Ergin Saygun'un emriyle resmi bir çalışma yaparak bunu "Bilgi Destek Planı" adı altında belgeleştiriyor. Başbuğ'un döneminde ise 2009'da "İrticayla Mücadele Destek Planı" hazırlanıyor. Bu tablo karşısında, Genelkurmay'ın AKP'ye "teslim olduğu" tezinden geriye ne kalıyor?

CHP, Genelkurmay'ın AKP'ye teslim olduğunu iddia ederken, solda da kimileri burjuvazinin iç savaşının sona erdiğini yüksek sesle söylüyordu. Silahın, paranın, imanın iktidarı birleşmiş, yeni bir tarihsel blok oluşmuştu. Paranın iktidarının, yani en başta TÜSİAD'ın, AKP hükümetine karşı tavrının ne kadar eleştirel olduğunu, görmek isteyen gözler saptayabilir. Bugün gün ışığına çıkan belgeler bağlamında bizi ilgilendiren, silahın iktidarının dinin iktidarına karşı tavrının ne olduğudur. 2009 yılında ordu içinde çok örgütlü bir cunta, öyle albaylar, binbaşılar düzeyinde değil, belki ordu komutanları düzeyine kadar uzanan, belki bütün Genelkurmay'ı kapsayan bir cunta, hükümeti devirme planları yapıyor! "Burjuvazinin iç savaşının sonu" teorisi, "ıslak imza"lı belgenin bir yan zayiatı olarak tarihteki yerini almıştır!

Peki, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) 22 Temmuz seçimleri sonrasındaki pasif tutumuna, düşük profilli tavrına ilişkin olarak DİP Girişimi ne demişti? Birincisi, ordunun CHP'den ve solun bir dizi kesiminden farklı olarak stratejik düzeyi yüksek kurmaylarının 22 Temmuz'un çok ciddi bir yenilgi olduğunu kavradığı için "ricat" taktiğini uyguladığını. Bakın, 22 Temmuz sonrasında hazırlanan ve TSK'ya bu seçimleri izleyecek dönemde bir yöneliş belirlemeyi hedefleyen "Bilgi Destek Planı" ne diyor: "TSK'nın hâlihazırda siyasi gelişmeleri etkileme veya yönlendirme imkânının ne olduğu, daha doğrusu, bu imkânın kalıp kalmadığının belirlenmesi de önem taşımaktadır." Sonra ekliyor: "TSK'nın bir ‘imaj düzeltmesi' yapması (...) gerekli görülmektedir." Yani ordu bu dönemde yaralarını saracak!

İkincisi, DİP Girişimi Genelkurmay'ın bu dönemde (özellikle 5 Kasım 2007 Beyaz saray görüşmesinde Bush sınır ötesi operasyonlara izin verdikten sonra) dikkatini Kürt sorununa yönelttiğini ve enerjisini iki ayrı cephede bölmek istemediğini, hatta AKP'yi bu yolda kullanmak istediğini belirtmişti. Bu konuda da doğru söylemişiz ama eksik söylemişiz. "Bilgi Destek Planı" şöyle söylüyor: "TSK'nın ‘imaj tazelemesine' büyük kitlelerin ortak meselelerini kullanarak başlamak gerekiyor. Bu nedenle de, öncelikle PKK ve DTP üzerinde alenen ve kamuoyu oluşturacak şekilde (...) gidilmelidir."

DİP Girişimi'nin "Dolmabahçe mutabakatı" ve 22 Temmuz seçimleri ertesinde yaptığı analiz Genelkurmay belgeleriyle doğrulanmış bulunuyor. "Burjuvazinin iç savaşı" devam etmektedir. İşçi sınıfı hareketinin, sosyalizmin ve Kürt hareketinin mücadelesi bakımından bu saptama büyük önem taşıyor.