“Avrupa sosyal modeli” = İMF (20-06-2010)
Önce Yunanistan krizinin Avrupa Birliği (AB) konusunda bütün dünyaya öğretmiş olması gereken bir ders ile başlayalım. Türkiye halkından hakikatin en çok ve en kasıtlı biçimde saklandığı konulardan biri, AB meselesidir. AB, Türkiye halkına uzun yıllar boyunca, sağdan ve maalesef soldan katkılarla, "Avrupa sosyal modeli" diye adlandırılan özel bir modele dayalı bir uygarlık olarak sunuldu. Bu model, işçi ve emekçilerin refahını ön plana alan, "refah devleti"ni vazgeçilmez bir ilke olarak kabul eden, bir tür "iyiliksever kapitalizm"di.
Bu satırların yazarı, bütün bu yıllar boyunca, solu ve işçi hareketini, Avrupa işçi sınıfının yüz elli yıllık mücadelelerin sonucunda elde etmiş olduğu kazanımlar (sendikaların ve sosyalist hareketin gücü, işgücü piyasasında işçi sınıfını koruyan kurallar, genellikle "refah devleti" olarak bilinen sosyal hizmetlerin yaygınlığı vb.) ile AB'nin birbirine karıştırılmasına karşı uyardı. AB, Avrupa işçi ve emekçilerinin bu kazanımları üzerinde değil, bunların tırpanlanması ve adım adım ortadan kaldırılması üzerinde yükseliyordu. AB'nin yaslandığı herhangi bir "Avrupa sosyal modeli" varsa, bu neoliberal modeldi. Türkiye'nin AB'ye üye adaylığına kabul edildiği 2000'li yılların başından bu yana tekrar tekrar kullandığımız ifade şuydu: "AB, İMF'nin Avrupa kıtasındaki kod adıdır."
Bu iddianın doğruluğunun anlaşılması için AB'nin ve üye ülkelerin sosyo-ekonomik ve politik hayatını birazcık bilmek yeterdi. Bir kere, AB'nin ekonomik alandaki kurucu belgelerinden, avronun temelinde yatan Maastricht (1992) ve Amsterdam (1997) Antlaşmaları, bütünüyle piyasaya, mali disipline, sosyal hizmet harcamalarını kısıtlamaya yönelik neoliberal bir anlayışın cisimleşmiş haliydi. Öte yandan, her AB üye ülkesinde, sosyal harcamalara gelen bütün kısıtlamalar, aynen Türkiye'de İMF önlemlerinin her tür kemer sıkmanın gerekçesi olarak gösterilmesi gibi, sürekli olarak "Brüksel'in talepleri" ile gerekçelendirilmekteydi.
Ama insan görmek ve göstermek istemeyince, olağan dönemlerin gelişmeleri gözlerden gizlenebiliyor. Yıllar boyunca bizim AB'nin İMF ile aynı hamurdan yoğrulmuş olduğuna ilişkin olarak söylediklerimiz, AB'yi yüceltenler tarafından görmezlikten gelindi. Ağır kriz dönemleri ise, başka özelliklerinin yanı sıra, hakikatleri gizlenemeycek biçimde ortaya çıkarır. Şimdi, Yunanistan krizi ile birlikte, AB artık sadece "İMF'nin Avrupa kıtasındaki kod adı" değildir. Bir bakıma, "legale çıkmış", kod adını terk etmiş, İMF ile kol kola girerek Yunan işçi sınıfına ve emekçilerine cepheden saldırıyı kendi üzerine almıştır. Hakikat kimsenin yadsıyamayacağı biçimde ortaya çıkmıştır!
Tabii burjuva basınının yarattığı tuzaklara düşmezsek kavrayabiliriz bunu. Şimdi öyle bir tablo çiziliyor ki, avronun dolaşıma girdiği 1999'dan beri sanki Yunan halkı hep birlikte "lüküs hayat" yaşamıştır. Şimdi de hep birlikte bunun bedelini ödemek zorundadır. Bu durumda zavallı AB ne yapsın? Mecburen kemer sıkma isteyecektir. İnsan böyle düşünmeye başladı mı, İMF'nin kemer sıkma dayatmalarını da masum ve teknik meseleler olarak görmeye başlar, bu bir. Yunanistan'da işçilerin ve emekçilerin bütün bu on yıl boyunca hiç de bir ellerinin balda bir ellerinin yağda olmadığını görmezlikten gelmiş olur, bu iki. AB ve İMF'nin neden Yunan burjuvazisinden hiçbir fedakârlık beklemeyip kemer sıkmanın bütün yükünü işçi ve emekçilere yüklediğini açıklayamaz, bu da üç.
Kısacası, eğer sizin için İMF geçmişte emekçi düşmanı idi ise, bugün de AB'nin emekçi düşmanı olduğunu anlamış olmanız gerekir!
AB'nin geleceği tehlikede
Türkiye'nin AB üyeliği tartışılırken buna taraftar olanlar da karşı olanlar da AB'nin kendisinin geleceğini güvence altında görmüşlerdi. Bir tek Marksistler yıllardır vurguluyor: AB büyük bir ekonomik krizin veya dünyayı sarsan bir büyük savaşın yaratacağı merkezkaç güçlerin basıncı altında dağılabilir de. Yunanistan krizi, bunu somut bir şekilde ortaya koymuştur.
Önce şunu saptayalım. Bu kriz bir Yunanistan krizi değildir; aslında bir Avrupa krizidir. Bugün bütün dünya Yunanistan'ın ardından krizin hangi AB ülkesine yayılacağını konuşuyor: Portekiz, İspanya, İrlanda, İtalya, hatta Britanya, değişik risk derecelerinde olsa da, Yunanistan'dan sonra krize girebilecek, hatta hiç olmazsa ilk ikisi için Yunanistan gibi iflas etme olasılığı olan ülkeler olarak görülüyor. AB'nin mali disiplinini kuracağı hayal edilen Maastricht Antlaşması, her ülkenin bütçe açığını azami milli gelirin % 3'ü, kamu borcunu ise azami milli gelirin % 60'ı düzeyinde tutması gereğini kural haline getiriyordu. Bugün bırakın Yunanistan'ı, örneğin Britanya'nın bütçe açığı % 11,4 (Yunanistan'ınki % 13,7); İtalya'nın kamu borcu ise % 120'lerde (Yunanistan'ınki % 114)! Kısacası, Maastricht kriterleri delik deşik!
Üstelik mesele sadece bütçe ve dış ödemeler açığı veren ülkelerle sınırlı değil. AB'nin banka sistemi de bir çöküş tehlikesi altında. Sonuç olarak, eğer yukarıda sayılan bir dizi AB ülkesi borç batağında kıvranıyorsa, bu borçların alacaklıları da tehdit altında demektir. Bu alacaklılar, büyük oranda AB bankalarından ibarettir. Fransız banka ve sigorta şirketlerinin Yunanistan'dan alacağı 50 milyar dolar, Almanlarınki ise 37 milyar dolardır. Yunanistan iflas (temerrüt) ilan ederse bu bankalara ne olur? İspanya bankalarının Portekiz'deki alacakları ise 76 milyar dolara tırmanmaktadır. Almanya'nın geçen yıl batmak üzere iken devletleştirilen Hypo Gayrimenkul Bankası'nın tehlikedeki beş ülkeden (Yunanistan, Portekiz, İspanya, İtalya, İrlanda) alacağı tam tamına 52 milyar dolardır! Tek bir banka bu kadar büyük bir kredi riski ile karşı karşıyadır!
Avro bölgesi ülkelerince 8-9 Mayıs hafta sonu kabul edilen 1 trilyon dolarlık kurtarma paketi tam da bu nedenle o kadar büyük. Ama 8-9 Mayıs'tan bu yana, avro öteki paralar karşısında değer yitirmeye devam etti. Bu yazı yazılırken avronun paritesi Nisan 2006'dan bu yana ilk kez 1,22 doların altına düşmüştü. (Avronun dolar karşısındaki değeri krizden önce 1,61'e kadar yükselmişti.) Yani, piyasalar 1 trilyon dolarlık bir kurtarma paketinin bile avro bölgesinin krizini söndüreceğine güvenmiyorlar. Bu yüzden sadece Avrupa borsaları değil, bütün dünyanın borsaları hep birlikte tepe taklak.
İşte bu durum karşısında, çeşitli ülkelerin ortak parası olarak avro ve basit bir gümrük birliğinin ötesine geçen bir proje olarak Avrupa Birliği tehdit altında. Kimileri bize inanmayabilir, inanacakları odaklara kulak versinler. Nobel ödüllü ABD'li iktisatçı Paul Krugman soruyor ve cevabını veriyor: "Avronun kendisi tehdit altında mı? Tek kelimeyle, evet." Almanya Başbakanı Angela Merkel Avrupa Birliği'nin "varoluşsal" bir sınavdan geçmekte olduğunu söylüyor ve ekliyor: "Avro başarısızlığa uğrarsa, Avrupa başarısızlığa uğrar." Fransız Le Monde gazetesinin başyazısı teşhisi koyuyor: "Avrupa ya tamam, ya devam diyecek".
Avrupa'da sınıf mücadeleleri
Avrupa kapitalizmi "devam" demek için sadece Yunanistan'da değil bütün ülkelerde işçi sınıfına saldırmaya başladı. İrlanda ve Portekiz'den sonra, İspanya (6 milyar avro), Britanya (6 milyar sterlin), İtalya (24 milyar avro), hatta Almanya ardı ardına kemer sıkma politikalarına yönelmiş durumdalar. Bunun ne anlama geldiği açık: Yunanistan'da görülen sert sınıf mücadeleleri, bütün Avrupa'ya yayılabilir. Elbette, geçen yazımızda da belirttiğimiz gibi, burjuvazinin saldırısına işçi sınıfının nasıl ve ne sertlikte cevap vereceği, her ülkenin siyasi hayatında rol oynayan sayısız faktör tarafından belirlenecektir. Ama sınıf mücadelelerinin yükselmesinin dinamiği harekete geçmiştir. Sonuç her ülkede işçi ve emekçilerin mücadelesinin nasıl örgütlendiğine bağlı olacaktır.
Avrupa "tamam" mı diyecek "devam" mı sorusu, ilk bakışta, sadece iki alternatifli bir soru gibi görünebilir: Ya AB'nin inşasına devam etmek ya da eski ulus devlet yapılarına geri dönmek. Oysa, eğer sınıf mücadelesi yükselir ve bütün Avrupa'yı kaplarsa, bir üçüncü alternatif daha ufukta görünebilir: Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri.