Askeri fiyasko, siyasi bozgun! (03-03-2008)

Harekâtın askeri bilançosu: fiyasko

21 Şubat’ta başlayan askeri harekâtta ordu kaynaklarına göre 300'e yakın gerilla ve 24 asker hayatını kaybetmiş. PKK kaynakları ise ölen gerilla sayısının bundan çok daha az, asker sayısının ise 125 olduğunu söylüyor. Bu sayılar tartışıladursun, gözlerimizi dikmemiz gereken nokta Zap muharebesidir. Bu odak noktasından bakıldığında, askeri açıdan operasyon fiyasko ile sonuçlanmıştır. Ordunun ve burjuvazinin askeri harekâttan beklediği hiçbir zaman tam olarak açıklığa kavuşmamakla birlikte, en azından PKK'nin birçok kampını kısa sürede ele geçirmek ve PKK'yi askeri açıdan zayıflatmaktı. Ancak bilanço ortada. Zap kampı hakkında günlerce “bir kilometre kaldı”, “stratejik noktaları ele geçirildi” diye haberler verilmiş, ama Zap kampı ele geçirilmeden ordu Kuzey Irak’tan geri çekilmiştir! Eğer bu kampın ele geçirilmesi operasyonun amaçlarına dahil değildi ise, günlerce kampın önünde neden savaş yapılmıştır? Yok eğer kampın ele geçirilmesi önemliyse, neden savaş birden yarıda kesilmiş ve kamp alınmadan geri dönülmüştür? Bu durumda Genelkurmay operasyonun “amacına ulaştığını” nasıl söyleyebilmektedir?

Eğer amaç savaşın her iki tarafından yüzlerce insanın ölümü ise bu amaca ulaşılmıştır!

Siyasi kazanım

Harekâtın siyasi ayağı Türkiye burjuvazisinin kazanımını ve bunun sınırlarını göstermesi açısından önemlidir. 21 Şubat'taki kara harekâtı Türkiye burjuvazisinin ABD ile uzlaşması ve 5 Kasım’daki Erdoğan Bush görüşmesinin sonucudur. Görülen o ki 1 Mart 2003 tezkere "kazası" Erdoğan’ın 5 Kasım’da Bush'a verdiği sözler ile aşılmıştı ve bunun karşılığında ABD'den kara ve hava harekâtına izin çıkmıştı. Bu görüşmenin ardından Türkiye'ye biçilen rol "Büyük Ortadoğu Projesi” (BOP) çerçevesinde  ABD'nin yanında savaşa daha derinlemesine girmekti.

AB cephesinde ise operasyona ilişkin ABD'den farklı bir tutum yoktu. Bir kanun değişikliğinde ortalığı ayağa kaldıran AB bürokratlarının, onlarca, yüzlerce insanın öldüğü operasyona karşı cılız uyarılar dışında ses çıkartmamaları, AB'nin Kürt halkına bakışının açık bir ifadesi oldu. Emperyalist ABD ve AB'nin desteğini alan Türkiye burjuvazisi, böylece kara harekâtına başlamış oldu.

Harekâtın Türkiye’nin burjuvazisi açısından kazanımı, Irak'ın işgalinden sonra ilk defa Kuzey Irak'a girebilmesidir. Burjuvazi PKK’ye Kuzey Irak’ta kara operasyonu yapmasının siyasi açıdan mümkün olduğunu bir tehdit unsuru olarak göstermiştir. 2003-2007 arasındaki zaman diliminde ortaya çıkan durum böylece 5 Kasım’da Beyaz Saray görüşmeleriyle sona ermiştir. Askeri fiyaskonun üzerini kapatan bu siyasi kazanımdır.

Kazanımdan bozguna
Ancak, operasyonun apar topar bitirilmesi, bu kazanıma da büyük ölçüde gölge vuran, gelecekte bu tür operasyonları da zora sıkan bir siyasi bozgun anlamına geliyor.

Ne oldu da operasyon apar topar bitirildi? Operasyonun son günlerinde ABD Savunma Bakanı operasyonun kısa sürmesi gerektiğini daha Türkiye’ye ayak basmadan, gezisinin Avustralya ve Hindistan ayaklarında alenen ilân etti. Savunma Bakanı Gönül ve Genelkurmay Başkanı Büyükanıt cevaben operasyonun ancak amacına ulaşıldığı zaman sona ereceğini ileri sürdüler. Ayrıca Gönül ABD’nin talebine karşı Türkiye’nin Afganistan’a şimdilik muharip güç yollamayacağını ifade etti. Bu açıklamalar ABD’nin de çıtayı yükseltmesine yol açtı. Gates, daha sonra dönüş uçağında belirttiği gibi, Ankara’da operasyonun kısa kesilmesi gerektiğini “dört defa” söyledi. Bu yetmedi, Bush da Washington’dan “kısa kesin” açıklaması yaptı. ABD Türkiye'ye ancak kendisinin izin verdiği ölçüde hareket edebileceğini hatırlattı. Operasyon ABD’nin izniyle başladı, izin bitince de sona erdi! Şimdi halk bunu sorgulayacaktır. ABD ile Türkiye’nin ilişkileri yeniden 5 Kasım öncesine dönecektir. Bu operasyon, onu düzenleyen Türkiye hakim sınıfları ve izin veren ABD için büyük bir siyasi kayıpla sonuçlanmıştır.

Operasyon askeri açıdan başarılı yürütülüyor olsa idi belki de bu kadar apar topar bitirilmeyebilirdi. Zap kampının ele geçirilememesinin sembolik olarak ortaya koyduğu başarısızlığın başka göstergeleri de vardır. TSK’nın kayıplarının çoğunun rütbeli olması ve daha harekâtın ilk günlerinde bir helikopterin düşmesi savaşın gerçekte nasıl devam ettiğinin göstergeleridir. Operasyonun askeri getirisi düşüktü, siyasi maliyeti yüksekti. Öyle anlaşılıyor ki, ABD’nin “çık!” komutu, bu zor durumdan kurtulmanın bir yolu olarak da görülmüştür.

Yaşanan bir savaştır!

Türkiye’nin hakim güçleri 24 yıldır halktan saklamaya çalıştığı bir gerçeği nihayet itiraf etmiş bulunuyor: Yaşanan bir savaştır. Yıllardır, “savaş” diyenlere kin kustular, “terör”den başka sözcük kullandırmadılar. Oysa bugün bütün televizyon programlarında ve gazetelerde harekât üzerine görüş belirten emekli generaller, stratejistler, yazarlar ağız dolusu “savaş” diyorlar. Başka ne desinler ki? Bir ordu kendi ülkesinin sınırını geçmiş, uluslararası hukuka göre başka bir devletin topraklarında bir başka askeri güçle çatışmaya girmiş. Mevzi savaşı var, top savaşı var, helikopter desteği var, kuşatma var, pusu var. Bunun adı savaştır. Bu savaş bugün başlamadı, 24 yıldır sürüyor. Savaşın adını koymak kendi başına sorunun çözümü için önemlidir. Bir kez savaş olduğunu kabul ettiğinizde beraberinde şu soru gelir: Her savaşın ardında siyasi bir mesele vardır. Bu savaşın ardında hangi siyasi mesele vardır? Kürt sorunu! Öyleyse, kimse “bu Kürt sorunu değildir, terör sorunudur” demesin!

Dersler

Sekiz gün süren harekât hem Kürt hareketi hem de  sol hareket açısından önemli sonuçlar doğurmuştur. Öncelikle işgal sonrası Kuzey Irak, Türkiye için artık girilmez bir bölge değildir. AKP hükümeti ve ordu ABD ile anlaştığı ölçüde bundan sonra da karadan veya havadan Kuzey Irak'a girecektir. Kürt hareketi 2003’ten itibaren yaptığı tespitlerde ve bunlara bağlı olarak sürdürdüğü politikalarda yanıldığını artık anlamış olmalıdır. İşçi Mücadelesi’nin yıllardır yaptığı uyarılar teker teker doğrulanıyor. Birincisi, ABD Kürtleri müttfeki seçerek Türkiye’yi defterden silmiş falan değildir.  İkincisi, bu operasyonda Talabani ABD-Türkiye cephesinde yer almış, Barzani ise sessiz ve tarafsız kalmıştır. Her ikisi de ABD’ye ricacı olarak PKK’yi değil kendilerini korumaya çalışmışlardır. Irak Kürt önderliklerini göklere çıkaranlar şimdi uzun uzun devrimci Marksistlerin uyarılarını düşünmeliler. Kürt hareketi siyasi çizgisini yeniden düzenlemek zorundadır.

İkinci olarak AKP Kürt sorunu konusunda tıpkı diğer hükümetler gibi baskı, inkâr ve imha politikasından vazgeçmeyeceğini göstermiştir. Kürt hareketinde ve solda AKP konusundaki yanılsamalar artık dağılmalıdır.

Harekâtın bu sonuçları Kürt hareketi ve sosyalistler açısından iyi değerlendirmelidir. Önümüzdeki dönem çok hassas bir dönem olacaktır. İşte bu yüzden Kürt ve Türk işçi ve emekçileri arasında milliyetçi gerilimlere karşı, Batıdaki işçi ve emekçilere Kürt sorununu daha net ifade etmek, Türk işçi ve emekçiler ile Kürt halkının ortak düşmanı olan Türkiye burjuvazisine karşı ortak mücadeleyi örmek gerekecektir. Çözüm işçi hareketinin Kürt halkının mücadelesini sahiplenmesinde, Kürt hareketinin ise yüzünü işçi sınıfına ve emekçilere çevirmesindedir.