8 Mart: 100 yıl önce ne oldu? (08-03-2010)
100 yıl önce, 1910 yılında Danimarka'nın Kopenhag kentinde toplanan Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı'nda, 1909'da Kuzey Amerikalı sosyalist kadınların ekonomik ve siyasi haklar için düzenledikleri Ulusal Kadın Günü örneğinden hareketle, Clara Zetkin bir günün Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmasını önerdi. Konferans bu öneriyi II. Enternasyonal'e iletti ve öneri kabul edildi. Kuzey Amerikalı kadınları harekete geçiren ise 1857 ve 1908 yıllarında New York'ta işçi kadınların sergiledikleri mücadeleler olmuştu.
Önce 1857 yılında New York'ta günde 15-16 saat çalışmaya zorlanan dokuma işçisi kadınlar 10 saatlik iş günü ve insanca çalışma koşulları talebiyle greve gittiler. Bu grev Amerikan devleti tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı, çok sayıda kadın tutuklandı veya öldürüldü. O tarihten 51 yıl sonra, bu kez 1908 yılında yine New York'ta 15 bin tekstil işçisi kadın, daha kısa çalışma saatleri, daha yüksek ücret, doğum izni ve oy hakkı talebiyle mücadeleye başladı. En fazla öne çıkardıkları slogan "Ekmek ve Gül" idi. Ekmek, yaşama güvencesini, gül ise daha insanca bir yaşamı simgeliyordu. Mücadele içindeki kadınların diğer işçilerle ilişkilerini kesmek için, işçi kadınları fabrikaya kilitlediler ve fabrikada "bilinmeyen bir nedenle" çıkan yangın sonucu 129 kadın işçi yaşamını yitirdi. İşte 100 yıl önce olan, işçi kadınların yaşamları pahasına verdikleri bu mücadelelerin anısına Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nün ilan edilişidir.
1910 yılından itibaren farklı ülkelerde yaşayan kadınlar Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü Şubat ve Mart ayının farklı günlerinde çeşitli eylemlerle kutladılar. Tüm dünyada ortak tek bir günün belirlenmesi ise yine başka bir mücadeleye dayanır. Rumi takvime göre 23 Şubat, Miladi takvime göre ise 8 Mart 1917 tarihinde Rusya'da işçi kadınlar savaşa ve yoksulluğa karşı greve gittiler. Bu grevle birlikte patlak veren ve tarihe Şubat Devrimi adıyla geçen olaylar karşısında çaresiz kalan çar tahttan indi ve görevi ele alan geçici hükümet kadın işçilerin taleplerini kabul etmek zorunda kaldı. Bu mücadele sonucunda kadınlar oy hakkını elde ettiler. 8 Mart'ta Rusya'da işçi kadınların başlattıkları ve sonucunda oy hakkını elde ettikleri bu büyük greve atıfla 1921 yılında toplanan II. Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı, Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nün her yıl 8 Mart'ta kutlanmasına karar verdi.
Bu mücadelenin gücü ve 1960'lı yıllarda yükselen feminizmin ikinci dalgasının etkisi altında Birleşmiş Milletler, 1975'te Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü kadınların uluslararası günü olarak kabul etti. Ama bu arada adını değiştirmeyi ve Dünya Kadınlar Günü yapmayı ihmal etmedi. Birleşmiş Milletler gibi emperyalist-kapitalist düzenin bir kurumunun emekçi kadın vurgusunu muhafaza etmesi beklenemezdi.
Tüm bu tarihleri ve mücadeleleri sıralamamızdaki amaç tabii ki basit bir aritmetik hata yapıldığını ve gün olarak 8 Mart'ın aslında yüzüncü yılı olmadığını söylemek değil. Amaç, kadınların kurtuluşu mücadelesi tarihinde 100 yıl önce ne olduğunu ve bu tarihi hangi kadınların yazdığını bir kez daha anlamaktır. Bunu yapalım ki önümüzdeki yüzyılda yolumuzu kimlerin açabileceğini, hangi yoldan yürümek gerektiğini doğru tespit edebilelim.
Kadın kurtuluşu mücadelesi elbette 1920'li yıllarda kalmadı. Bir dizi farklı mücadele başlığı etrafında sadece işçi emekçi kadınlar, sosyalist kadınlar değil, farklı kesimlerden kadınlar da, çeşitli kadın örgütleri ve feministler de çok önemli mücadeleler verdiler. Hatta kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz, ev içi emeği gibi konularda feministler ve kadın örgütleri emekçi kadınlara göre çoğu zaman daha yoğun bir faaliyet içine girdiler, bazı mücadele başlıklarını emekçi kadınların fark etmesini sağlayacak çalışmalar yaptılar. Bu anlamda erkek egemen kapitalist sisteme karşı kadınların kurtuluşuna hizmet edecek her türden katkı değerlidir. Ancak söz konusu olan kadınların nihai olarak kurtuluşu ise bu, ancak emekçi kadınların öncülüğünde yükselecek bir mücadelenin eseri olacaktır. Çünkü kapitalizm yenilmeden erkek egemenliği yenilmez. Çünkü özel mülkiyeti ortadan kaldırmadan kadınlar kurtulamaz. Hatta özel mülkiyeti kaldırmak ve kapitalizmi tarihin çöplüğüne göndermek de tek başına yetmez, kadın kurtuluşu mücadelesi sonrasında da devam eder. Öncekiler sadece nihai kurtuluşu için bir önkoşul oluşturur. İşte bu yüzdendir ki iki sıkı dost haline gelen erkek egemenliği ve kapitalizme karşı mücadeleyi sonuca, onlarla hiçbir ortak çıkarı olmayan emekçi kadınlar ve onların yanında yer alacak bütün kadınlar taşıyabilir.
Yalnızca kurtuluş değil, bugünün mücadelesi için de emekçi kadınlar en öne!
Ekonomik kriz dönemlerinde kadınlar bir yandan daha fazla oranda emek gücü piyasasına çekilirken, bir yandan da cinsiyetçi istihdam politikaları nedeniyle evlerine gönderilmekte, işsizliğe mahkûm edilen ilk kesim olmaktadır. İlk çıkarılanlar ya da kayıt dışı bir şekilde güvencesiz çalışmaya ilk yönlendirilenler de kadın işçiler oluyor. İşten çıkarılma tehdidinin bu kadar yüksek olduğu bir durumda kadın işçiler iş yerlerinde yaşadıkları şiddete, cinsel tacize daha zor ses çıkarabiliyorlar. Ya da işini kaybetmektense, maaşının düşürülmesine, kazanılmış haklarının bazılarını kaybetmeye razı oluyorlar. O zaman da hem geçim kaygıları hem de her an karşısına dikilen işsizlik tehdidi ile mesela evde yaşadıkları şiddete katlanmak zorunluluğu doğabiliyor. İşyerinde ikincil konumda kalmasına neden olduğu için, ne zaman doğum yapacağına karar veremiyor, kendi bedeni üzerinde tam bir söz hakkına sahip olamıyor. Oysa iş güvencesi olsa işyerinde tacize karşı ses çıkarmak, evde maruz kaldığı baskıya karşı durmak, bedenimiz bizimdir demek daha mümkün olacaktır. Kadınların tek başlarına neredeyse tüm yükünü omuzladıkları çocukların bakımı, işyerlerindeki sendikal haklar ve örgütlülük yükseldiğinde ve mesela "her işyerine kreş" talebi adım adım hayat bulmaya başladığında daha farklı bir boyut kazanacaktır. Örnekler çoğaltılabilir elbette, ama bu kadarı bile gösteriyor ki emekçi kadınların öncülüğünde yükselecek bir mücadele, sadece nihai bir zafer için değil, bugünün mücadelesi için de ve çoğu zaman sadece kadın örgütlerine terk edilen "kadın olmaktan kaynaklı sorunlar" etrafında örülen mücadeleler için de gereklidir. Çünkü emekçi kadınların sınıf mücadelesi alanında kazandığı mevziler, örgütlülüğünün güçlenmesi kadın kurtuluş mücadelesini de besleyecek, onun önünü açacak bir nitelik taşır.
100. yıla yakışır bir direniş: Tekel
Bu yıl bu topraklarda Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü kutlamaya hazırlanırken sadece 100. yıl heyecanını değil, işçi sınıfının uyanışının simgesi haline gelen Tekel işçilerinin kahramanca direnişinin coşkusunu da yaşadık. Tekel işçileri için iki ayı aşkın bir süre boyunca yerlerinden yurtlarından uzakta, ailelerinden ayrı Ankara'nın ayazında yağmur çamur kar demeden, zaman zaman devletin saldırılarına göğüs gererek direnmek yeterince zordu. Ama daha da zor olanı Tekel direnişinde kadın olmaktı. Ama kadınlar bir kere yola çıkmışlar, tüm önyargıları adım adım kararlılıkları ile yıkarak mücadeleye atılmışlardı. Ailelerinden, çevrelerinden gelen baskıya karşı ve hatta belki de zaman zaman erkek yoldaşlarının telkinlerine rağmen, haklarını almadan dönmeyeceklerini söylediler her an. Ve Tekel direnişinin de hep en ön saflarında yer aldılar. Onların direnişi emekçi kadınların nasıl bir güce sahip olduklarının, mücadele azminin ve kararlılığının bir örneği idi.
1857'de insanca çalışma koşulları için her türlü saldırıya göğüs geren, 1908'de oy hakkı, doğum izni ve daha kısa çalışma saatleri gibi talepleri yaşamlarını kaybetmek pahasına savunan emekçi kadınlar yolumuzu açmışlardı. Bugün de Tekel işçisi kadınlar aynı yoldan, aynı kararlılıkla yürüyor. Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nün 100. Yılında Tekel işçisi kadınlar bize yol gösteriyor.
Erkek egemenliğine ve kapitalizme karşıEmekçi kadınlar en öne!