1 Mayıs “milli bayram” mıdır? (14-05-2010)

İnsanların çoluğuyla çocuğuyla meydanlara koşması ne gösteriyor? Sömürülenlerin, yoksullaştırılanların, ezilenlerin, yasaklar kalkınca, korku dinince karşı karşıya oldukları koşulları protesto etmek için harekete geçtiklerini. Ama özellikle işçi sınıfının kitlesel katılımı açısından çok daha önemli bir faktörden söz etmek gerekiyor: Tekel etkisi. 78 günlük Sakarya mücadelesi, Türkiye işçi sınıfını uyandıran, mücadeleye teşvik eden, haklarına ve çıkarlarına sahip çıkmaya sevk eden bir yol gösterici olmuştur. Önümüzdeki dönemde işçi sınıfından (biz buna kamu emekçilerini de katıyoruz) yeni mücadeleler de beklemeliyiz.

1 Mayıs 2010'un bir başka önemli yönü de BDP'nin işçi sınıfının yanında mücadeleye yıllar sonra kitlesel olarak dönmüş olmasıdır. Böylece, düzenin ezdiği büyük kitlelerin, en başta işçi sınıfının ve Kürt halkının hakim sınıf güçlerinden bağımsız, onların hepsine karşı  tavır alan bir ortak mücadelesinin olanakları yeniden ufukta görümüştür. Gidilecek çok yol var, ama bu bir başlangıç olabilir.

"Hepimiz emekçi" imişiz!

1 Mayıs 2010'u bu nitelikleriyle önemli kabul etmek başka, işçi sınıfını kapitalist düzenin sınırları içinde evcilleştirmek amacına hizmet eder biçimde yüceltmek başka. 1 Mayıs 2010, aynı zamanda, Türkiye burjuvazisinin 1 Mayıs'ı bir mücadele günü olmaktan çıkararak, "Sevgililer Günü" ya da "Anneler Günü" misali yılda bir tüketilerek atılacak bir törene dönüştürme yönünde yepyeni bir çabasına tanıklık etti.

Bunun gerçekliğini ortaya koyacak kanıtları saymaya, bir gazete yazısının dar sınırları yetmez bile. Kısaca en önemli örneklere değinelim. En yukarıdan başlayalım. Cumhurbaşkanı Gül, 1 Mayıs hakkında konuşurken şöyle diyor: "Herkes emekçi aslında, bizler de sizler de emekçi, herkes emekçi." Başbakan Erdoğan ise, "böyle güzel günleri hepimiz ortak bir duyguyla, bayram coşkusuyla, birlik ve beraberlik içinde kutluyoruz." İşçi hareketine kızdığında "ayaklar baş olursa" diye söze başlayan yoksa başkası mıydı? PTT, 1 Mayıs pulu çıkarıyor. Üzerinde, sanki 1 Mayıs "dünya barış günü" imiş gibi, Picasso'nun barış güvercini var. İstanbul Belediyesi, İstanbul'un bütün yollarına "Emek ve Dayanışma Günü"nü kutlayan pankartlar astırıyor. İtfaiye işçilerini taşeronların kaprisine terk eden bu belediye değil miydi yoksa? Yıllar boyu 1 Mayıs'ı kutlamaya çalışan işçilerin üzerine gaz ve basınçlı su sıktıran İstanbul Valisi, 1 Mayıs'ı hararetle kutluyor. İstanbul Emniyet Müdürü, cumhurbaşkanına ve başbakana yankı veriyor: "Bu bayramı hep birlikte güle oynaya kutlayacağız...Biz de emekçiyiz." Medya 1 Mayıs yandaşı haline geliyor. CNN 1 Mayıs'ı İtalyan partizanlarının ölümsüz şarkısı "Çav bella" eşliğinde yayınlıyor!

Tabii, en güzeli ve en anlamlısı, TÜSİAD da bir 1 Mayıs mesajı yayınlıyor! TÜSİAD başkanı, "çok daha iyi çalışma standartlarına ulaşılması sağlanmalıdır" buyuruyor. Sanki çalışma standartlarının (ne demekse!) yükselmesine engel olan kendileri değilmiş gibi! Sonra ekliyor: "Bir bayram havasında geçeceğine inandığımız 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü'nü kutlarım." Gölge etmeyin başka ihsan istemez!

Sadece sözlerde değil, pratikte de durum çarpıcı. Bütün burjuva partileri AKP, CHP, DSP, Saadet Partisi, Demokrat Parti 1 Mayıs'a destek veriyor. Özellikle CHP bazı yerlerde kitleselliği ile dikkat çekiyor. Değişik partilerden, ama en çok CHP'den belediye başkanları da cabası. İroninin en büyüğü İzmir'de yaşanıyor: CHP'li Karşıyaka belediyesinde işten çıkartılan Kent A.Ş. işçileri meydanda, CHP'li belediye başkanları da! İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Aziz Kocaoğlu da meydanda, onun taşeronluk düzenini protesto eden bini aşkın Park Bahçe işçisi de!

İşin acısı, bu doğrultuda en çarpıcı ifade bir sendikacıdan gelmiştir. Türk-İş 1. Bölge sorumlusu Faruk Büyükkucak şöyle diyor: "Tüm siyasi partiler, odalarımız ve halkımız birlikte kutlayacağız. Burada taraf yok."

Durum açıktır. Türkiye burjuvazisi, işçi sınıfının 1 Mayıs mücadelesini bastıramayacağını anlamıştır. Şimdi, sendika bürokrasisinin bir bölümünün de desteğiyle, onu düzenin bir parçası haline getirmeye çalışıyor. 1 Mayıs, aynen 8 Mart ve Newroz için yıllardır yapılmaya çalışıldığı gibi, sahiplerinden çalınarak düzene mal edilmeye çalışılıyor.

Hayır, 1 Mayıs "birlik ve beraberlik içinde" kutlanacak bir bayram değildir. Hayır, siz emekçi değilsiniz. 1 Mayıs, 12 Eylül cuntasının işçi sınıfı hareketini ezmesini ve sınıfın kazanımlarını gaspetmesini alkışlamış olan TÜSİAD'a karşıdır. Burada "taraf" vardır! 1 Mayıs, burjuvazinin uluslara bölünmüş gibi sunduğu dünyayı, sınıflara dayalı biçimde yeniden böler. 1 Mayıs, milli bayram değildir, enternasyonalist bir gündür. 1 Mayıs değil "milli bayram", bayram bile değildir, bir mücadele günüdür. Her kim, sol adına konuşur ve burjuvazinin bu yeni 1 Mayıs taktiğine karşı çıkmaz, o burjuvazinin yanında yer alıyor demektir.

Anormalleşme

1 Mayıs dolayısıyla dolaşıma sokulan bir terim her şeyi anlatıyor. Ulaştırma Bakanı, yukarıda sözünü ettiğimiz 1 Mayıs pulundan söz ederken bunun "ülkenin normalleşmesiyle aynı döneme denk düştüğünü" söylemiş. Televizyonlar 1 Mayıs'ı anlatırken bu "normalleşme" sözcüğünü bol bol kullandı. Liberal soldan yazarlar da kavrama iç huzuruyla başvuruyorlar. Oral Çalışlar, Radikal'deki köşe yazısında, bu 1 Mayıs'ı tam da böyle niteledi.

Bu 1 Mayıs bu yüzden çok komik yazılara vesile oldu. Tarihsel TKP'nin genel sekreteri iken Marksizme düşman olup liberalizme iltihak eden Nabi Yağcı, bu 1 Mayıs'ta "heyecan" içinde olduğunu yazdı. Kendi deyimiyle eski "şarkıları" da hatırlamış: 1 Mayıs, Venceremos, Enternasyonal. Kim bilir, söylemeye söylemeye, bu son "şarkı"nın nakaratını unutmuştur, biz hatırlatalım: "Bu kavga en sonuncu kavgamızdır artık!" Eski solcu, yeni liberal aydınlar arasında dürüstlüğü ile pırıldayan, kendisini "liberal demokrat" olarak sunan Cüneyt Ülsever, "32 sene sonra ‘1 Mayıs'ın sihri' hâlâ üzerimde" diye yazdı. Sınıf mücadelelerine yıldızlar kadar uzak Ahmet Altan 1 Mayıs'tan "sevinç" duydu. Bu ironinin kaynağını kavramak gerekir. Liberalizmin sözcüleri, Türkiye burjuvazisinin işçi sınıfını Avrupa'nın burjuvazisi gibi evcilleştirerek yönetebileceği umuduna kapıldıkları için sevinç içindeler. Oysa bu mümkün değildir. 30 yıldır işçi sınıfına saldıran burjuvazi bugün bu sınıftan "toplumsal barış" beklemesin. Eğer böyle bir şey olursa, bu "normalleşme" değil "anormelleşme" olur!

1 Mayıs 2010 kitlesel katılımı, büyük coşkusu ve Kürt hareketinin işçi sınıfının yanında yer alması bakımından önemlidir. Ama işçi sınıfı mücadelesinde bir dönüm noktası, hele hele bir başlangıç hiç değildir. Başlangıç Tekel'di. Devamını getirmek hepimizin görevidir.