Üniversite A.Ş. geliyor

Cumhurbaşkanı Türkiye'yi Anonim Şirket gibi yöneteceğiz der de YÖK durur mu? 17 Mayıs'ta TBMM'ye sunulan “Sanayinin Geliştirilmesi ve Üretimin Desteklenmesi Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”na iliştirilen maddelerle yükseköğretimde köklü bir dönüşümün düğmesine basılmış durumda.

Yükseköğretimin “sanayinin geliştirilmesi ve üretimin desteklenmesi”nin bir alt başlığı haline getirilmiş olması ne yapılmak istendiğine dair baştan bir fikir veriyor. Ama içeriğe bakınca da görüyoruz ki adıyla sanıyla “Üniversite A.Ş.” geliyor. Şaka ya da ironi değil. Söz konusu taslakta kamu üniversitelerinin Teknoloji Transfer Ofisi adı altında şirketleşmesinin (Anonim, Limited ya da Komandit şirket biçiminde) yolu açılıyor.

Sadece üniversiteler şirketleşmiyor. Şirketler de üniversite yönetimine giriyor. Yükseköğretim eğitim programları danışma kurulu, meslek yüksek okulları koordinasyon kurulu, kalite kurulu adı altında kurulması öngörülen organlarda ya sermayenin çatı örgütü TOBB doğrudan yer alıyor ya da özel sektörle işbirliği şart koşuluyor.

Siz bir holdingin, hatta TÜSİAD'ın ya da TOBB'un “bilim kurulu” olduğunu hiç duydunuz mu? Olmaz çünkü ticaret başka şeydir bilim başka şey. O yüzden üniversitede de “kalite kurulu”nun olmaması icap eder. Ancak şimdi YÖK'ün akreditasyon ve çıktı kontrolü yetkisi özerk kalite kuruluna devredilmektedir. Akreditasyon yetkisi özerk bir kalite kuruluna devredilirse ne olur? Bilimsellik yerine verimlilik ve kârlılık kriterleri hâkim hale gelir. Dolayısıyla da artık yükseköğretimde bilim ve eğitimden değil “çıktı”dan bahsedilmektedir.

Tasarıya göre bölümlerin kontenjanları da sermaye temsilcileri ile danışma kurullarında belirlenecek. Bu durumda mesela felsefe, arkeoloji, edebiyat gibi para getirmeyen bölümlerin kapatılmasının gündeme gelmesi kaçınılmazdır. Bu abartma falan değil. Yükseköğretimin piyasalaştırılmasının en önemli atılımlarından biri olan Bologna süreci kapsamında bu tür olaylar Avrupa Birliği'nde yaşandı.

İşyeri odaklı eğitim adı altında mühendislik fakültelerinde süren staj sömürüsü yeni bir boyut kazanıyor. YÖK'e fen bilimleri ve mühendislik bölümlerinde okuyan öğrencilerin, 1 yarıyıl özel şirketlerde ya da teknoparklarda uygulamalı eğitim yapmasını zorunlu hale getirme yetkisi veriliyor. Yine taslağa göre uygulamalı eğitim adı altında şirketler istedikleri kadar öğrenciyi net asgari ücretin yüzde 35'i ücret vererek sömürebilecekler.

Artık organize sanayi bölgelerinde (OSB) meslek yüksek okulu açılabilecek. Yükseköğretimin ticarileştirilmesi ve standartlaştırılmasıyla üniversitelerin akademik ve bilimsel niteliklerini yitirdiği birer meslek okuluna dönüştükleri zaten biliniyor. Bu sürecin bir devamı olarak meslek yüksek okullarının da doğrudan OSB'lerde sermayeye ucuz işçi sağlayacak özel istihdam bürolarına dönüştürülmek istendiğini görüyoruz.

Üniversite A.Ş.'nin olmazsa olmazı hiç kuşku yok ki güvencesiz çalışanlardır. Baş belası 50d yine sahnede. OHAL KHK'ları ile ÖYP'li asistanları 50d'li yapanlar şimdi de ekledikleri geçici maddeyle bundan sonra sadece 50d maddesiyle asistan alımı yapılacağını buyuruyorlar. 2547'de istisnai bir atama maddesi olan 50d böylece esas asistan kadrosu haline getiriliyor. Yani doktoralarının ardından tüm asistanların görevine son verilecek.

Doktorasını tamamlayanlardan ise ancak yüzde 20 oranında yardımcı doçent atanabilecek. AKP'nin cemaate ne istediyse verdiği dönemlerde 50d'yi bir aşkla hep birlikte nasıl kadrolaşma amacıyla kullandıklarını ve bizlerin buna nasıl direndiğimizi daha önce yazmıştık. Doğrusu 2008-2009 anti-50d mücadelesiyle kadro hakkımızı kazanmıştık. Ama bilen bilir cemaat bağlantılı olanlar için yüzde 100 olan yardımcı doçentliğe atanma oranı bizim için hep yüzde 0 kaldı. Düzene muhalif öğretim elemanları yıllarca doktor asistan olarak kadro bekledi. Milat dedikleri 17-25 Aralık'tan sonra bile nedense bu oran ne bizden yana ne de cemaatçilerden yana pek bir değişikliğe uğramadı.

Sonuçta 12 Eylül'ün yolunu açtığı, 1994 TÜSİAD raporundan beri en açık ifadesiyle sermaye tarafından savunulan, Kemal Gürüz döneminde YEK tasarısıyla, sonraki yıllarda cemaatçilerin operasyonlarıyla hep gündemde tutulan, TÜSİAD'ı, MÜSİAD'ı, AKP'si, cemaatiyle sermayenin ortak programı olan Üniversite A.Ş. adım adım uygulamaya konuyor. KHK ile atıldığımızda bizim atılmamız memleketin ve üniversitenin karşı karşıya olduğu tehditler yanında bir teferruattır demiştik. Ne yazık ki haklı çıkıyoruz. Bizleri neden attıklarını bir kez daha görüyoruz. Ancak sonuçta sınıf mücadelesi bireysel değildir. Bizler atılmış olsak da örgütlülüğümüz durmaktadır. Bu anlamda Eğitim Sen, Üniversite A.Ş. saldırısına karşı tüm gücünü seferber etmelidir. Döneceksek de döndüğümüzde geride bir üniversite bulacaksak da zaten bunun yolu örgütlü mücadeleden geçmektedir.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Haziran 2017 tarihli 93. sayısında yayınlanmıştır.