Ulusal çıkar: Sınıf mücadelesinin prangası
İzmir’in Menderes ilçesine bağlı Efemçukuru köyü, yıllardır dünyaca ünlü üzümleri ile değil siyanürlü altın madenciliğine karşı mücadelesiyle gündemde. Kanadalı Eldorado Gold'un Türkiye şirketi Tüprag Madencilik, İzmir’in içme ve kullanma suyu havzasında bulunan bölgede 35 ton altın rezervi belirledi ve yaklaşık 800 dönümlük araziye talip oldu. Tüprag, toprakların yüzde 60'ını köylülerden satın almayı başardı. Kalan kısım için geçen yıl Enerji Bakanlığı'na arazinin kamulaştırılması için başvurdu. Topraklarını satmak istemeyen Efemçukuru köylüleri, şirketin işletmek istediği madenin önündeki en ciddi engellerden biriydi. Bakanlar Kurulu bu engelin aşılabilmesi için yasaya göre ancak savaş, seferberlik ve afet durumunda işletilmesi gereken acele kamulaştırma kararı aldı. Hem de “kamu yararı var” diyerek.
Efemçukuru İzmir’in arseniksiz tek su havzası. Dolayısıyla bu bölgede olacaklar bütün İzmir ve çevresini doğrudan etkileyecek. Maden işletmesine karşı yıllardır süren davalar sırasında “maden işletmesinin ağır metal kirliliği yaratacağı, böylelikle bölgenin yeraltı ve yerüstü su kaynaklarının kirleneceği, yörenin bitki ve orman örtüsünün zarar göreceği, bölgede uygulanan ekolojik tarımın sona ereceği, kısaca ekolojik ve toplumsal yıkıma yol açacağı” rapor edildi. Deneme izni de mahkemece iptal edildi. Buna rağmen maden, 2011 Haziran ayından bu yana faaliyetini İl Özel İdaresi izniyle kapasitesini de artırarak sürdürüyor.
Yıllardır süren bu mücadele sol/sosyalist basında da yer buluyor elbet. Bunların bir kısmı, örneğin Evrensel Gazetesi, konuyu ya “yalnız Efe’nin yurdu can çekişiyor” başlığıyla ya da köylülerin ağzından “gavura hizmetkâr olmayacağız” diyerek ve şirketin yabancı sermayeli olmasını ön plana çıkararak veriyor. Topraklarını “gavurun şirketine satmayan” tek köylünün üzerinden “işgal karşıtlığıyla” bağlantı kuruyor. Bunun adına da anti-emperyalist mücadele diyor. “Yalnız Efe” Ömer Seyfettin’in bir hikayesi. İşgale değil köyündeki zalim bir ağaya karşı silah kuşanıp dağa çıkan bir kadının hikayesi. Yani sınıfsal bir duruş söz konusu. Buna rağmen ulusalcılıktan muzdarip Evrensel için en önemli mesele şirketin yabancı sermayeli olması. Köylüleri “efeler gibi, topraklarını işgale gelen yabancılara direnmeye” çağırıyor.
Ulusalcı bakışın bir diğer örneğini Sol Gazetesi’nde de görüyoruz. Sol da bu konudaki haberlerini “dışarıdan altın almak, kendi madenlerimizi yabancılara peşkeş çekmek” temasıyla veriyor. Sol’a göre yabancı şirketler kendi ülkelerinde koruma alanlarında böyle faaliyetler yapamazken Türkiye’de izin veriliyor. Halbuki Eldorado Gold, 1989 yılında şirket merkezinin bulunduğu Kanada’da işlettiği Rabbit Lake madeni nedeniyle bölgeyi, su kaynaklarına 2 milyon litre radyoaktif madde karıştırarak yoğun bir radyasyon alanına döndürmüştü.Aynı mezarlığı şimdi bir yandan Yunanistan’ın kuzeyindeki 300 yıllık ormanlarıyla ünlü Halkidiki’de, diğer yandan ulusalcı solun “Yunan işgaline teslim olmayan köy” temasıyla haber yaptığı Efemçukuru’nda kazmaya çalışıyor. Yani, bu şirket diğer uluslararası şirketler gibi pek çok ülkenin işçisinin baş belası!
Uluslararası sermayenin saldırıları karşısında ulusalcı solun tepkisi ulus devletin işçi sınıfı ve emekçiler tarafından savunulması noktasına varıyor. “Yabancı sermayeden korunması” önerilen devletin sınıf karakteri ve bu devletin kimin olacağı ise sorgulanmıyor. Bu kavrayış için aslolan, dış tehditlere karşı yurt savunması. Bunun mantıki sonucu ise yurdun sahiplenilmesinde burjuvaziyle ittifak yapılabileceğidir. İşçi sınıfının söz konusu ittifaktan ağır yaralı olarak çıkacağı ve kendisini yeni ölümcül darbelere mahkum edeceği bellidir. Oysa hedeflenen bir işçi-emekçi iktidarı ise,işçi sınıfının kendisini ulusal devletin sahiplenilmesiyle sınırlaması,tam anlamıyla gerici bir nitelik taşır. Üretici güçlerin gelişmesinin ulusal sınırlar dışına taştığı emperyalist kapitalizm aşamasında, sermayenin uluslararasılaşmasına karşı mücadele ancak enternasyonalist bir çizgide verilebilir. Bu politika Yunanistan’da, Türkiye’de veya dünyanın herhangi bir ülkesinde sömürülen sınıfların düşmanının aynı olduğu, bütünsel çıkarları gereği proleter enternasyonalizmi ve onun dünya partisinin bayrağı altında birleşmeleri gerektiğini kavramakla mümkündür. Aksi,işçi sınıfının ulusal temelde bölünmesi ve emperyalist kapitalizm karşısında zayıf düşmesi anlamına gelecektir.
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Haziran 2013 tarihli 44. sayısında yayınlanmıştır.