Sendikaların işi kısa çalışmayı ve ücretsiz izni uzatmak değil işçi mücadelesini savunmaktır!
Pandemi dolayısıyla uygulanan kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izin uygulamaları 1 Temmuz’da kalktı. Kısa çalışmada ve ücretsiz izinde olan toplam 2,5 milyona yakın işçi ve emekçi işsizler ordusuna katılmayı bekliyor. Patronlar işçi ücretlerini, İşsizlik Sigortası Fonu’na yıkarak, milyonlarca işçiyi ücretsiz izin adı altında kıdem ve ihbar tazminatsız işten çıkararak bu uygulamalardan epey faydalandılar. En çok da bu uygulamaları sendikalaşmayı kırmak, işyerlerinde hakkını arayan işçileri yıldırmak için kullandılar. En son TOBB’un nasıl Erdoğan’ın kapısına dayandığını ve son bir uzatma aldığını hatırlıyoruz. Ancak gelinen aşamada deniz bitti. Yağmaladıkları fonda nakit olarak geriye en son 17 milyardan daha az kaldı. Bu rakam da patronların bu fondan her yıl aldıkları teşvik ve destek ödemelerine anca yetiyor.
Patronların üzüntüsünü anlamak gayet kolay. İyi de kısa çalışma ve ücretsiz izin bitti diye karalar bağlayan sendikalarımıza ne oluyor? Bir de “işten çıkartma yasağı” uzatılsın demiyorlar mı? Ne “işten çıkartma yasağı”! Öyle bir şey hiç olmadı. O işin etiketiydi. Milyonlarca işçi kıdemsiz, ihbarsız kapı önüne kondu. İşsizlik Sigortası Fonu’ndan günlük 47 lirayla yaşamaya mahkûm edildi. Pek çoğu dayanamadı. Kıdemini ihbarını yakıp daha kötü koşullarda da olsa tam maaş veren bir işe geçmek zorunda kaldı. Sendikalaşan işçileri kıydılar bu uygulamayla. Kalanlara gözdağı verdiler. 25/2 ve Kod29’dan iftirayla işten çıkartmalar zaten aynı hızla devam etti. Bu mu “işten çıkartma yasağı”? El insaf!
Bugün Türkiye’de işten çıkartmakta caydırıcı olan tek yasa maddesi kıdem tazminatıdır. İşten çıkartmayı engelleyebilecek tek güç ise işçinin örgütlülüğüdür. Sendikalar kıdem tazminatına sahip çıkmakla, işçiyi örgütlemekle ve iş güvencesini fiili mücadele ile savunmakla mükelleftir. Bakanla da görüşülür, dosya da verilir, İşkur’un, Bölge Çalışma’nın önünde eylem de yapılır, hepsine tamam… Ama bunlar sınıf mücadelesinin aslı değildir. Sınıf mücadelesinin esası işçinin örgütlülüğüne, kolektif eylemine ve en önemlisi de üretimden gelen gücüne dayanır. Bunlar yoksa sonuç almak da mümkün değildir.
Bakana gidiliyor, konuşuluyor. Bugüne kadar “siz haksızsınız” diyenine rastlayan olmamıştır. Ama işçinin yarasına merhem olanı da görülmemiştir. Bu memleketteki istibdad rejiminin gerçek yüzü konusunda işçileri yanıltmamalıyız. Bu iktidar işçilerin yanında olup, patronlara istekleri dışında hiçbir şeyi dayatmaz. Ama patronlar pes edeceği zaman araya girip, sanki işi kendileri çözmüş havalarına girmeyi pek severler. Ama bu da politik bir tutumdur. İşçinin mücadeleyle kazanım elde etmesini, bu bilince erişmesini, başka işçilerin de aynı mücadele yoluna girmesini asla istemezler.
İşçi sınıfı saflarında olanlar ise tam tersini yapmakla mükelleftir. Hem mücadeleyle hak almalı hem de her kazanımla birlikte sınıf bilincini yükseltmeli, mücadeleyi yeni işyerlerine taşımalıyız. Bunun yolu da belli. Dünyaları yeniden keşfetmeye gerek yok. Bu yıl 15-16 Haziran’ın yıldönümünde DİSK’in çok güzel bir sloganı vardı: “Bildiğimiz yoldan yürüyoruz!” diye… Evet! İşçi sınıfının mücadele yolu Kavellerden gelir 15-16 Haziranlardan geçer! İşçilerin grev hakkını grevle kazandığı, DİSK’in bir işçi ayaklanmasıyla fiilen kapatılmaktan kurtulduğu büyük mücadelelerdir bunlar. Bizim bildiğimiz Kavel yolu, 15-16 Haziran yolu, DİSK yolu budur! Şimdi bugün tekrar bu yoldan yürüyecek isek o zaman sözümüzle özümüz bir olacak. İşçi sendikaya üye oluyor, mahkemeleri yıllarca bekliyor, kapı önüne konduğunda direniyor. Kimse nerde o eski işçiler, 80 öncesi başkaydı falan demesin!
Bu direnişlerde bir slogan atılıyor: “Açlıktan ölmeyiz biz bu yoldan dönmeyiz”! Bu slogan patrona “bizi açlıkla terbiye edemezsin” demek için atılıyor! Sendika maddi destek vermese de acı acına direniriz demek değil bu! Kaldı ki onu da yapıyor işçiler! Ama sendikanın görevi işçi aidatlarıyla oluşan grev, eğitim, örgütlenme fonlarını bu mücadelelere aktarmak, işçinin direncini hem maddi olarak ama daha önemlisi de manevi olarak arttırmaktır!
Bu konuda Tek Gıda-İş’in gösterdiği pratiği olumlu bir örnek olarak zikretmek lazım. Bu örnekler artmalı. Bazı işkollarındaki sendikalarımızın maddi gücü yok. O işkollarında da konfederasyonlar devreye girmeli. Hatta konfederasyonlar arası dayanışma ve işbirliği mekanizmaları kurulmalı. Kimse bahane üretmesin. Hele ki işçiyi açlıkla sınamayı, yorulsun da direnişi kendisi bıraksın diye düşünen var ise iki elimiz yakasından düşmez, kusura bakmasın. Karar alın uygulayın. Tüzük elvermiyorsa tüzüğü değiştirin. İşçi verdiği mücadeleyi kazanacak; direnişini, grevini başarıya ulaştıracak, iş güvencesiyle fabrikasında çalışacak ki sendikaların milyonlar harcayıp yaptırdığı sosyal tesislerden faydalansın, tatilini yapsın, sendikal eğitimini görsün! Sendikalar heybetleriyle işçiye güven versin, patronun da dizlerini titretsin! Bildiğimiz yol budur, sınıf sendikacılığı yoludur!
Bu yazı Gerçek gazetesinin Temmuz 2021 tarihli 142. sayısında yayınlanmıştır.