Haydi şimdi de savunsanıza esnekliği, liberal “sosyalistler”!
Kıdem tazminatının altını oymak ve yeni kuşak işçilerin birçok hakkını gaspetmek üzere meclise getirilmiş torba yasanın “esnekliğe” ilişkin maddelerinin işçi sınıfının birleşik eylemi sonucunda püskürtülmüş olması, mücadele açısından hatırı sayılır bir başarı olmasının yanı sıra, sosyalist ve sendikal hareketler içinde geçmişte yapılmış çok önemli bazı tartışmalara nokta koyması bakımından da büyük bir önem taşıyor.
Sendikalar, işçi sınıfının kapitalist patronlara karşı birleşerek daha güçlü hale gelmesi ve böylece savunma düzeyinde bile olsa sınıf mücadelesinde güçlenebilmesi için kurulur. Ama zamanla her ülkede sendikaların kendi içinde de sınıf mücadelesi verilmesi gerekli hale gelmiştir. Sendika ağası bürokratların çıkarları, patron düzeninin kendini işçi dostu gibi göstermeye meraklı temsilcisi partilerin, özellikle sosyal demokrasinin varlığı, hükümetlerin sendikalarının içine uzanan elleri ve daha birçok faktör, saf anlamda işçi örgütü olan bu yapıları bile katışık, heterojen, iç çelişkilerle dolu birer ortam haline getirmiştir.
Sekterler bu yüzden hemen sendikalardan yüz çevirir. Komünistler içinse asıl marifet bu sınıf örgütlerini, onların ta içine kadar uzanan yabancı sınıf unsurlarından koruyarak ve temizleyerek yeniden ve yeniden sınıf mücadelesinin araçları haline getirmektir. “Madem burjuvazi bin yoldan işçi örgütlerinin içine girmiştir, o zaman biz sosyalistler de… işçi örgütlerinden çekilelim” aklı, kendisi “temiz” kalmayı, sınıfın pisliğe terk edilmesine razı olmak düzeyinde önemseyen, yani sınıfı değil kendi doktrinerliğini önemseyen bir akılsız solculuktur. Buna karşı komünist, “madem” der “burjuvazi bin yoldan işçi örgütlerinin içine girmiştir, o zaman biz komünistler işçi sınıfının öncü müfrezesi olarak onları işçinin örgütünden atana kadar sendika içinde mücadele ederiz.” Devrimci İşçi Partisi’nin “Sendikaya üye ol, sahip çık, denetle!” şiarı tam da bu kavgayı vererek sendikayı yeniden yalnızca işçilerin örgütü haline getirme savaşının bir ifadesidir.
Esnek sosyalistler!
Burjuvazi sendikalara bin yoldan girer dedik. Bunların bir tanesi şeytanın bile aklına gelmez. Burjuvazi sendikalara “sosyalist” kılığında da girer! Bu sosyalistler, sendikalarda esnekliği bile savunmuşlardır. Biraz bunun arka planını anlatalım ki tam anlaşılsın.
“Esneklik” safsatası 1980’li yılların sonu ile 1990’lı yılların başından itibaren burjuva akademyasında çok moda oldu. Birçok sosyalist de yenilik düşkünü olduğu için zokayı yuttu. Sonunda sermayenin “esneklik” uygulamalarını işçi sınıfı adına savunmaya başladılar. “Esneklik” ne güzel bir kelime değil mi? Karşılığı “katılık” ise olsa olsa modası geçmişliği, yaratıcılık yokluğunu, inatçılığı falan çağrıştırıyordu. Sonunda bu sosyalist akademisyenler “esneklik” savunusunu sendika eğitimlerine taşımaya başladılar. Oysa esnekliğin esas anlamı, işçilerin ister toplu sözleşmelerde, ister yasalara geçmiş olan maddelerle sermayenin sınıfa karşı hareket özgürlüğünü kısıtlayan hükümlerin artık geçersiz kılınması idi. Sermaye için esneklik, iş yasalarında, toplu sözleşmelerde sermayeyi engelleyen hükümlerin kaldırılması ya da en azından “esnekleştirilmesi” idi.
Bu sözde sosyalistlerin “esneklik” savunusuna karşı sendika eğitim programlarında ne çok öfkelendik, ne çok mücadele ettik. O dönemde başta Petrol-İş, Hava-İş, Kristal-İş gibi sendikalarda, daha sonra Birleşik Metal-İş’te işçi eğitimlerine epeyce yoğun olarak katılırdık. Özellikle Türk-İş içindeki ilerici sendikalar arasında en güçlülerinden olan Petrol-İş, yayınlarıyla, bütün bölgelerden işçilerin katıldığı eğitim seminerleriyle, muazzam bir mayalanma alanı idi. Hepimizin çok sevdiği, maalesef çok erken bir yaşında yitirdiğimiz, Petrol-İş Genel Merkez Eğitim Dairesi Başkanı, sevimli mi sevimli insan İlyas Köstekli’nin büyük organizasyonel becerisiyle Petrol-İş yıllıkları yayınlanıyor, ardı ardına seminerler düzenleniyordu. Başta, şimdi yitirmiş olduğumuz TMMOB yöneticisi Ayfer Eğilmez (bizden başka herkesin “Ayfer Abla”sı, bizim sevgili kardeşimiz, mücadele arkadaşımız) ve değerli dostumuz gazeteci ve akademisyen Atilla Özsever olmak üzere bir dizi sol akademisyenle birlikte, o şehir senin, bu şehir benim dolaşırdık, kâh Mersin’de, kâh Tüpraş’ın misafirhanesinde, kâh Batman’da seminerler yapardık. İşte bu seminerlere esneklik yanlıları da sızarlardı. Sızarlardı diyoruz çünkü bizim gözümüzde bunlar burjuvazinin çıkarlarının sendikalar içinde (elbette bilinçsiz) savunucularıydı. Bunlarla mücadele eder dururduk. İşte size sendika içinde sınıf mücadelesi. Ama bu sefer sosyalist ile “sosyalist” arasında bir mücadele biçimi altında.
Onlar bizi “katılık”la, “eski kafalılık”la, dünyanın yeni gelişmelerini anlayamamakla suçlardı. Oysa dünyanın yeni koşullarını anlayamayanlar onlardı. Burjuvazi, başta Ekim devriminin mirası olan Sovyetler Birliği olmak üzere işçi devletlerinin çökmesinden yararlanarak, doğan “tarihin sonu” atmosferinde 1970’li yıllarda başlayan ve içten içe fokurdamakta olan ekonomik krizini çözmek için, işçi sınıfı ondan önceki 30-40 yılda ne mevzi elde ettiyse onları ortadan kaldırmanın telaşı içindeydi. Esnek sosyalistler ise burjuvazinin zokasını yutmuş tutsaklardı.
Şimdi son günlerde yaşanan gelişme, esneklik tartışmasını pratik hayat içinde ebediyen kapattı. Üç büyük sendika konfederasyonunun ortak açıklamasından İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin, Gebze, Bilecik gibi işçi merkezlerinde yapılan eylemlere kadar bütün işçi sınıfı örgütleri ve toplulukları hükümetin meclise getirdiği “esnek çalışma”ya cepheden taarruz etti ve kazandı. Burada herhangi bir kuşkuya yer yok: Sendikalar kendileri kullanıyor “esnek çalışma” terimini, zaten kimse de “hayır efendim, o esnek çalışma değil, esnek çalışma başka” diyemiyor. Esnek çalışma bizim ta 1990’lı yıllardan bugüne kadar savunduğumuz gibi işçi sıfının sermayenin ekonomik iktidarının bazı yanlarını kısıtlayan mevzilerinin “esnetilmesi”dir. Mesela bu sefer en çarpıcı şekilde bir aylık çalışmanın 9 güne sınırlanmasıyla sermayenin işçinin bütün sosyal sigorta haklarını ödemekten kurtulma esnekliğidir!
Şimdi buradan açık bir çağrı yapıyorum. Aslında çağrı da değil meydan okuma: O yıllarda sendikalarda esnekliği savunup duran sosyalistler ve onların arkasında duran koca koca partiler, haydi şimdi de savunun bakalım kolaysa esnekliği! Sol liberalizmin her tezi gibi, bunu da pratik bütünüyle çürüttü, bakalım nasıl savunabilirler, duyalım!
Burjuva sosyalizminin acı meyveleri
Biz bir yandan sendika eğitmenliği yaparken bir yandan da elbette yoldaşlarımızla birlikte Devrimci İşçi Partisi’nin ön çalışmalarını yürütüyorduk. Gebze’den Gölcük’e Kocaeli bölgesi en önde gelen işçi çalışması alanlarımızdan biriydi 1990’lı yıllarda, aynen bugün olduğu gibi. Bu ilişkiler zinciri bir aşamada bir boya fabrikasında çalışan Petrol-İş üyesi bir işçiyi de aramıza kattı. Bu yoldaşımız kendisi çok faal bir öncü işçi değildi, ama bizi bölgenin en eski ve en önemli fabrikalarının birinde sendika (Petrol-İş) baş temsilcisi olan bir başka işçi arkadaşla tanıştırdı. Bu yeni arkadaş, bizi Petrol-İş eğitim faaliyetlerinde tanımıştı. Aramızda yakın bir politik diyalog doğdu. Bu arkadaş, 1970’li yılları genç bir Maocu militan olarak yaşamıştı. (Hayır, Aydınlık geleneği değil, çok daha devrimci eğilimde bir hareketin militanı.) Bu, bizim devrimci Marksist politikamızla onun arasında bir engel oluşturabilirdi. Onu salt bu yüzden parti ön çalışmalarımıza kazanamayabilirdik.
Heyhat, keşke engel bu olsaymış! Hayır eski Maocu militan bir esneklik ve özelleştirme yanlısı liberal olmuştu. Bu kadar önemli bir konumdaki bir işçi önderini siyaseten kazanmak çok önemli olduğu için günlerce gecelerce tartıştık. Bize “Hocam kapitalizm post-Fordist dönemine girdi, siz hâlâ Fordist dönemde yaşıyorsunuz; esneklik esas işçi sınıfının lehine, insanlar yarı-zaman çalışmak istiyor; bakın KİT’ler devamlı zarar ediyor, büyük holdingler ekonomiyi geliştirir, işçi de mücadelesini verip payını alsın” deyip duruyordu. Nuh diyordu, peygamber demiyordu! Bir sözü hiç aklımdan çıkmadı: “Hocam devlet neden karides üretsin?” O da zokayı başka düzeyde yemişti. Burjuvazinin “karides” deyip petrol rafinerilerine el koymayı planladığını anlayamıyordu.
Kendisine, “Fordizm” ve “post-Fordizm” kavramları temelinde yapılan tartışmaların boş modalar olduğunu, sermayenin amacının, “yalın üretim” denen tekniklerle işçinin her saniyesini kendi artı değer üretimi için kullanmak olduğunu, böyle kulağa hoş gelen kavramların burjuva üniversitelerinde üretildiğini, esnekliğin işçinin hak ve mevzilerini sökmeye çalışmak olduğunu, karidesin de demagoji olduğunu, esas amacın büyük işletmeleri sermaye birikiminin hizmetine sunmak ve eğitim, sağlık gibi sosyal hizmetleri bile özelleştirmek olduğunu dilimizin döndüğünce anlattık. Beyni, bir kısmı sendikalara da sızmış olan burjuva sosyalistlerince yıkanmıştı, dinlemiyordu! Belki de geçmişindeki günlere geri dönmek istemiyordu. Eski kadrolar bu fikirleri, onlara devrimden uzaklaşmak bakımından mazeret oluşturduğu için de benimsiyorlar birçok zaman. Her zaman ikna olduklarından değil.
O işçi arkadaşımızla yollarımız kaçınılmaz olarak ayrıldı. Kendisini yıllardır ne gördüm, ne de herhangi bir mücadele içinde olduğunu duydum. Muhtemelen ununu elemiş, eleğini asmış, evinde oturuyordur. Koç’un Tüpraş’a el koyduğu ama Tüpraş’ta grev hakkının olmadığı, eğitim ve sağlığın neredeyse bütünüyle ticarileştiği ve özelleştiği, esnekliğin de kıdem tazminatının ve hatta sosyal sigortaların kökünü kazımak için kullanıldığı bir toplumda yaşadığını gördükçe acaba “karides” için ne düşünüyordur?
İşte işçi sınıfını böyle içten kemirdiler, çürüttüler, çökerttiler. Sosyalizm adına!
Bugün artık fabrikalar ayağa kalkıyor
Ama bugün yeni bir işçi kuşağı geliyor. Esnekliğe karşı, kıdem tazminatını ve bütün sosyal hakları savunan eylemler sadece sendikaların toplu eylemleri olmadı. Birçok fabrika, teker teker kıdem tazminatının savunusu için eyleme geçti. Eylemler fabrika içine girdi. 2015’ten beri fabrikalarda atmosfer değişti. İnişli çıkışlı gelişiyor sendikal atmosfer ama değişti. Artık çürüme ve çöküş ağır ağır da olsa aşılıyor. İşte bu aşamadan sonra burjuvazinin sendika içinde verdiği mücadeleye karşı çıkacak olan bizzat işçilerin kendisi, bizzat bu yeni kuşak olacak. İşçiler artık sendikaya üye oluyor, sahip çıkıyor ve bir gün mutlaka denetleyecek! O zaman burjuvazinin fikirleri de temsilcileri de, adları ne olursa olsun, sendikalara sızamayacak.