İhanete ödül!
Uluslararası Hrant Dink Ödülü, 15 Eylül’de yapılan bir törenle Ahmet Altan’a verildi. Bu gerçek bir skandaldır. Ahmet Altan’ın Genel Yayın Yönetmeni ve başyazarı olduğu Taraf gazetesi, daha bir yıl önce, AKP hükümeti ile Hrant arasında “taraf” olmak gerektiğinde tercihini AKP hükümetinden yana yapmıştır.
Bu konuda veriler o kadar açıktır ki, bunun aksini kimse iddia edemez. Bellekleri bütünüyle tazelemek için, olayın hemen üzerine bu konuda yazılmış ve 18 Ağustos 2010 tarihinde www.iscimucadelesi.net sitesinde yayınlanmış olan yazımı aşağıya olduğu gibi alıyorum.“Davutoğlu’na bir beyaz bere!
Ahbariğimiz Hrant öldürüldüğü zaman, Ertuğrul Özkök pop sosyoloji dersleri vererek Ogün Samast gibi "çocuk"ların belirli ortamların ürünü olduğunu, Samast'ın suikaste girişmesini bu temelde anlamak gerektiğini yazmıştı. Aklınca cinayete sosyolojik bir açıklama bulup dikkati devletin, polisin, MİT'in, jandarmanın, kontrgerillanın sorumluluğundan uzaklaştıracaktı.
Aradan üç buçuk yıl geçti. Türkiye'nin en modern ve monden ve monşer insan topluluğunun oluşturduğu Dışişleri Bakanlığı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) hükümet adına yazdığı savunmada aynen Ogün Samast gibi konuştu. Madem sosyoloji, biz de sosyoloji yapacağız. Eğer Galatasaray'da veya Robert'te veya Ankara Koleji'nde ve daha sonra Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde okuyup sonra da birkaç yılda bir yurtdışında göreve çıkıp "görgü ve tecrübeleri"ni arttıran, Türk'ten çok Avrupalı gibi oldukları için kendilerine "monşer" adı takılan bu insanlar AİHM'e böyle bir savunma yollayabiliyorlarsa, Trabzon'un internet kafelerinden dem vurmaya ne gerek var! Türk toplumu böylesine alçaltılmıştır demek ki, içinden Samast'lar da çıkar, Hayal'ler de. Yanılmışız zahir, MİT'in, kontrgerillanın falan bir dahli yokmuş, sosyoloji her şeyi açıklayabilirmiş!
Bakın, dışişlerinin AİHM'e verdiği "savunma" neler içeriyor. Samast cinayet sonrası verdiği demeçte Hrant'ın "Türk kanına pis dediğini" söylemiş, onu bunun için vurduğunu belirtmişti. Dışişleri Bakanlığı savunmasında sonuç olarak aynı şeyi söylüyor. Hrant'ın Türklüğe hakaretten (yeni Türk Ceza Yasası'nın 301. maddesinden) yargılanıp Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun da onaylamasıyla cezaya çarptırılmasına yol açan yazı dizisinde yazdıklarının, Ogün Samast ve Yasin Hayal'in okuduğu gibi okunmasında ısrar ediyor Dışişleri Bakanlığı! Söz konusu yazısıyla Hrant'ın halkı tahrik ederek ve nefret suçu işleyerek kamu düzenini bozma tehlikesini yarattığını iddia ediyor.
Hareket noktası bu olunca, başka "savunmalar" sıraya giriyor. Bu bakımdan, Hrant'ın yaptığı Almanya'da bir neo-Nazi örgütünün liderinin Yahudi soykırımını inkâr ederek ve bu görüşe karşı çıkanların tasfiye edileceğini söyleyerek işlediği suça benzetiliyor. AİHM bu neo-Nazi lideri korumamıştır, demek ki Hrant'ı da korumamalıdır.
Bir "savunma" da Hrant'ın "gerçek ve yakın" biçimde tehdit edilmediği için korunmadığı. Şayet böyle bir şey olsaymış ve Hrant korunma için başvursaymış, devlet onu tabii ki korurmuş. Kuşkunuz mu var?
Dışişleri adına "savunma"yı yazanlar Hrant cinayetinin soruşturmasının "derinlemesine ve etkin bir şekilde yürütüldüğünü" de yazmışlar. Bir de (Radikal gazetesi tamamen yanılmıyorsa) kuyruklu yalan söyleyerek Yargıtay'ın bu davayı bozmuş olduğunu iddia etmişler!
Yalanlar kuyruğu
İnsan yalan söylerken bile inanılır kılmaya çalışır. Bunlar öyle değil. Olgulara değinmeye gerek olmadan, basit mantık yürütme bile ilk yalanı ortaya koyuyor. Eğer Yargıtay Hrant'ın mahkûmiyetini bozmuş olsaydı, Hrant iç hukuk yolları tükenmemiş olduğu için AİHM'e başvuramazdı, Dışişleri de "Hrant Dink ölmüştür, dava düşmüştür" diye savunma yapmak zorunda kalmazdı!
Cinayet soruşturmasına gelince, bunun ne kadar "derinlemesine ve etkin" yürütüldüğü bütün dünyanın bildiği bir şey. Hrant'ın öldürülmesinden bir yıl öncesinden suikast planlarını bilen polis ve jandarma yetkililerine, kıllarını kıpırdatmamış olmaları dolayısıyla ne kadar ağır cezalar verileceğini herkes biliyor!!!
Hrant'ın tehdit edilmemiş olduğu "savunma"sı da alemi sersem yerine koymak. 2004'te söz konusu yazı dizisi ilk yayınlandığında, Ülkü Ocakları Agos'un Pangaltı'daki merkezi önünde gösteri yapmıştı. Ocağın bir yetkilisi, Hrant'ın "hedeflerinde" olduğunu kalabalığa hitaben söylemişti. Bunu tehdit kabul etmiyor Dışişleri. Ama daha komiği şu: "gerçek ve yakın tehdit" olmamıştır diyen Türkiye Cumhuriyeti devleti, Hrant'ı 2004'te kendisi tehdit etmişti. Hrant İstanbul Vali Yardımcısı'nın makamında MİT görevlisi olduğu tahmin edilen iki kişi tarafından ayağını denk alması yolunda uyarılmıştı. Ya ünlü Veli Küçük ve Kemal Kerinçsiz'lerin tehditleri? Ya bütün Trabzon'un bildiği, ama polis ve jandarmanın Hrant'tan sakladığı suikast planları?
Hrant'ı neo-Nazi liderine benzetmek de az buz mizah unsuru değil. Adam Yahudi soykırımını inkâr ediyor. Kendileri Ermeni soykırımını inkâr edenler de Hrant'a sen neo-Nazi gibi konuştun diyorlar!
Yazıyı Fransızca yazacaktın, Hrant!
Fakat en acıklısı, mahkemenin ve Yargıtay'ın Hrant'ı mahkûm ederken ortaya koydukları zavallılığa, Dışişleri yetkililerinin de düşmeleri. Aynen kendilerinden önce yargıçların ortaya koyduğu gibi, bu insanlar da Türkçe bilmediklerini kanıtlamışlardır böylece.
Hrant'ın cezalandırılan yazısı, bir dizi idi. O diziden bir cümle cımbızlanarak Hrant'ın Türklere hakaret ettiği ileri sürülüyordu. Bir kere dizinin tamamı, Hrant'ın ne yapmayı amaçladığını açıkça ortaya koyuyordu: Özellikle diyaspora Ermenilerine, Türklere karşı duyulan kızgınlığa odaklaşan bir geleceğin zehirli bir gelecek olacağını anlatmaya çalışıyor, Ermenilerin bu saplantıyı geride bırakarak yeni ufuklara açılmasını öneriyordu. Yazının her bölümünde "Türk" bu yüzden, bu takıntıyı anlatmak için tırnak içinde yazılmıştı. Yani dizi Ermeni milliyetçiliğine karşı yazılmıştı, Türkler hakkında değildi.
Ama ikincisi, suçlama konusu olan cümlede Türklere en ufak bir saldırı yoktu. Zaten paragraf Türkler hakkında değil Ermeniler hakkındaydı. İşte ilgili cümle: "‘Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni'nin Ermenistan'la kuracağı asil damarında mevcuttur." Burada söylenen, Türkçe anlayanlar için açıktır: Ermeni'nin (bazı Ermenilerin) kanı bugün "Türk" takıntısı dolayısıyla zehirlidir; Ermeniler bu zehirli kandan kurtulup temiz bir kanla geleceğe yürümelidirler. Dikkat edilirse, "Türk" bütün dizide yazıldığı gibi tırnak içinde yazılmıştır ve gerçek, yaşayan Türkleri değil, Ermenilerin, özellikle diyaspora Ermenilerinin Türk takıntısını ifade etmektedir. Türkçe okumayı bilen biri hemen anlayacaktır ki, buradaki zehirli kan Türk'ün kanı olamaz, çünkü o kanın yerini Ermeni'nin "asil damarı"ndaki "temiz kan" dolduracaktır. Hrant Türkiye'den, öldüğünde altına girmek için toprak bile istemişti, ama Türk'ün kanının yerine Ermeni kanı zerketmek, onun gibi bir canavarın bile düşünebileceği bir şey olamazdı!
Anlaşılan, yargıçlar gibi monşerler de Türkçe anlamaktan aciz. Kusur Hrant'ta! Yazısını diplomasinin eski dili Fransızca ya da yeni dili İngilizce yazsaydı, Dışişleri Bakanlığı memurları Ogün Samast'ın kavrayışı düzeyinde kalmazlardı!
Ama madem bakanlığı Hrant'ın katiliyle aynı çizgide yer almıştır, biz de tez elden Ahmet Davutoğlu'na bir beyaz bere yollayalım!
Taraf gazetesi, AKP'nin tarafı!
Dışişleri Bakanlığı'nın bu skandal savunması Cumartesi günü Vatan gazetesinde yer aldı. Pazar günü kendisine saygısı olan bütün gazeteler habere yer verdiler. Örneğin Radikal gazetesi haberi birinci sayfasında ana manşet yaptı, içeride de bütün bir sayfa ayırdı. Örneğin Günlük birinci sayfadan girdiği habere "Samast gibi konuştu" başlığını koydu. Taraf gazetesi ne yaptı? Hangi manşet? Hangi birinci sayfa? Taraf Pazar günü habere bir santim yer bile ayırmadı. O "demokratlar" gazetesinde hükümetin Hrant olayına ilişkin yarattığı bu skandal kendine yer bulamamıştı! Hrant'ın gazetesi Agos'un şimdiki yönetmeni Etyen Mahçupyan Taraf'ta köşe yazarı. Tersinden, Agos'ta köşe yazarlığı yapan bir başkası, Markar Esayan Taraf'ın yayın koordinatörü! Bu nasıl iştir?
Taraf yazarları, özellikle Alper Görmüş, zaman zaman Hürriyet ile dalga geçerler. Devletin şu ya da bu ayıbını ortaya koyan haberleri ilk gün veya ilk birkaç gün görmezlikten gelen Hürriyet, iş ayyuka çıkınca ya da devlet bir açıklama yapınca konuya yer verir. Taraf yazarları da bununla eğlenir, Hürriyet'i sıkıştırırlar. Güzel. Şimdi ne oldu? Pazar günü haberin kendisini görmezlikten gelen Taraf, Pazartesi günü hükümette bu konuda rahatsızlık olduğunu iddia eden bir haberle meseleye adımını attı! Ana haber, savunmada yer alan vahim ifadelerin "hükümette rahatsızlık yarattı"ğı cümlesi ile başlıyor. Ey Taraf, o "vahim ifadeler" neler olsa gerek? Okuyucun bilmiyor ki! Gazetenin 11. sayfasının üst yarısı neredeyse bütünüyle bu konuya ayrılmış, ama (bir gün önce haberi zaten vermemiş olan) Taraf, ayırdığı yerin yüzde seksen beşini hükümetin ve Dışişleri Bakanlığı'nın savunmasına, altta minik bir bölümü ise savunmadaki ifadelere hasretmiş. Üstelik, hükümetteki rahatsızlık yazısını okuyan da bunun tamamen durumu kurtarmak için imal edilmiş bir haber olduğunu görebilir. Neymiş, daha iyi koordinasyon yapılacakmış, denetim sıkılaşacakmış, politikalara uymuyormuş. Somut tek bir olgu yok! Haberi yazan da Taraf'ın "sol açık"ı!
Alper Görmüş'ten kişisel olarak rica edeyim, Hürriyet'in benzeri atlamalarını yazdığı gibi Taraf'ın bu sessizliğinden de bir söz etsin. Herkese gazetecilik dersi olacağına eminim.
Hrant suikasti geride kaldıkça, köprülerin altından sular aktıkça daha ne ihanetler göreceğiz! Ama bizim bu düzen içinde diyet ödeyeceğimiz kimse yok. Ahbariğimizin hesabını sormaya sonuna kadar devam edeceğiz.”
Hrant liberallerin tutsağı mıdır?
Yazı bu. Buradan Taraf gazetesinin Hrant’a ihanet ettiği sonucu çıkartamayanlar “tarafgirlikten” gözleri kör olmuş olanlar olabilir ancak. Taraf’ın bu skandalı yarattığı tarih 15-16 Ağustos 2010. O tarihte 2010 Uluslararası Hrant Dink Ödülü’nü kazananlar herhalde belirlenmiş durumdaydı. (Ödül her yıl Hrant’ın doğum günü olan 15 Eylül’de veriliyor.) Buradan çıkan sonuç şu: Taraf’ın bu hainliği yaptığı tarihten sonraki ilk fırsatta, ödül gazetenin baş yöneticisi Ahmet Altan’a veriliyor. Tebrikler!
Bu ödülün Ahmet Altan’a verilmesi ayrıca ödülün kendini tanımlayışına da aykırı. Girin Uluslararası Hrant Dink Vakfı’nın sitesine, bakın. Ödülün “daha özgür ve adil bir dünya için çalışan” insanlara verileceği yazıyor. Ahmet Altan ne zamandan beri daha adil bir dünya için çalışıyor da biz hiç duymadık. Hrant solcuydu. Hrant Taraf’ta değil BirGün’de köşe yazarıydı. Bunları yadsıyabilir misiniz? O “adil” sözcüğü oraya (belki bazıları bundan rahatsız olsa da) bunun için sızmıştı. Solculuk, işçiden, emekçiden, yoksuldan yana tavır gerektirir. Ahmet Altan ya da gazetesi Taraf ne zaman böyle tavır almış?
Liberal bir klik Hrant Dink’in mirasını liberalizmin propagandası uğruna harcıyor. Üç yıldır verilen Hrant Dink ödülü ne Hrant’a yapılan suikastin faillerini didik didik arayanlara (örneğin Nedim Şener), ne Ermeni sorununu Türkiye toplumunun gündemine getirmek için hayatı boyunca çırpınıp duranlara (örneğin Ragıp Zarakolu), ne Türkiye’de en büyük ırkçı tabuyu deştiği için yıllarca hapis yatan İsmail Beşikçi’ye, ne Kürtlerin sayısız cesur temsilcisinden birine, ne de gerçekten “adil bir dünya” için didinenlerden birine uygun görülüyor. Bir yıllık bir Vicdani Ret Hareketi parantezi dışında Taraf yazarları arasında paylaştırılıyor. İnsanın özgür bir toplum için mücadele etmesi için ille de liberal mi olması gerekiyor?
Hrant’ın ailesine bir çağrı yapmak isterim: Hrant’ın mirasını dar ideolojik önyargılarına ve mücadelelerine araç edenlerden hesap sorun. Ahmet Altan skandalini soruşturun. Ahbariğimizin mirasının üç-beş liberalin kariyerini desteklemesini engelleyin!
Her konuşmasıyla yüreklerimizi dağlayan Rakel Dink’e Taraf gazetesinin ve yöneticisi Ahmet Altan’ın tavrını anlatmayanlar, onu bu yanlış karara ortak ettiler. Yanlışın neresinden dönülse kazançtır.
* Bu yazı 20 Eylül 2011 günü BirGün gazetesinde yayınlanmıştır.