Sivil 12 Mart dönemi (yeniden)

Hakikatin kıstası pratik hayattır. Mayıs başında Tayyip Erdoğan başbakan Ahmet Davutoğlu’nu azletti. Biz bu gazetenin Mayıs sayısında bir “ah vah korosu”nun bunu “diktatör”ün mutlak iktidarının pekiştiği tarzında yorumlayacağını, oysa gerçeğin çok daha karmaşık ve çelişkili olduğunu, 2014 Ağustosu’nda AKP’nin başına getirilen Davutoğlu’nun aradan iki yıl bile geçmeden, üstelik 2015 Kasım seçimlerinde yüzde 50’ye yakın oy almışken görevden azlinin planların tutmaması anlamına geldiğini, dönemin baskın karakterinin istikrarsızlık olduğunu yazdık. Durumu “sivil 12 Mart dönemi” olarak tanımladık. Tam da istikrarsızlık dolayısıyla. O zamandan beri neler oldu, bir hatırlayalım.

“Faşizm” denilen bir rejimin “diktatör” diye anılan güçlü adamı Tayyip Erdoğan 15 Temmuz’da devrilmenin eşiğinden döndü. İşin hukuk yanını konuşmuyoruz. “Faşist” devlet aygıtında Erdoğan’ın ne kadar yalnız olduğunu konuşuyoruz. Erdoğan büyük bir talih ve beklenmedik yardımlarla (mesela Rusya ve İran, mesela Kılıçdaroğlu) badireyi atlatmaya, hâkimiyetini Milli Mutabakat denen yeni bir politikayla yeniden tesis etmeye ve Fethullah Gülen cemaatine nihai darbeyi vurmaya çalışırken bu sefer de kendi partisinin içinde darbeciler keşfetmeye başladı. Darbeci generalin AKP milletvekili kardeşinden Davutoğlu’nun dışişlerindeki adamlarına, Kadir Topbaş’ın damadından Erdoğan’ın en sadık destekçilerinden biri olan Melih Gökçek’e, elbette Gül ekibine, en başta Bülent Arınç’a, Cemil Çiçek’e, Hüseyin Çelik’e kadar kimler kimler ya tutuklandı, ya zan altında kaldı.

Ama en son yaşanan hepsine tüy dikti! Efkan Ala’nın azli, Davutoğlu’nun kovulmasına yakın derecede önemli bir gelişmedir. Ala 17-25 Aralık sonrasında kurulan delil karartma rejiminin, Bekir Bozdağ, Yalçın Akdoğan ve Hakan Fidan ile birlikte baş mimarlarındandır. Biz bunlara Erdoğan’ın “iç kabinesi” dedik. Ala 7 Haziran bozgunundan sonra 1 Kasım’a kadar geri gelememişti, ama yerine vekâleten kendi has adamı, müsteşarı Selami Altınok’u bırakmıştı. Başkasını bırakamazdı, çünkü delil karartma rejimi ayakta kalmalıydı. İşte Erdoğan bu adamı azletmek zorunda kaldı! “İç kabine”den Akdoğan zaten devre dışı bırakılmıştı. Sıra Hakan Fidan’dadır. 12 Mart’ın iki yılda dört hükümet kurmak zorunda kaldığını, dikiş tutturamadığını yazmıştık. Davutoğlu’ndan sonra “iç kabine” de yolcu edildi! AKP kendi kendine savaş açmanın eşiğine gelmiştir!

Dönem bir başka bakımdan da 12 Mart’a benziyor. 12 Mart 1971 askeri müdahalesi, “9 Mart darbesi” diye anılan bir “sol cunta”nın liderlerinin, özellikle Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur’un, arkadaşlarına ihanetinin sonucunda gerçekleşmişti. Batur komuta heyetinin bir mensubu olarak 12 Mart’ın yöneticisi iken cunta arkadaşları (Celil Gürkan’dan İlhan Selçuk’a) kontrgerillanın ünlü “Ziverbey Köşkü”nde işkence görmüştü. Şimdi tarih neredeyse tekerrür etti. Bu sefer çok büyük bir ihtimalle (tarih bunu mutlaka ortaya koyacaktır) çok daha geniş bir Amerikancı-NATO’cu darbe planının kadrosu son gün çatladı. Hulusi Akar Erdoğan’a ve hükümete bilgi vermeden ne pazarlıklar yaptı bilmiyoruz. Ama bildiğimiz şudur: Genelkurmay başkanı darbe yenilgiye uğrayınca mevkiini korudu; silah arkadaşları ise yaralı bereli suratlarla, sargılı kafalarla televizyona çıkartıldı, ahırlarda koyunlar gibi üst üste yatırıldı. İşte size sivil 12 Mart!

Gerçek gazetesinin geçen sayısında 15 Temmuz sonrasında “devasa bir kriz”den söz ettik. Şimdi Efkan Ala krizi derinleşecek, AKP kargaşa içine düşecektir. Erdoğan orduyu yeniçeri ocağı hâline getirme işinde birçok güçlükle karşılaşacaktır. Emperyalist dostlarıyla başı beladadır. Erdoğan ve AKP’nin bütün güçlü yanlarına rağmen istikrarsızlık bu rejimin doğasındadır. İşçi sınıfı, bu rejimin çatlaklarından yükselerek kendi mücadelesini vermeli, yumruğunu masaya vurmalıdır.

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Eylül 2016 tarihli 83. sayısında yayınlanmıştır.