Politikanın zamanı değilmiş!

Politikanın zamanı değilmiş!

Bu yazı 28 Şubat günü yazılıyor. Yani en az, tekrarlıyoruz en az 33 işçi, emekçi, köylü ailesinin, yoksul insanların, garibanın 33 çocuğunun Suriye topraklarında, başka bir ulusun topraklarında can verdiği günün ertesinde. Bu olayın yaşanmasının ardından televizyon kanallarında, gazetelerine attıkları manşetlerde, köşelerine yazdıkları yazılarda halkı aldatmaya devam eden, diz boyu yalan söyleyen, utanmazca her şeyi kendine yontan kalem ve söz erbabının insan kılığında dolaşmasına tepki içinde yazılıyor.

Bir kere olay, Türkiye’nin kimlere mahkûm edildiğini çok iyi gösterdi. Ev ev dolaşan mevlûdhanlar gibi, her akşam çeşitli kanallarda boy gösteren, sayısı 25-30’u geçmeyen fikir yoksulu, her konuda ağzı dolu, kabadayı üsluplu birtakım konuşmacılar bütün gece televizyon izleyicilerinin kulaklarını tırmalayan cırtlak sesleriyle sanki iki ayrı kamptan konuşuyor gibi birbirlerine atıp tutmuşlardı. Sonra birden haber geldi, 9 oldu 22, 22 oldu 33, hepsi birdenbire aynı safa geçti! Nedir o saf? “Aman olayı politize etmeyelim” cephesi!

Neden etmeyelim? “Sosyal medyada kansız, şerefsiz birçok insan var, şimdi bu durumu istismar edecektir.” Ertesi gün bütün Türkiye halkının elinden sosyal medyayı alanlar her kimse, bunlarınki de o kafa. Siz ne diyorsunuz? Politize etmeyeceğiz de ne yapacağız? Bu 33 çocuğun, onlardan önce de 20 başka gencin hayatına mal olan, Suriye’de ve genel olarak bölgede bugüne kadar büyük bölümünüzün savunduğu, açık seçik tercihlere dayanan bir politika değil mi? Şimdi o politika acı meyvelerini vermeye başlayınca, ne oluyor? Hani o politikaya karşı olanlarınız vardı, siz neden suspus olmayı tercih ediyorsunuz? Sonra o politikaya gerçekten karşı olan bizler neden susacakmışız? 33 olsun 333 diye mi? Bu ülkenin halkının başı daha da fazla belaya girsin diye mi? Türkiye, askerini başka bir ulusun topraklarında neden olduğunu bile anlamadan ölmeye göndersin diye mi? Bu 33 genç doğal afetten mi öldü?

Yalanın bini bir para. Türkiye televizyonları 9 kayıp diye yayın yaparken aynı anda El Cezire televizyonu, İsrail’in en güçlü gazetesi Haaretz ve Arap medyasının bazı organları 34 ölüden söz ediyordu. 34 değilmiş 33’müş! Sonunda sayının neredeyse tıpatıp onların söylediği gibi olması, bizim medyanın baştan itibaren halkı “alıştırmak” için yalan söylediğinin açık kanıtı değil mi? Bütün kanallar “rejim uçakları” diyor. Çünkü “Rus uçakları” deseler karşılığında hiçbir şey yapamayacaklarını herkes bildiği için halkın karşısında mahcup duruma düşecekler. Ama bakın dünyanın en iyi haber alan gazetelerinden biri olan The Guardian ne diyor? “Türk yetkilileri saldırı konusunda Suriye rejimini suçluyor, ama İdlib’de birkaç kaynak ve henüz doğruluğu teyit edilmemiş videolar, saldırının Rus hava güçlerince yapıldığını düşündürüyor.” Resmi kaynaklar “rejim unsurları”nın “cezalandırıldığı”nı söylüyor. Sayı? 1709 “rejim unsuru” etkisiz hale getirilmiş! Koca koca adamlar kadınlar gazetecilik yapıyor ve böyle sayıları en ufak bir doğrulama olmadan iri manşetlerle yazabiliyorlar. Neden Arap ya da Batılı hiçbir medya mecrasında yok böyle anormal sayılar?

Bunlar yalan söylemeye o kadar teşne ki, bir ana akım kanal Suriyeli mültecilere kapıların açılacağını duyurunca, güya tartışmacı olarak orada bulunan bir profesör beyefendi, “efendim şimdi bunu neden yazıyorsunuz, resmi açıklama yokken?” diyebildi! Onlar için gerçek, iktidarın açıklamalarından ibaret! Kendisi iktidara saygı ve hizmette kusur etmeyeceği konusunda her türlü kuşkunun ötesinde olan sunucu da “devletin resmi kanalı açıklamış, ben de o yüzden yazdırdım” diyerek “sirkatin söylüyor”!

Peki, diyeceksiniz, yalan söylemeyen, meselenin politikadan ayrı düşünülemeyeceğini bilerek tartışanlar, eleştirenler yok mu? Var ama kendini aydın bilen Türk burjuva ideologlarının en aydınlanmışını bile zehirleyen milliyetçilik burada da etkisini gösteriyor. En eleştirel aydınlar iki şeyden şikâyet ediyor: Birincisi, 33 gencin ölümü. Amenna. İkincisi ise Türkiye’nin bölgedeki “büyük devlet” konumunu bu politikalar dolayısıyla yitirmesi!

Ulusal onur diye bir şey var. Var var da, ben isterdim ki, beyefendilerin ulusal onuru Türkiye’nin “büyük devlet” konumunu yitirmesinden dolayı değil, bu kayıpların Türkiye’nin askeri birlikleri başka bir ulusun topraklarında bulunması ve o ülkenin siyasi ve askeri iradesine rağmen orada kalmakta ısrar etmesi dolayısıyla vermiş olmasından incinsin. 1920’li yıllarda kendi topraklarını işgal ordularından kurtarmış bir ulusun çocukları olarak bugünkü durumdan utanç duysunlar. Heyhat, duymuyorlar! Onun için de bugün Türkiye’de istibdadın karşısında burjuva muhalefeti diye bir şey yok!

28 Şubat